Takip et

Liste

BluTV Kitaplığından Oscar Adayı Filmler

tarihinde yayınlandı.

Geçtiğimiz hafta bir liste serisine başladığımın haberini vermiş ve MUBI Türkiye’de yer alan Oscar adayı filmleri sıralamıştım sizler için hatırlarsanız. Pazartesi günleri için bir gelenek olmasını istediğim liste çılgınlığıma yine dijital platformlarda yer alan Oscar adayı filmlerle devam ediyorum. Bu sefer sırada BluTV var. Bayramda ne tüketeceğini bilemeyen BluTV sahibi herkes için geliyor sıradaki yer işareti…

EN İYİ FİLM YARIŞINDAN

1. PARASITE (’19, Bong)
Akademi’nin yıllar içerisinde nasıl değiştiğini lafta bırakmayıp icraate döken bir En İyi Film kazananı olmuştu Parasite. Yakın tarihin ve belki de Akademi’nin anlı şanlı 96 yılının en iyi kazananı Güney Koreli usta Bong Joon-ho’nun da kariyer zirvesi. Belki daha uzun bir sezon olsaydı birkaç oyuncusunun da Oscar adayları arasında yer aldığını görebilirdik doğru kampanyayla. Ama En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Özgün Senaryo ve En İyi Uluslararası Film kategorilerindeki zaferleri de bizi mutlu etmeye yetiyor. Bu taşyapıtı kaçıran ya da tekrar izlemek isteyen varsa, hedefiniz BluTV’dir ileri!

2. DR. STRANGELOVE OR: HOW I LEARNED TO STOP WORRYING AND LOVE THE BOMB (’64, Kubrick)
Akademi tarihinin en büyük ayıplarından biridir Stanley Kubrick’e bir kez olsun Oscar ödülü vermemek. Sadece 2001: A Space Odyssey’nin efektlerine verilen özel ödül için de karnımız tok. Filmografisinin en iyilerinden (gerçi hangisi en iyi değil ki) Dr. Strangelove da film, yönetmen, erkek oyuncu ve uyarlama senaryo olmak üzere 4 dala aday edilmiş ancak üçünde My Fair Lady’e, senaryo dalında ise Becket’a kaybetmiş ne yazık ki. Bir utanç nişanesi olarak tam da dünya yepyeni kıyımlara şahitlik ederken izlemelik.

3. THE EXORCIST (’73, Friedkin)
Korku türünün mihenk taşlarından, bu janrda yapılan kendisinden sonra gelmiş her filmde izlerini görebildiğimiz The Exorcist’i de şöyle bayram sırasında bir gece açıp izlemeniz ve uykularınızın kaçması yok mu? 10 dalda Oscar’a aday olan, William Friedkin imzalı yapım En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Ses ödüllerini alabilmiş yalnızca. O sene The Sting, American Graffiti ve Cries and Whispers gibi birbirinden kıymetli yapımlarla yarıştığı unutulmasın ama. Bu ayıp için Akademi’yi affedebiliriz sanki.

4. DRIVE MY CAR (’21, Hamaguchi)
Üzerinden üç sene geçti ama bana hâlâ bir rüya gibi geliyor Drive My Car’ın Oscar özelindeki başarısı. Hamaguchi gibi bir yönetmenin Akademi tarafından fark edilmesi ve 180 dakikasını da izlemiş olmaları neresinden bakarsanız bakın bir mucize. Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve FIPRESCI Ödülü’nü alan yapımın aday edildiği sene CODA’nın kazandığı da unutulmasın ama. Oscar zaten bu akla mantığa sığmayan çelişkileriyle güzel, öyle değil mi?

5. MICHAEL CLAYTON (’07, Gilroy)
Yakın tarihin en zengin sinema yıllarından 2007’de Atonement, There Will Be Blood, No Country for Old Men ve Juno’ya karşı onurlu bir savaş vermişti Michael Clayton. Nihayetinde de sevmelere doyamadığımız Tilda Swinton ilk ve tek adaylığını ödüle dönüştürmeyi başarmıştı, oldukça çetin bir yarışa ev sahipliği yapan En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında. Tony Gilroy’un senaryo niteliğindeki harikası, 70’ler Amerikan Sineması’nın özlediğimiz gerimlerini de hatırlatıyor bir hayli.

6. THE KING’S SPEECH (’10, Hooper)
Harvey Weinstein denyosunun Oscar ve bilumum altın heykelcikleri parasıyla satın alabildiği yıllardan birinde utanç verici bir zafer elde etmiş, eleştirmen ödüllerini tamamını toplayan The Social Network’ü sezonun endüstri ayağında devirmişti The King’s Speech. Laboratuvar ortamında hazırlanmış bir Oscar filmini andıran yapım bugün bile kendini bir şekilde izletiyor gerçi. Yakın tarihte vefat eden Kraliçe II. Elizabeth’in babasının ne menem bir ahmak olduğunu unutturan, kalplerinizi ısıtacak öyküsü de BluTV’de!

7. THE SOCIAL NETWORK (’10, Fincher)
Tarihin doğru tarafında yer almak isteyenler için BluTV neyse ki gerekli hizmeti sağlamış ve The Social Network’ü de kondurmuş kitaplığına. David Fincher’ın her izlediğinizde yeni bir yönüyle hayranlık uyandıran, Aaron Sorkin’in kaleminin de en keskin olduğu bu taşyapıtın başına “Facebook’un kuruluşu hakkındaki bir film ne kadar iyi olabilir ki?” diye oturduğumuz cahilliğimizi de yad etmek için tekrar izlemek şart. Andrew Garfield’ın bu filmle bir Oscar adaylığı olmaması ayıbını da bilahare konuşuruz.

8. DUNKIRK (’17, Nolan)
Oppenheimer’ın anlamsız zaferine giden yolda Christopher Nolan’ın The Dark Knight ertesi Oscar almak için nasıl da çaresiz bir gösteriş budalasına dönüştüğünü bu millyetçi sosu aşırıya kaçmış film öyle güzel gösteriyor ki… En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil 8 dalda aday edilen Dunkirk, 3 kategoriden ödülle dönmüştü.

9. EVERYTHING EVERYWHERE ALL AT ONCE (’22, Scheinert & Kwan)
MUBI’den de izleyebildiğiniz filmle ilgili geçen hafta şöyle demişim: Akademi’nin değiştiğine dair önemli bir işaret olarak görülebilir Everything Everywhere All at Once. Bundan 20 yıl önce yaptığımız “Oscar filmi” tanımının bir hayli dışında ve yeni dönemin “Oscar filmi” tanımına dair de mühim bir başlangıç noktası. Üç oyuncusu Michelle Yeoh, Jamie Lee Curtis ve Ke Huy Quan’a getirdiği ödüller haricinde 2008 tarihli Slumdog Millionaire’den beri de bu kadar fazla ödül alan (7) ilk filmimizdi. Gerçi hemen ertesinde Oppenheimer ödül bolluğuna ortak oldu ama En İyi Film heykelciğiyle Everything Everywhere All at Once’ın yeri bambaşka.

ÖDÜLLÜ & ADAY PERFORMANSLAR

10. SERPICO (’73, Lumet)
Al Pacino’nun daha sonra bir röportajında anlattığı üzere Sidney Lumet yapımı film törenden hemen önc aldığı uyuşturucular sebebiyle kafasının bir hayli iyi olduğu ve kazanmayı hiç istemediği bir adaylık getirmiş, ünlü aktöre. En İyi Uyarlama Senaryo dalında da yarışan yapım New York Polis Teşkilatı’ndan emekli olmuş bir polis memurunun rüşvetçi meslektaşlar aleyhinde ifade vermesi ve onları mahkum ettirmesini konu alıyor.

11. JULIE & JULIA (’09, Ephron)
Kafamdaki yazı serilerinden biri de çeşitli ihtimaller üzerinden Oscar tarihiyle ilgili bir şeyler karalamak ve ilk bölümünde Meryl Streep, Julie & Julia’yla üçüncü Oscar’ını alsa neler yaşanırdı sorusunun cevabını aramayı çok istiyorum. Tabii siz öncesinde Streep’in ünlü aşçı Julia Child’ı canlandırdığı filmi mutlaka izleyin, yazıya hazırlıklı gelin lütfen.

12. BLUE VALENTINE (’10, Cianfrance)
Asabımızı bütünüyle bozan, seyircisinin üstüne depresyonu boca eden Blue Valentine’ın başrolü Michelle Williams’a bir Oscar adaylığı getirmiş olması beni dünyada en çok mutlu eden olaylardan biri. Kariyerinin bir noktasında Oscar’la buluşacağına can-ı gönülden inandığım taçsız kraliçem, sevgilinizle birlikte izlediğinizde ilişkinizle ilgili her şeyi sorguladığınız bir yere sizi itecek bu filmde yine döktürüyor.

13. ALMOST FAMOUS (’00, Crowe)
Bir jenerasyona sinemayı sevdiren yönetmenlerden Cameron Crowe’un, yine aynı jenerasyonun mutlak surette favorileri arasında saydığı filmlerinden Almost Famous da iki oyuncusu Kate Hudson ve Frances McDormand’a gelen adaylıklar dahil toplamda 4 adaylık almıştı Akademi’den. Hayranı olduğu müzik grupları üzerine yazılar yazan bir ergenin, kendini bir anda o çok sevdiği insanların arasında bulup hayatlarını yakından gözlemleme imkânına erişmesini anlatıyor.

14. CLOSER (’04, Nichols)
Natalie Portman’ın kariyerinin ilk, Clive Owen’a ise tek adaylığını getiren Closer, Jude Law ile Julia Roberts’ı da dahil edince kadrosuyla 1-0 önde başlayan filmlerden biri oluyor zaten. İki çift üzerinden kadın – erkek ilişkileri üzerine sinir bozucu gözlemleri olan bir film izliyoruz bu dört şahane oyuncu eşliğinde. Mike Nichols ustanın gitmeden evvel dünyaya bahşettiği şahaneliklerden bir diğeri. Keşke bir platform tüm filmlerini getirse de doysak filmografisine. The Graduate’ın da MUBI’de olduğunu hatırlatayım!

15. THE FATHER (’20, Zeller)
MUBI’den de izleyebileceğiniz The Father’la ilgili de şöyle demişim: Yakın tarihin en kıymetli zaferlerinden birini yaşamıştı Anthony Hopkins. The Father‘da Alzheimer’la boğuşan ve hafızasını günden güne kaybeden baba rolüyle, yakın tarihte kaybettiğimiz Chadwick Boseman’ın (Ma Rainey’s Black Bottom) övgülere boğulan performansını devirmişti. Hatırlarsanız Steven Soderbergh tarafından yönetilen törende En İyi Erkek Oyuncu ödülünü özel bir an yaşanacağı için sona saklamışlardı. Ancak Hopkins’in kazanması ve pandemi yüzünden törene gelememiş olmasıyla oldukça da enteresan bir final izlemiştik.

OSCAR’IN YABANCILARI

16. COLD WAR (’18, Pawlikowski)
Aday edildiği üç dalda da (yönetmen, uluslararası film, görüntü yönetimi), Roma’ya kaybeden Cold War’u da önemli Oscar başarıları arasında saymak mümkün tıpkı Hamaguchi’nin Drive My Car’ı gibi. Kağıt üzerinde tanıdığımız Akademi’nin filminin seveceği bir yapım gibi durmayan Cold War, birbirlerinden bütünüyle farklı iki insanın birbirlerine karşı duydukları tutkulu sevgiyi, kaderin yollarını sürekli kesiştirmesini anlatıyor. Ben de tekrar ziyaret edip hatırlamak istiyorum açıkçası. Pawlikowski sinemasıyla da barışmanın zamanı geldi…

17. THE WORST PERSON IN THE WORLD (’21, Trier)
Hayatımın en kötü iş deneyimlerinden birinde zerre kadar sevmediğim insanların bu film için kendilerini yerlere atmasını gördükten sonra pek temkinli yaklaşsam da Renate Reinsve’nin oyunculuğu sayesinde içinde kaybolup gittiğim, yakın tarihin büyük fenomeni The Worst Person in the World de bir tık uzağınıza. Yalnız elimizdekileri bırakıyoruz, romantize etmiyoruz, izliyoruz üzülüyoruz ve bir film olduğunu asla unutmuyoruz, tamam mı?

TEKNİK DALLARDAN

18. BRAM STOKER’S DRACULA (’92, Coppola)
Kostüm tasarımı, ses kurgusu ve makyaj dallarında Oscar alan, sanat yönetimi kategorisinde de aday edilen Francis Ford Coppola imzalı, orijinal metne pek sadık uyarlama Bram Stoker’s Dracula’nın kadrosunda kim yok ki? Gary Oldman, Winona Ryder, Anthony Hopkins, Keanu Reeves, Richard E. Grant, Tom Waits… Resmen yıldızlar geçidi!

20. CHARLIE AND THE CHOCOLATE FACTORY (’05, Burton)
Tim Burton ve fetiş oyuncusu Johnny Depp’in birlikte çalıştığı sayısız filmden greenbox harikası Charlie and the Chocolate Factory, aile boyu bir seyirlik arayanlar için biçilmiş kaftan. Roald Dahl’un klasik kitabını bir de Burton’ın gözünden izleyelim, mucize doktorumuz Freddie Highmore’u gençliğinin baharında izleyelim diyenler için En İyi Kostüm Tasarımı dalında aldığı tek adaylıkla listede ve BluTV kitaplığında.

21. ACROSS THE UNIVERSE (’07, Taymor)
Tüm zamanların en iyi müzik grubu The Beatles’ın parçalarından oluşan müzikal Across the Universe, yaratıcı deha Julie Taymor’ın ellerinden çıkma. Dünyayı Evan Rachel Wood ve Jim Sturgess’le yüz göz eden Taymor, yalnızca kostüm tasarımı dalında adaylık alabilmişti bu filmle. Strawberry Fields Forever sahnesi için bile izlenmeye değer açıkçası.

22. BLADE RUNNER 2049 (’17, Villeneuve)
Beş dalda Oscar’a aday olup ikisinde (görüntü yönetimi ve görsel efekt) galip gelen Denis Villeneuve filmi, 1982 tarihli Blade Runner’ın devamı olma özelliğini taşıyor. Orijinal yapımın sadık hayranlarının büyük bir kısmı beğenmese de bence Villeneuve’un birbirinden vasat filmlerle dolu kariyerinin en iyisi. Tartışmalı cümlemi de söylediğime göre sizi BluTV’ye yolcu edebilirim…

SADECE SENARYOSU İYİ OLAN FİLMLER DE VARDIR

19. DONNIE BRASCO (’97, Newell)
Bir FBI ajanının mücevher hırsızı olarak sahte bir kimlikle yaşadığı hayata kendini kaptırmasını konu alan Donnie Brasco, uzunca bir süredir izleme listemden göz kırpıyordu bana. Al Pacino’nun “hu-ha”ları ve tabii aldığı senaryo adaylığı için hemen BluTV semalarında alacağım yerimi. Aklımda bir diğer Mike Newell filmi Mona Lise Smile’ı da izlemek var bu ara, ama bakalım ona ne zaman sıra gelecek…

23. THE SQUID AND THE WHALE (’05, Baumbach)
Noah Baumbach’ın bu kadar büyük bir isim olmadan önce çektiği filmlerden The Squid and the Whale yalnızca senaryo dalında aday edilmişti. Ancak başrolleri Laura Linney ve Jeff Daniels’a da birer adaylık getirmesi gerektiğini filmi izleyen herkes biliyordur eminim ki. Sıra siz de. İzleyin ve Akademi’ye isyanımıza siz de katılın lütfen.

ANİMASYONLAR

24. CORPSE BRIDE (’05, Burton & Johnson)
25. SURF’S UP (’07, Brannon & Buck)
26. THE ADVENTURES OF TINTIN (’11, Spielberg)
27. THE LEGO MOVIE (’14, Lord & Miller)
Tim Burton’ın kariyerinin en iyilerinden Corpse Bride, zayıf bir yılda animasyon dalına sızmayı başaran Surf’s Up, Steven Spielberg’ün seri üretimdeki senelerinde bir yere sıkıştırdığı The Adventures of Tintin ve animasyon dalında aday edilmeyip şarkısına gelen adaylıkla törene davet edilen The Lego Movie’ye de BluTV’den ulaşabilirsiniz.

VE HARRY POTTER SERİSİ

Screenshot

28. HARRY POTTER AND THE PHILOSOPHER’S STONE (’01, Columbus)
29. HARRY POTTER AND THE CHAMBER OF SECRETS (’02, Columbus)
30. HARRY POTTER AND THE PRISONER OF AZKABAN (’04, Cuarón)
31. HARRY POTTER AND THE GOBLET OF FIRE (’05, Newell)
32. HARRY POTTER AND THE ORDER OF THE PHOENIX (’07, Yates)
33. HARRY POTTER AND THE HALF-BLOOD PRINCE (’09, Yates)
34. HARRY POTTER AND THE DEATHLY HALLOWS: PART I (’10, Yates)
35. HARRY POTTER AND THE DEATHLY HALLOWS: PART II (’11, Yates)
36. FANTASTIC BEASTS AND WHERE TO FIND THEM (’16, Yates)
37. FANTASTIC BEASTS: THE CRIMES OF GRINDELWALD (’18, Yates)
Bütün terflerin anası J.K. Rowling kuir çocukların kalbini kırsa da ne yazık ki büyüme çağımızdan Harry Potter’ın etkilerini silip atamıyoruz. Yine de ortalıkta övmemeye ve kendisine para kazandıracak hamlelerde bulunmamaya devam etsek de canımızın Hayri Pıtır maratonu çektiği günler olmuyor değil. BluTV bu konuda milenyallerin imdadına koşup katalogda ne var ne yoksa alıp kitaplığına eklemiş. Fantastic Beasts fecaatinin ilk iki filmi de mevcut hatta kitaplıklarında.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin