Liste
Netflix Türkiye Kitaplığından Oscar Adayı Filmler
Her hafta Pazartesi günü yayınladığım liste serilerimi artık Cuma’ya koyma kararı aldım. Çünkü bakıyorum haftasonu sizlerden daha çok talep oluyor bu sayfalara. Bu hafta da hazırlığım uzun sürdü açıkçası. BluTV, MUBI Türkiye ve Prime Video‘dan sonra dijital platform kavramını tam anlamıyla hayatımıza sokan Netflix Türkiye’ye geldi çünkü sıra. Kitaplıklarından tamı tamına 173 film Oscar adayı olmuş. Bu liste de Netflix’i açıp ne izleyeceğine karar veremeyenler için bir kılavuz olur artık bundan sonra. Merak etmeyin dönem dönem buraya dönüp kitaplıklarından silinip yerine gelenleri de ekleyerek güncel tutacağım listeyi. Şimdi buyrun eksiklerinizi tamamlamak için 173 yapıma göz atmaya…
EN İYİ FİLM DALINDAN
1. BROKEBACK MOUNTAIN (’05, Lee)
Çok genç yaşta kaybettiğimiz Heath Ledger’ın büyüleyici performansıyla öne çıkan Brokeback Mountain, Oscar tarihinin en büyük skandallarından birinin başrolü olmuş ve homofobik Akademi sağolsun Crash’e kaybetmişti En İyi Film ödülünü. Bu eşsiz LGBTİ+ sineması örneği 8 dalda aday edilip yönetmen, uyarlama senaryo ve özgün müzik dallarında Oscar’la buluşmuştu. Yarınlar yokmuş gibi ağlamak isteyen varsa, daha önce izleyip izlememesinden bağımsız, başına oturup kendini Ennis ve Jack’in kollarına bıraksın.
2. LOST IN TRANSLATION (’03, Coppola)
Benim için tüm zamanların en iyi filmi Lost in Translation, Tokyo’da hayatla bağ kurma arayışındaki iki yalnız Amerikalıyı anlatıyor. Bill Murray’in Oscar’ı kaçırmış olmasını üzerinden 20 sene geçmiş olmasına rağmen hâlâ neden atlatamadığımı merak edenlere şiddetle tavsiye edilir. Ben de o sırada 1989’dan elimde kalmış kayda değer tek şey olan Sofia Coppola tişörtümü giyip 100. defa izleyeceğim Lost in Translation’ı.
3. CALL ME BY YOUR NAME (’17, Guadagnino)
Closet kapaklarını kırmama yardımcı olan Luca Guadagnino harikası Call Me by Your Name için duyduğum şükranı kelimelerle ifade edebilmem mümkün değil. Sevmeyenlerine selamlarımı iletiyor, bu filmi izlediğim sırada yanımda olan, öncesinde ve sonrasında hayatımdan geçen herkese de uzaktan sarılıyorum. Bu modern kuir klasiğin hayattaki en büyük uğraşım Oscar tarafından da görülmüş olması ve En İyi Film dahil 4 dalda aday edilerek uyarlama senaryo Oscar’ını kazanmış olması gerçekten çok kıymetli.
4. CHICAGO (’02, Marshall)
Beyazperdenin gördüğü en iyi müzikallerden Chicago, 12 dalda Oscar’a aday olmuş ve En İyi Film dahil 6 dalda ödülle buluşmuştu. Catherine Zeta-Jones’u Oscar’lı bir aktris yapan film, 1920’lerde cinayet zanlısıyken halkın sevgilisine dönüşen Roxie Hart’ın hikâyesini anlatıyor. Ödüllerin geç dağıtıldığı bir yılda pek çok kategoride karar değiştiren Akademi’nin The Pianist’e âşık olmalarına rağmen Chicago’dan vazgeçmemesi de önemli bir detay.
5. TAXI DRIVER (’76, Scorsese)
All the President’s Men ve Network ile Rocky’e yenik düşen Taxi Driver, kimilerince Martin Scorsese’nin en iyi filmi olarak görülüyor. Sinema tarihine Travis Bickle gibi kült bir karakter armağan eden yapım En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu (Robert De Niro), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Jodie Foster) ve En İyi Özgün Müzik dallarında aday olmuş ve ne yazık ki hepsinde de kaybetmiş. Scorsese’nin aday edilmemesi konusunu açmak dahi istemiyorum…
6. SCHINDLER’S LIST (’93, Spielberg)
Başarıdan başarıya koştuğu kariyerinde bir Oscar favorisine dönüşmesine yardımcı olan o film Schindler’s List, Steven Spielberg için. 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudi işçiler için sığınak olması amacıyla fabrika işleten Oskar Schindler’in gerçek hayat hikâyesini anlatıyor. Kimilerince tam anlamıyla bir duygusal manipülasyon tuzağı, kimilerince başyapıt olarak nitelendirilen yapım En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil 12 dalda Oscar’a aday olup 7’sini kazandı. Kendini kaybedene kadar ağlamak isteyenler için birebir.
7. THE HOURS (’02, Daldry)
Nicole Kidman’ın burun farkıyla Oscar kazandığı The Hours, yazar Virginia Woolf, 1950’lerde yaşayan mutsuz bir ev kadını ve günümüzdeki bir kitap editörünün birbirine paralel yaşamlarını ele alıyor. Projeye dahil olan isimler ve tabii ki konusu itibariyle kuir kabul edilebilecek filmde Kidman başrolleri Julianne Moore ve Meryl Streep’le paylaşıyor. Tam bir actressexual hazinesi!
8. THE GODFATHER (’72, Coppola)
The Godfather serisinin 10 dalda Oscar’a aday olup En İyi Film dahil 3’ünde kazanan ilk filmi The Godfather’ı Netflix’ten izleyebiliyorsunuz. Ama acı bir şekilde ikinci ve üçüncü film kitaplıklarında yok. Al Pacino’yu star yapmış performansı izleyip, Marlon Brando’dan büyülenip, Diane Keaton’ın suratına kapanan kapıda defteri kapatmaya hazırsanız buyursunlar. İşin kötü tarafı, başka bir platformda da mevcut değil The Godfather serisi. Umuyorum Netflix ne yapar eder, diğer filmleri de geri ekler seçkisine.
9. GLADIATOR (’00, Scott)
12 dalda Oscar’a aday olan ve En İyi Film dahil 5 kategoride galip gelen Gladiator, Netfliz Türkiye kitaplığında. Bu yıl Ridley Scott’ın Paul Mescal ile ikincisini çektiği yapımı bir dönem durmaksızın televizyonda oynarken kaçırmış olanlar için harika bir fırsat. Hollywood’a özlediği elliler sineması hissini tekrar yaşatan yapımın büyük bir hayranı olmasam da Akademi tarihindeki kıymetli yeri için bile izlenmeyi hak ediyor.
10. JAWS (’75, Spielberg)
Steven Spielberg’ü yıldız yönetmen mertebesine taşıyan, gerilim türünün vazgeçilmez klasiklerinden Jaws, 4 kategoride birden aday edilmiş Akademi tarafından. Katil köpek balığının Amity Adası sakinlerine hayatı dar eden varlığı En İyi Film hariç diğer 3 kategoride galip gelmiş: En İyi Kurgu, En İyi Özgün Müzik ve En İyi Ses. John Williams’ın iki notayla gerim gerim germesini hatırlamak adına bile tekrar izlenebilir.
11. ROMA (’18, Cuarón)
Netflix’in Oscar özelindeki başarılarının ilki ve belki de en önemlisi Roma, auteur sinemasına kucak açan platform için büyük bir önem taşıyor. Alfonso Cuarón’un En İyi Film Oscar’ının dibinden dönen pek kişisel başyapıtı kitaplıklarındaki en kıymetli filmlerden biri kısacası. 10 adaylıktan 3’ünde galip gelen Roma, Meksiko’nun 1970’lerdeki siyasi kargaşa ortamında geçiyor ve bir vde hizmetçi olarak çalışan bir kadının gözünden dönemin portresini sunuyor.
12. THE ENGLISH PATIENT (’96, Minghella)
2008 yılında kaybettiğimiz yönetmen Anthony Minghella’nın yazıp yönettiği epik-romantik-savaş draması İngiliz Hasta, En İyi Film dahil 9 dalda Oscar ödüllü. Fransız sinemasının en başarılı aktrislerinden Juliette Binoche’un Oscarlandığı yapım 2. Dünya Savaşı sırasında geçiyor. Kimileriniz Seinfeld’de Elaine’in izlerken fenalık geçirdiği film olarak da tanıyor olabilir The English Patient’ı.
13. THE REMAINS OF THE DAY (’93, Ivory)
Yeni jenerasyonun Call Me by Your Name’in senaristi olarak tanıdığı James Ivory’nin ellerinden çıkma, yol arkadaşı Ismail Merchant’la yaptığı filmlerden belki de en kıymetlisi Günden Kalanlar, 8 dalda Oscar’a aday olup 8’ini de kaybetmiş ne yazık ki. Kazuo Ishiguro’nun aynı adlı romanından uyarlanan film, görevine bağlı bir kâhyanın Nazi sempatisini görmezden geldiği lordunun evine bakmaya adamasını anlatıyor.
14. SENSE AND SENSIBILITY (’95, Lee)
Ang Lee’nin birbirinden farklı filmlerle dolu filmografisinin en nadide parçalarından biri de Jane Austen uyarlaması Sense and Sensibility. Emma Thompson’a uyarladığı senaryo sayesinde Oscar getiren film Kate Winslet’in de kariyerinde ilk kez Oscar’a aday olmasını sağlamıştı. Alan Rickman’dan Hugh Grant’e, Imelda Staunton’dan Harriet Walter’a seyrine doyulmayan bir kadrosu bulunan Austen adaptasyonu, En İyi Film dahil 7 dalda Oscar’a aday olmuştu.
15. SPOTLIGHT (’15, McCarthy)
Boston Globe’daki muhabir ve editör ekibinin, Katolik Kilisesi tarafından örtbas edilen şoke edici çocuk tacizi olaylarını ortaya çıkarmasını konu alan Spotlight, epey sakin bir sezonda En İyi Film Oscar’ını kucaklamıştı. Aynı zamanda özgün senaryo ödülünü de alan film, 6 dalda Oscar adayı olmuştu 2015’te. Mad Max: Fury Road karşısında oylarını Tom McCarthy’nin hızlıca unutulan filmine oy verenlerin ne yaşadığını anlamak için izleyebilirsiniz.
16. GET OUT (’17, Peele)
Son yılların en heyecan verici kariyerlerinden birini inşa eden Jordan Peele’ın 21. yüzyıla ait Amerikan başyapıtları sayılırken mutlaka adı anılan filmi Get Out’a da Netflix’ten ulaşmak mümkün. Daniel Kaluuya’ya kariyerinin ilk Oscar adaylığını getiren yapım, siyah bir adamın beyaz sevgilisinin ailesinin evine yaptığı ziyaret sırasında öğrendikleriyle delirmenin kıyısına gelmesini anlatıyor.
17. LADY BIRD (’17, Gerwig)
Son 10 yılın en başarılı yönetmenlerinden Greta Gerwig’in belki de en iyi filmi Lady Bird sadece bir tık uzaklıkta. Saoirse Ronan ve Laurie Metcalf’in olağanüstü performanslarıyla büyülediği bu büyüme hikâyesinin bağımlılık yapan bir tarafı da var. Dolayısıyla tekrar tekrar izlenebilecek bir serviste olması büyük avantaj.
18. LITTLE WOMEN (’19, Gerwig)
Lady Bird’ü de kitaplığında barındıran Netflix, Greta Gerwig’ün 6 dalda Oscar’a aday olan uyarlamasını da almış arşivine. Saoirse Ronan’ın bu filmle Oscar alması gerektiğini söyleyerek başlayayım. Küçük Kadınlar romanına taze bir perspektif getiren Gerwig, son dönemin başarılı aktrislerinden Florence Pugh’un da ilk Oscar adaylığını almasına vesile oldu.
19. MARRIAGE STORY (’19, Baumbach)
Pandemiden hemen önce Parasite’ın hükmettiği sinema yılının gazilerinden Marriage Story de 6 adaylık almış ve Laura Dern’e Oscar getirmişti. Netflix’in kadrolu yönetmenlerinden Noah Baumbach’ın ellerinden çıkma yapım dağılan bir evliliği merkezine alıyor. Hatta otobiyografik bir tarafı da var. Baumbach biliyorsunuz ki Jennifer Jason Leigh’yle olan evliliğini bitirip Greta Gerwig’le ilişkiye başlamıştı.
20. GANDHI (’82, Attenborough)
Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin önemli figürü Mahatma Gandhi’nin hayatını konu alan Richard Attenborough yapımı Gandhi, toplamda 8 Oscar alan bir biyografi. En İyi Film ve En İyi Yönetmen kategorisindeki ödüllerinin yanı sıra başrolü Ben Kingsley’e de kariyerinin yegâne Oscar’ını getirmiş.
21. FORREST GUMP (’94, Zemeckis)
En İyi Film dahil 6 dalda Oscar ödüllü doksanlar klasiği Forrest Gump da yüzüncü defa izlemek isteyenler için Netflix Türkiye kitaplığında. Tom Hanks’i kariyerinin iki sene arka arkaya gelen Oscar ödüllerinden birini getiren yapım, nazik ve dost canlısı Forrest Gump’ın birbirinen olağanüstü olaylar zincirinde iyimserliğiyle etrafındakilere ilham olduğu inanması güç bir öyküyü anlatıyor. The Lion King’le birlikte 1994’te sinema salonlarını kurtardıkları söylenebilir.
22. EVERYTHING EVERYWHERE ALL AT ONCE (’22, Kwan & Scheinert)
Akademi’nin değiştiğine dair önemli bir işaret olarak görülebilir Everything Everywhere All at Once. Bundan 20 yıl önce yaptığımız “Oscar filmi” tanımının bir hayli dışında ve yeni dönemin “Oscar filmi” tanımına dair de mühim bir başlangıç noktası. Üç oyuncusu Michelle Yeoh, Jamie Lee Curtis ve Ke Huy Quan’a getirdiği ödüller haricinde 2008 tarihli Slumdog Millionaire’den beri de bu kadar fazla ödül alan (7) ilk filmimizdi. Gerçi hemen ertesinde Oppenheimer ödül bolluğuna ortak oldu ama En İyi Film heykelciğiyle Everything Everywhere All at Once’ın yeri bambaşka.
23. JUNO (’07, Reitman)
Lisedeyken hamile kalan şahsına münhasır genç kız Juno, doğmamış bebeğini evlat edinecek mükemmel aileyi bulmak üzere harekete geçiyor. Jason Reitman’ın ilk uzun metrajlısı aldığı sürpriz adaylıklarla yakın tarihin en iyi sinema yıllarından birinde No Country for Old Men ve There Will Be Blood gibi devlerle kapışma şansı elde etmişti. Nihayetinde de özgün senaryo dalında aldığı Oscar’la evine döndü Juno.
24. MONEYBALL (’11, Miller)
Oakland A’nın menajeri Billy Beane, beyzbol takımının parasının pahalı oyunculara yetmemesinden bıkınca, oyunu değiştirmek için yeni ve cesur bir stratejiye başvurur. Gerçek bir hikâyeden uyarlanan Moneyball, bir spor filmi denilerek geçiştirilmemesi gereken dört başı mamur bir drama. Jonah Hill’i ciddiye almamızı sağlayan, Brad Pitt’in de kariyer performansını muhteva eden yapım En İyi Film dahil 6 dalda Oscar’a aday olmuştu.
25. SCENT OF A WOMAN (’92, Brest)
Al Pacino’ya The Godfather, Serpico, The Godfather Part II ve Dog Day Afternoon’da hak ettiği Oscarlar verilmediği için kariyer ödülü için aradan çıkarıldığını kimsenin inkâr edemeyeceği ödülü getirmişti Scent of a Woman. En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil 5 kategoride Oscar’a aday olan Kadın Kokusu, Şükran Günü hafta sonunda biraz para kazanmayı uman bir hazırlık okulu öğrencisinin görme yetisini kaybetmiş huysuz bir emekli yarbaya bakıcılık yapmasını anlatıyor.
26. THE POWER OF THE DOG (’21, Campion)
Prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nden Gümüş Aslan’la ayrılan The Power of the Dog, bir rekora kırarak 1967 yapımı The Graduate’dan beri yalnızca En İyi Yönetmen Oscar’ı alan ilk yapım oldu. Jane Campion’ın yönettiği western türündeki film, 1920’lerin Montana’sında bir çiftlik sahibi, kardeşinin yeni karısı ve onun genç oğlu arasındaki çekişmeyi konu alan, kuir dokunuşlara sahip bir taşyapıt olarak özetlenebilir. Toplamda da 12 Oscar adaylığı almıştı bu şahanelik.
27. FATAL ATTRACTION (’87, Lyne)
Çocukluğumuzda televizyonda defalarca oynatılmış ve izlememiz pek sakıncalı bulunan kült bir klasik. Bir yanda Michael Douglas, diğer yanda Glenn Close’un olduğu En İyi Film adayı bir psikolojik gerilim Fatal Attraction, Türkçe adıyla Öldüren Cazibe. Hafta sonu kaçamağı yaptığı kadının ihmal edilmeyi reddetmesiyle evliliği tehlikeye giren bir adamı konu alıyor. 6 dalda Oscar’a aday olan film hepsini kaybetmiş ne yazık ki. Keşke Glenn Close bu ikonik rolle ipi göğüsleseymiş dedirtiyor. Moonstruck’daki Cher’e kaybettiğini de not düşeyim.
28. AWAKENINGS (’90, Marshall)
Robert De Niro ve Robin Williams’ı buluşturan Awakenings, 1969’da bir doktorun deneysel bir ilacı katatonik bir adamın üzerinde test etmesiyle başlıyor. 30 yıllık komadan uyanan hastasının yetişkin olarak yeni hayatına alışma çabasını izliyoruz. En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Uyarlama Senaryo Oscar’ı için yarışan Awakenings’i Penny Marshall’ın yönettiğini, Steven Zaillian’ın yazdığını da eklemezsem olmaz. Doksanların seyirci dostu klasik uyarlamalarından.
29. THE READER (’08, Daldry)
Oscar oyununu kökünden değiştiren yılın başrollerinden biriydi The Reader. The Dark Knight’ın yerine aday edildiğinde Akademi, En İyi Film kategorisi ve oylama sistemiyleyle ilgili kurallarını değiştirerek aday sayısını bir anda 10’a çıkarmıştı. Kate Winslet’e hem kategorisi sorgulanabilecek, hem de aynı sene çektiği Revolutionary Road’daki performansı düşünülünce direkt doğruluğu sorgulanabilecek bir Oscar getiren yapım Bernard Schlink’in genç bir oğlan ile daha sonra savaş suçlarından yargılanan, kendinden yaşça büyük bir kadının arasındaki ilişkiyi anlatıyor.
30. MANK (’20, Fincher)
Netflix – auteur buluşmalarının pandemi yılına denk geleni Mank, David Fincher’ın babasının 20 yıl önce yazdığı bir senaryodan filmleştirildi. Citizen Kane’in senaryosunu bitirmeye çalışan alkolik senarist Herman J. Mankiewicz’in gözünden 1930’ların Hollywod’unu anlatıyor. En İyi Film dahil 10 dalda Oscar adayı ve görüntü yönetimi ile prodüksiyon tasarımı kategorilerinin de galibi. Fincher filmografisinin en ayrıksı parçası da denilebilir ayrıca.
31. THE IRISHMAN (’19, Scorsese)
Martin Scorsese’nin Netflix’in kanatları altında seyirciyle buluşan epik gangster filmi The Irishman, üç büyük devi buluşturmuştu. Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci’yi bir araya getiren yapım bir oganize suç ailesi içn çalışan emektar bir tetikçiyi konu alıyor. Oscar’dan yana şansı da malumunuz. Scorsese’nin son dönemde çektiği her film gibi sıfır çekti, En İyi Film dahil 10 adaylık almasına rağmen.
32.CAPTAIN PHILLIPS (’13, Greengrass)
I’m the captain now! Somalili korsanlar bir kargo gemisini kaçırarak geminin kaptanını rehine alınca ABD donanmasıyl akorsanlar arasında gerilim dolu anlar yaşanır. Gerçek bir öyküden uyarlanan Captain Phillips, limuzin şoförü Barkhad Abdi’ye Oscar adaylığı getirmiş ve En İyi Film kategorisinde de yarışmıştı. Tom Hanks’in finaldeki 1 dakikayı geçmeyen sahnesi son 20 yıldır yaptığı en ve belki de tek iyi şey olabilir.
33. FORD V FERRARI (’19, Mangold)
En İyi Film dahil 4 adaylık alan ve En İyi Kurgu ile En İyi Ses Kurgusu dallarında galip gelen Ford v Ferrari, Christian Bale ve Matt Damon’ı buluşturuyor. Enzo Ferrari’nin Le Mans’daki egemenliğine son vermek için birlik olan bir araba tasarımcısı ve yarışçının hikâyesi anlatılıyor. Tam babalara uygun, heteroseksüel erkek filmi.
34. THE TRIAL OF THE CHICAGO 7 (’20, Sorkin)
Başka bir yılda yarışsa muhtemelen En İyi Film Oscar’ını göğüsleyecek The Trial of the Chicago 7, Oscar ödüllü senarist Aaron Sorkin’in imzasını taşıyor. Toplamda 6 Oscar adaylığı alıp sıfır çeken yapım, barışçıl başlayıp polisle çatışarak sonlanan bir protestonun ertesinde gerçekleşen dava sürecini izletiyor bize. Sacha Baron Cohen’den Jeremy Strong’a herkesin mübalağayla oynadığı yapımın pandemiden önce vizyon görmesi bekleniyordu. Ama kovid sağolsun, film Netflix’in kucağına düştü.
35. ELVIS (’22, Luhrmann)
Baz Luhrmann’ın sihirli fabrikasından çıkan bu film adından da anlaşılacağı üzere rock & roll’un kralı Elvis Presley’nin şöhret basamaklarını tırmanmasını anlatan bir biyografi. Şu sıralar bütün internet Austin Butler’a sevdalı olduğumuz için kendisini yıldız mertebesine taşıyan performansı izlemeniz için sizi Netflix’te beklemekte bu film. Hatırlarsanız Brendan Fraser’la da kıyasıya bir rekabetteydi ama sonunda ödülü kaptırdı. Bu arada Elvis, 8 dalda Oscar adayı oldu ama sıfır çekti.
36. DON’T LOOK UP (’21, McKay)
Leonardo DiCaprio, Jennifer Lawrence, Meryl Streep, Cate Blanchett, Jonah Hill, Mark Rylance, Timothée Chalamet ve Ariana Grande’yi buluşturan Don’t Look Up seyirci karşısına çıktığı epey tartışmalara yol almıştı. Adam McKay’in dünyanın sonu ve iklim krizi hakkında icra ettiği komedi kimilerince epey sığ bulundu ama Netflix’in izle unut politikasına cuk oturan formuyla Akademi’den aradığı ilgiyi gördü ve En İyi Film dahil 4 dalda Oscar adayı oldu.
37. ALL QUIET ON THE WESTERN FRONT (’22, Berger)
Dokuz dalda aday edilip dördünde galip gelen ve genç bir Alman askerini konu alan bu I. Dünya Savaşı filmi kılığındaki ruhsuz bilgisayar oyunu epey yaklaşmıştı Everything Everywhere All at Once’ın elinden zaferini almaya. Bakması keyifli bir “baba” filmi olarak izlemek isteyene engel olmayayım tabii ama Erich Maria Remarque’ın kitabından çok daha iyi bir uyarlama 1930 yılında yapıldı ve En İyi Film ödülünü ta o zaman aldı biliyorsunuz ki.
38. MAESTRO (’23, Cooper)
Oscar almak için yapmadığını bırakmayan Bradley Cooper evine eli boş dönmeye devam etse de büyük bir hırsla oynadığı Leonard Bernstein’i konu alan biyografi Maestro’yla adaylık sayısını 12’ye çıkardı. Carey Mulligan’a da kariyerinin üçüncü adaylığını getiren Netflix yapımı Maestro, toplamda 7 adaylık aldı Akademi’den. Broadway efsanesi, ikonik müzisyenin Cooper tarafından canlandırılmasını izlemek isteyenler için filme Netflix’ten ulaşmak mümkün.
39. THE FAVOURITE (’18, Lanthimos)
22 Temmuz’da Netflix’ten ayrılmaya hazırlanan The Favourite, canımız Yorgos Lanthimos’u dünya sahnesine taşıdı biliyorsunuz ki. Hasta ve dengesiz Kraliçe Anne savaş hâlindeki kraliyetin kontrolünü yitirirken âşığı ve sırdaşı, kraliçenin sevgisini kazanmak için kurnaz ve genç rakibiyle mücadele ediyor filmde. 10 dalda Oscar’a aday olan yapım, Olivia Colman’a da sürpriz ve çok hak edilmiş bir zafer kazandırmıştı. Teşekkür konuşması bugüne kadar en çok izlediğim Youtube videosu olabilir. Her hafta iki doz…
40. BELFAST (’21, Branagh)
Akademi’yle bambaşka film zevklerine sahip olduğumuzun ispatı niteliğindeki Belfast, oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Kenneth Branagh’ın kendi çocukluğundan hareketle yazdığı senaryodan filmleştirildi. Kuzey İrlanda’nın zor zamanlarında geçen basmakalıp “masumiyetini kaybeden çocuk” anlatısı 7 dalda aday edildi ve senaryo ödülünü kazandı. Yalnız Netflix kitaplığından ayrılmasına sayılı gün kalmış durumda. 11 Temmuz’da tarihin tozlu sayfalarına karışıyor.
41. THE PIANIST (’02, Polanski)
Chicago’nun 2002’deki en büyük rakibi The Pianist, tescilli pedofil Roman Polanski’ye hem de tüm bu olaylardan sonra Oscar getirmişti. Salonun topluca ayağa kalkıp alkışladığı o anı gördükçe midem bulanıyor. Adrien Brody’e getirdiği sürpriz ödül hatırına ille de izleyeceğim diyen varsa 14 Temmuz’a kadar Netflix kitaplığında olacakmış.
ADAY OYUNCULAR
42. THE TALENTED MR. RIPLEY (’99, Minghella)
Feminizmin Doğukan Manço’su Yemeksepeti siparişlerini semirmekten arta kalan zamanında sodyum kokan klavyesiyle bana yaptığı yakıştırmanın Ripley’siyle bu filmde tanışabilirsiniz. Jude Law’un sinema tarihinin en seksi karakterlerinden birine can verdiği, Matt Damon ve Jude Law’un döktürdüğü yapım 5 dalda Oscar adayı olmuş ve hiçbirini kazanamamış utanç verici bir şekilde. Ayrıca Andrew Scott’lı yeni dizi versiyonu da Netflix kitaplığında mevcut biliyorsunuz ki.
43. GIRL, INTERRUPTED (’99, Mangold)
Angelina Jolie’ye genç yaşında Oscar getiren Girl Interrupted, altmışların sonunda bir psikiyatri hastanesinin kadınlar koğuşunda geçiyor. Winona Ryder, Clea DuVall, Brittany Murphy ve Elisabeth Moss’lu kadrosuyla tam bir doksanlar özedi kıvamında. Zamanında One Flew Over the Cuckoo’s Nest’e benzetilen filme, eleştirmenlerin bugün daha iyi davrandığı kesin.
44. BRIDESMAIDS (’11, Feig)
Yardımcı kadın oyuncu ve özgün senaryo dallarında Oscar’a aday gösterilen Bridesmaids, 21. yüzyılın en iyi komedisi olmaya aday. Her biri birbirinden yetenekli kadrosu, SNL ekolünden gelen keskin mizahıyla yakın Amerikan sinema tarihinin medar-ı iftiharlarından. Maya Rudolph, Kristen Wiig, Rose Byrne ve Melissa McCarthy’nin kusursuz oynadığı yapımda talihsiz bir nedimenin, en yakın arkadaşının düğüne hazırlık sürecini yüzüne gözüne bulaştırmasını izliyoruz. Gelinlikçi sahnesinin hatırına bile izlenir.
45. JACKIE BROWN (’97, Tarantino)
Bana göre Quentin Tarantino’nun en iyi filmi Jackie Brown’ın merkezinde yaşı ilerleyen bir hostes yer alıyor. Jackie, nakit para kaçırırken yakalanıp bir soruşturmada iş birliği yapmak zorunda bırakılınca parayı da alıp kaçmak için bir plan tasarlamaya başlıyor. Yetmişlerin blaxploitation filmlerine atıf yapan Tarantino bu filmiyle senaryo dalında aday edilmese de Robert Forster, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde ağırlanmış. Keşke Pam Grier’ı da aday etselermiş!
46. THE DEVIL WEARS PRADA (’06, Frankel)
Canınız mı sıkıldı? İzleyecek bir şeyiniz mi yok? Aşina olduğunuz dostunuzun kollarına koşup sımsıkı sarılmak mı istiyorsunuz? Alın size The Devil Wears Prada! Bir moda dergisinin acımasız editörünün yanında asistan olarak işe başlayan genç bir kadının zorlu mücadelesi deyip geçmeyin, Meryl Streep’ten oyunculuk dersi, Anna Wintour’un gerçek yüzü, Anne Hathaway’i gerçek bir yıldız yapan o film, Emily Blunt’ı dünyayla tanıştırmış değerli yapım diyerek izleyin.
47. STEVE JOBS (’15, Boyle)
Benim gerçekliğimde Leonardo DiCaprio, Oscar’ını The Wolf of Wall Street ile aldığı için Michael Fassbender da Steve Jobs’la kariyerinin ilk altın heykelciğine kavuşuyor. Aaron Sorkin’in yazdığı, Danny Boyle’un yönettiği yapım, Mac’in yaratıcısı Jobs’un kariyerindeki üç kritik noktaya odaklanıyor. Biyografi nasıl olmalı sorusuna bir cevap niteliğinde. Hazır yeri gelmişken, o sene Kate Winslet’in de Alicia Vikander yerine ödülü alması gerektiğini söyleyebiliyor muyuz?
48. LOVING (’15, Nichols)
1958 yılında genç bir çiftin yaptığı ırklar arası evliliğin, Yüksek Mahkeme’ye kadar gidecek bir davaya yol açmasını konu ediniyor Loving. Gerçek olaylardan uyarlanan yapım başroldeki Ruth Negga’ya hak edilmiş bir Oscar adaylığı getirmişti. Keşke ikinci adaylık da Passing’le gelseydi bu arada. O da neymiş diyenler için Rebecca Hall’un filmine de Netflix’ten ulaşmak mümkün.
49. LITTLE WOMEN (’94, Armstrong)
Greta Gerwig’in 2019 tarihli Küçük Kadınları’ndan önce Winona Ryder, Kirsten Dunst, Claire Danes, Susan Sarandon ve Christian Bale’lı Küçük Kadınlar vardı. Louisa May Alcott’ın ölümsüz eserinden uyarlanan yapım 19. yüzyıl Amerikası’nda idealist bir annenin yetiştirdiği dört kız kardeşin büyüme sancılarını ve yaşadıkları trajedileri konu alıyor. 3 dalda Oscar’a aday olan 1994 yapımı versiyon, beyazperdedeki beşinci Little Women uyarlamasıymış bu arada.
50. PAIN & GLORY (’19, Almodóvar)
Bütün sezonu es geçmesine rağmen Oscar’ı ıskalamayan Antonio Banderas’ın performansıyla öne çıkıyor Pain & Glory de. Sağlığı bozulan bir film yönetmeni, yaratıcılığını ortaya çıkarmak için aradığı ilham kaynağını beklenmedik bir anda tanıdık bir yerde buluyor. Pedro Almodóvar’ın formuna döndüğü yapımlardan biri olarak kabul gören film Cannes’da da Banderas’a En İyi Erkek Oyuncu ödülü getirmişti.
51. TICK, TICK… BOOM! (’21, Miranda)
Will Smith’in kazandığı senede kategorinin muhtemel ikincisi olarak yarışa giren Andrew Garfield’in başrolünde yer aldığı Tick, Tick, Boom’u Hamilton ile Tony tarihindeki bütün rekorları kıran Lin-Manuel Miranda yönetti. Ve film, Rent müzikalinin yaratıcısı Jonathan Larson’ın biyografisi olma özelliğini taşıyor. En İyi Film adayı olmaya çok yaklaştığını da ekleyeyim ki kaçıran olduysa mutlak surette izlesin.
52. THE MIRROR HAS TWO FACES (’96, Streisand)
Efsanevi oyuncu ve müzisyen Barbra Streisand’ın hem yönetip hem oynadığı The Mirror Has Two Faces, ilişkiden seks faktörünü çıkararak denemeye kararlı bir profesörün mantık evliliği yapmak üzere kendine eş seçmesiyle başlayıp mantıksızlıklar silsilesinde gezinen ama nihayetinde bütün romantizmiyle kalpleri fetheden o doksanlar filmlerinden bir diğeri. Lauren Bacall’a adaylık ve hatta neredeyse Oscar getiren film özgün şarkı adaylığı da almış.
53. THE PURSUIT OF HAPPYNESS (’06, Muccino)
Adil bir evrende sanıyorum ki Will Smith çoktan bu filmle Oscar’ını almış olurdu. Yeni terk edilmiş, kendini ve oğlunu fakirlikten kurtarmaya kararlı birb aba, bir hisse senedi brokerlık firmasının en dibinden başlayan kariyerinde yükselerek Amerikan rüyasının ötekini yüzünü gösteriyor seyircisine. Çocukken ilk izlediğimde hüngür şakır nasıl ağladığımı, filmin bende yarattığı travmatik etkiyi asla unutamıyorum.
54. AMERICAN GANGSTER (’07, Scott)
Yakın tarihin en eğlenceli yarışlarından birine ev sahipliği yaptı 2007 yılındaki En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisi. Nihayetinde ipi göğüsleyen isim Tilda Swinton (Michael Clayton) olsa da kısacık sahnesiyle herkesi büyüleyen Ruby Dee, American Gangster’daki performansıyla SAG Ödülü’nü evine götürdü. 2014 yılında kaybettiğimiz efsanevi aktrisin harika teşekkür konuşmasını bulabilirseniz izlemeyi de ihmal etmeyin.
55. THE IMPOSSIBLE (’12, Bayona)
Bu film deniz seviyesinin altına konuşlanmış bir sinema salonunda tek başıma izleyip öyle güzel travmatize olmuştum ki finaldeki İsviçre Sigorta reklamı bile rahatsızlık vermedi. Naomi Watts, Ewan McGregor ve Tom Holland (evet, yanlış duymadınız) dört dörtlük performanslarla hipnotize ettiği yapım, 2004’te Güneydoğu Asya’da yaşanan devasa tsunaminin yol açtığı kaosu bir ailenin yürek parçalayan deneyimleri aracılığıyla aktarıyor.
56. JULIE & JULIA (’09, Ephron)
Kafamdaki yazı serilerinden biri de çeşitli ihtimaller üzerinden Oscar tarihiyle ilgili bir şeyler karalamak ve ilk bölümünde Meryl Streep, Julie & Julia’yla üçüncü Oscar’ını alsa neler yaşanırdı sorusunun cevabını aramayı çok istiyorum. Tabii siz öncesinde Streep’in ünlü aşçı Julia Child’ı canlandırdığı filmi mutlaka izleyin, yazıya hazırlıklı gelin lütfen.
57. PIECES OF A WOMAN (’20, Mundruczó)
The Crown’la hayatlarımıza giren Vanessa Kirby’e kariyerinin ilk Oscar adaylığını getiren Pieces of a Woman, Venedik’te de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almıştı. Netflix bünyesinde seyirciyle buluşan filmde evde yaptığı trajik doğumun ardından kayıpla ve matemin tonunu değiştirdiği ilişkileriyle başa çıkmaya çalışan bir kadın anlatılıyor. Ve Vanessa Kirby o kadar iyi oynuyor ki… Bu kadar olur!
58. MA RAINEY’S BLACK BOTTOM (’20, Wolfe)
Tony ödüllü bir tiyatro oyununun beyazperde çıkartması, Chadwick Boseman’a ölümünün ardından Oscar getirmek üzereydi hatırlarsanız. Blues şarkıcısı Ma Rainey ile grubunun, 1927’de Chicago’daki bir stüdyoda yaşadıklarını anlatan film aldığı 5 adaylıktan 2’sini ödüle çevirmeyi başardı. Birisi Viola Davis’in şişman kılığını da içeren En İyi Makyaj & Saç Tasarımı ödülü, diğeri de tabii ki En İyi Kostüm Tasarımı.
59. RUSTIN (’23, Wolfe)
Bir klasik Oscar biyografisi de Ma Rainey’nin yönetmeni George C. Wolfe ve kısa bir süre içerisinde ilk Oscar’ını alacağına inandığım Colman Domingo’dan geldi 2023’te. Ian McKellen’dan bu yana eşcinsel bir karakteri oynayıp Oscar’a aday edilen ilk eşcinsel erkek Domingo, insan hakları aktivisti Bayard Rustin’i canlandırıyor filmde.
60. THE TWO POPES (’19, Meirelles)
Oscar için yarışan filmler yazmaya alışkanlık hâline getirmiş Anthony McCarten’ın ellerinden çıkma The Two Popes. Jonathan Pryce ve Anthony Hopkins’in Oscar adayı olduğu yapım, tüm zamanların en iyi filmleri arasında sayılan City of God’ın yönetmeni Fernando Meirelles’in imzasını taşıyor. Konusuna gelirsek… Katolik Kilisesi için kritik bir dönüm noktasında Papa 16. Benedict, geleceğin papası Kardinal Bergoglio ile bir araya gelip beklenmedik bir dostluk kuruyor. Gerçek olaylardan kurgusu bol sohbetlerle donatılarak uyarlanmış.
61. NYAD (’23, Vasarhelyi & Chin)
Annette Bening ve Jodie Foster’a sorgulanmaya müsait Oscar adaylıkları getiren Nyad, 64 yaşında hayatının yolculuğunu tamamlamak üzere bir yola baş koyan uzun mesafe yüzücüsü Diane Nyad’ı konu alıyor. Tipik bir Oscar filmi. Doksanlarda yapılmış olsa iki oyuncusuna da ödül getirir ve muhtemelen En İyi Film kategorisinde de yarışa dahil olurdu.
62. NOCTURNAL ANIMALS (’16, Ford)
Tom Ford alamet-i farikası A Single Man’i ne kadar sevdiysem Nocturnal Animals’dan da o denli hazzetmiyorum. Ancak kadrodan Aaron Taylor-Johnson’ın abartılı oyunu yerine Michael Shannon aday edildiği için Akademi’ye müteşekkirim. Amy Adams ve Jake Gyllenhaal’un da kadrosuna yer aldığı yapım ölen eşinin yazdığı son romanı okurken geçmişiyle yüzleşen bir kadını merkezine alıyor.
63. HILLBILLY ELEGY (’20, Howard)
Glenn Close, Albert Nobbs ile Oscar alacak derken ödülü Olivia Colman’a kaptırınca ardından gelen ilk ödül kokulu işinde aday etmeyi uygun gördü Akademi. Oscar için yapılmış en kötü filmlerden biri olması kuvvetle muhtemel Ron Howard yapımı, ani bir haberle memleketine geri dönen fakirlikten gelme bir hukuk öğrencisinin üç kuşaklık aile geçmişiyle yüzleşmesini anlatmakta. Korkunç kötü olduğu için arkadaş ortamında açıp kahkahalarla izlemek keyifli olabilir.
64. BLONDE (’22, Dominik)
Kadın düşmanı olduğunu fark etmeyen erkeklerin en yeni temsilcisi Andrew Dominik’in kamerasıyla Marilyn Monroe’yu dövdüğü kürtaj karşıtı kepazelik Blonde da Netflix kitaplığında hâlâ. Ana de Armas’ın korkunç aksanıyla Oscar’a aday olduğu yapım yakın tarihte beni en çok sinirlendiren Hollywood işlerinden biri olduğu için tek bir iyi cümle sarf edemiyorum, kusura bakmayın.
65. PRIDE & PREJUDICE (’05, Wright)
Bir Jane Austen uyarlaması daha! Keira Knightley’e ilk Oscar adaylığını getiren yapım, aynı zamanda Succession’ın Tom’u olarak ödüllere boğulan Matthew Macfadyen’ı da barındırıyor. Dört kategoride yarışıp sıfır çekse de hem Joe Wright’ı dünyaya tanıtması, hem de Knightley’le birlikte genç Rosamund Pike ve Carey Mulligan’ı içermesi sebebiyle pek kıymetli. Ang Lee’nin Sense and Sensibility’siyle birlikte en iyi Austen adaptasyonu olma özelliğini de taşıyor. Ve her ikisi de Netflix’te mevcut, daha ne olsun? Ama 14 Temmuz son günü Netflix’te.
66. CAST AWAY (’00, Zemeckis)
21 Temmuz’da Netflix arşivinden ayrılmaya hazırlanan Cast Away, ıssız bir adaya düşen uçaktan sağ kurtulmuş bir adamın bir gün evine dönme umuduyla hayatta kalmak için yıllarca savaşmasını anlatıyor. Tom Hanks’in Oscar aldığı filmlerden bile daha iyi performans çıkardığı Cast Away’de dönemin en büyük yıldızlarından Helen Hunt da yer almakta. Bu arada Türkiye’de Yeni Hayat adıyla gösterime giren yapımın En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Ses kategorilerinde Oscar’a aday olduğunu ekleyeyim.
67. WILD (’14, Vallée)
13 Temmuz’da Netflix’ten ayrılacak Wild’da, Reese Witherspoon ve Laura Dern performanslarıyla Oscar’a aday olmuştu. Annesinin ölümünün şokunu hâlâ üzerinden atamayan, yakın zamanda boşanmış bir kadın, daha önce hiç böyle bir deneyimi olmamasına rağmen Pasifik Crest Yolu’nu yürümeye karar verir. Yaşanmış bir olaydan uyarlanan yapımı da 2021’de ansızın kaybettiğimiz Jean-Marc Vallée yönetiyor.
SENARYOSUYLA GÖZE GİRENLER
68. SEX, LIES AND VIDEOTAPE (’89, Soderbergh)
Cinsel hayatıyla ilgili sırlarını itiraf etmiş kadınların video kasetlerine sahip bir entrikacının ziyaretiyle hayatı altüst olan üç karakteri konu alıyor Sex, Lies and Videotape. Sanıyorum ki Steven Soderbergh’in en iyi filmi desem yönetmenin hayranları bile kabul eder. Altın Palmiye ödüllü yapım Oscar’da ise yalnızca özgün senaryo kategorisinde aday edilmiş.
69. THE BALLAD OF BUSTER SCRUGGS (’18, Coen²)
Oscar adaylarının açıklandığı sabah uyarlama senaryo olarak kabul edildiğini öğrendiğimiz The Ballad of Buster Scruggs toplamda 3 adaylık almıştı. Coen Kardeşler’in birlikte çektiği son film Vahşi Batı temalı kısa öykülerden uyarlama bir antoloji. Venedik’te prömiyerini yapan film, evine En İyi Senaryo ödülüyle dönmüştü.
70. THE SQUID AND THE WHALE (’05, Baumbach)
Noah Baumbach’ın bu kadar büyük bir isim olmadan önce çektiği filmlerden The Squid and the Whale yalnızca senaryo dalında aday edilmişti. Ancak başrolleri Laura Linney ve Jeff Daniels’a da birer adaylık getirmesi gerektiğini filmi izleyen herkes biliyordur eminim ki. Sıra siz de. İzleyin ve Akademi’ye isyanımıza siz de katılın lütfen.
71. THE WHITE TIGER (’21, Bahrani)
Zengin bir Hint ailenin hırslı şoförü fakirlikten kurtulup girişimci olmak için aklını ve kurnazlığını kullanıyor The White Tiger’da. Çok satan bir romandan uyarlanan film, En İyi Uyarlama Senaryo kategorisinde yarıştı Oscar’da. Ödülü The Father’a kaptırmış olsa da son dönemin tekil senaryo adaylığı alan en orijinal yapımlarından biri olduğu için bile izlenmeye değer.
72. BREAD, LOVE AND DREAMS (’53, Comencini)
4. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Gümüş Ayı’yı alan İtalya yapımı Bread, Love and Dreams, En İyi Özgün Senaryo kategorisinde aday edilmiş Oscar’a. Bread, Love and Dreams’in başarısı üzerine çekilen devam filmlerinden Bread, Love and Jealousy’e de Netflix üzerinden ulaşmanız mümkün. Film sakin bir köye atanan orta yaşlı polis şefi ve emrinde çalışan utangaç polis memurunun aynı kadına âşık olmasını anlatan bir romantik komedi.
73. DONNIE BRASCO (’97, Newell)
Gizli bir görevle New York mafyasına sızan FBI ajanı, bir tetikçiyle kurduğu dostluk yüzünden hem hayatını hem de kariyerini riske atar. Başrollerde Al Pacino ve şiddet faili Johnny Depp. Uyarlama senaryo dalında gelmiş bir Oscar adaylığı. Ve bilin bakalım Türkçe adı ne? Doksanlardaki neredeyse her film gibi: Köstebek!
TEKNİK YARIŞÇILAR
74. FIGHT CLUB (’99, Fincher)
Kült film kavramına yeni anlamlar kazandıran David Fincher klasiği Fight Club’ın yalnızca ses kategorisinde Oscar’a aday olması ne acı değil mi? Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Bonham Carter’ın kariyer performanslarını kaçıran önden buyursun. Hâlâ filmin twistinden bihaber olup başına oturmayı ve ilk izlediğimde hissettiklerimi hissetmeyi çok isterdim. Tüm zamanların en iyi sinefilbro filmi desem yeridir.
75. MARIE ANTOINETTE (’06, Coppola)
Sofia Coppola’nın postmodern Marie Antoinette’i gösterime girdiği dönem pek göklere çıkarılmasa da retrospektifte kariyerinin en iyilerinden biri olarak değerlendiriliyor. Genç kraliçenin hem yükselişini, hem de sonunu hazırlayan lüks hayatını anlatan film çağdaş dokunuşlarıyla izlediğiniz bütün kostümlü dramalardan farklı bir yapıya sahip. Ayrıca kostüm tasarımı dalında da kazandığı bir adet Oscar’ı mevcut.
76. BLADE RUNNER 2049 (’17, Villeneuve)
Beş dalda Oscar’a aday olup ikisinde (görüntü yönetimi ve görsel efekt) galip gelen Denis Villeneuve filmi, 1982 tarihli Blade Runner’ın devamı olma özelliğini taşıyor. Orijinal yapımın sadık hayranlarının büyük bir kısmı beğenmese de bence Villeneuve’un birbirinden vasat filmlerle dolu kariyerinin en iyisi. Tartışmalı cümlemi de söylediğime göre sizi Netflix’e yolcu edebilirim… Unutmadan, Ridley Scott’ın Blade Runner’ının hiçbir platformda bulunmadığını ekleyeyim.
77. BABY DRIVER (’17, Wright)
Cancel edilmiş ünlülerden oluşan kadrosuyla Baby Driver da Netflix arşivinde. Yetenekli kaçış sürücüsü Baby’nin bir mafya babasına bulaştıktan sonra başına gelenleri konu alan yapım üç dalda Akademi Ödülü’ne aday olmuştu: En İyi Kurgu, En İyi Ses Kurgusu ve En İyi Ses Miksajı. Üçünde de ödülü Dunkirk’e kaptırdı hatta.
78. THE BLUE LAGOON (’80, Kleiser)
Benim çocukluğumda televizyonda sık sık oynatılan ve erotik olduğu için çocukların izlemesine izin verilmediğini anımsadığım The Blue Lagoon’un Oscar adayı olduğunu inanın ben de bilmiyordum. Flu manzaraları meğerse En İyi Görüntü Yönetimi kategorisinde ağırlanmış. Brooke Shields’ı yıldız statüsüne taşıyan yapım gemi kazasından kurtulup bir adada mahsur kalan iki çocuğun büyüyüp yıllar içerisinde birbirlerine âşık olmalarını ve adada kurdukları hayatı anlatıyor. Devam filmi Return to the Blue Lagoon ve televizyon uyarlaması Blue Lagoon: The Awakening’i de Netflix’te bulabilirsiniz.
79. LEGENDS OF THE FALL (’94, Zwick)
Doksanlarda Türkiye televizyonlarını işgal eden filmlerden bir diğeri Legends of the Fall, bizdeki adıyla İhtiras Rüzgarları, Montanalı bir çiftlik sahibinin aynı kadına aşık olan üç oğlu ve I. Dünya Savaşı’nın gölgesinde yaşananlar etrafında dönüyor. O kadar fazla benzeri yapıldı ki izlediğinizde yerli dizileri hatırlatması bile olası. Sanat yönetimi ve ses kategorilerinde Oscar’a aday olan Legends of the Fall, görüntü yönetimi Oscar’ını ise evine götürmüş.
80. BLACK HAWK DOWN (’01, Scott)
Yönetmen, kurgu, görüntü yönetimi ve ses kategorilerinde Oscar’a aday olan ve ikisini kazanan Kara Şahin Düştü, rutin bir operasyon için helikopterle Somali’ye inen Amerikan askerlerinin saldırıya uğraması ve sonrasında zorlandıkları savaşı anlatıyor. Askerî filmlere bayılan, gürültüye patırtıya hayran sinema sevdalıları için ideal bir öneri.
81. SOCIETY OF THE SNOW (’23, Bayona)
Acaba 2023’ün All Quiet on the Western Front’u olabilir mi dediğimiz Society of the Snow, makyaj & saç tasarımı ve uluslararası film kategorilerinde aday edildi yalnızca. The Impossible’daki gibi konu felaketler ve hayatta kalma mücadelesi olunca seyircisine hiç acımayan J.A. Bayona bu sefer de And Dağları’na uçağı düşen Uruguay ragbi takımının 72 gün süren hayat mücadelesine götürüyor bizleri.
82. 3:10 TO YUMA (’07, Mangold)
21. yüzyılın sayılı büyük bütçeli westernlerinden 3:10 to Yuma iki dev oyuncuyu, Christian Bale ve Russell Crowe’u buluşturmuştu. 1957 tarihli klasiğin yeniden çevriminde çiftlik sahibi, bir kanun kaçağını hapishaneye giden trene bindirmek için en yakın istasyona götürmeyi kabul ediyor. Sonrası da tansiyonu yüksek, aksiyon dolu bir macera. Özgün müzik ve ses miksajı kategorilerinde Oscar’a aday olan 3:10 to Yuma’dan Ben Foster’ın neden Oscar’a aday edilmediğini anlayabilecek olan varsa da beri gelsin.
83. KING KONG (’05, Jackson)
Peter Jackson imzalı 2005 tarihli King Kong uyarlamasıi, film çekmek için gittikleri adada başroldeki kadın oyuncuyu gözüne kestiren dev maymun King Kong’un meşhur hikâyesini aktarıyor bir kez daha beyazperdeye. 4 dalda Oscar’a aday olup bunlardan 3’ünü (ses kurgusu, ses miksajı ve görsel efekt) evine götürmüştü.
84. MEMOIRS OF A GEISHA (’05, Marshall)
2024 yılında Çinli oyuncuların İngilizce konuşarak Japonya tarihini anlatmasını izlemek isteyen varsa Arthur Golden’ın meşhur romanından uyarlanan yapım sizleri bekler. 6 dalda Oscar’a aday olup 3’ünde (görüntü yönetimi, sanat yönetimi ve kostüm tasarımı) galip gelen Memoirs of a Geisha, çocuk yaşta geyşa evine satılan balıkçı kızı Chiyo’nun zamanla Kyoto’nun en çok beğenilen geyşasına dönüşmesini anlatıyor.
85. EL CONDE (’23, Larraín)
Sadece En İyi Görüntü Yönetimi kategorisinde aday olan El Conde, Şilili yönetmen Pablo Larraín’in Jackie – Spencer – Maria üçlemesinin arasına sıkıştırdığı filmlerden biri. Kısa bir özet geçmek gerekirse Augusto Pinochet’yi yaşama arzusunu yitirmiş 250 yaşında bir vampir olarak resmediyor film. Alternatif tarih dedin mi de böyle özgünü olacak işte!
86. NEWS OF THE WORLD (’20, Greengrass)
Paul Greengrass’in Steven Spielberg olmaya soyunduğu News of the World, Amerikan İç Savaşı’nın ardından kimsesiz kalan bir kızı, yaşayan son akrabalarının yanına götürmeye çalışan bir adamın hikayesini konu ediyor. Pandemiye denk gelince beklenen etkiyi yaratamayan yapım yalnızca 4 dalda (prodüksiyon tasarımı, ses, görüntü yönetimi, özgün müzik) Oscar’a aday olabildi.
87. GERONIMO: AN AMERICAN LEGEND (’93, Hill)
Ses kategorisinde yarışan Geronimo, ünlü Apaçi savaşçısının 1800’lerin sonunda Amerikan Ordusu’yla girdiği umutsuz mücadeleyi konu alıyor. Doksanların sayılı westernlerinden sayılan yapım ticari ve eleştirel anlamda gerçek anlamda çuvallamış. Acaba bugün yeniden çekilse ya da bugün gösterime girmiş olsa nasıl tepkiler alırdı diye merak etmiyor değil insan.
88. ALLIED (’16, Zemeckis)
Kostüm tasarımı kategorisinde yarışan Allied, müttefik ajanı Max Vatan’ın 2. Dünya Savaşı sırasında âşık olduğu Fransız bir casusun iki taraflı bir ajan olabileceğini öğrenince onun masumiyetini kanıtlama çabasını konu alıyor. Başka ellerde ikonik bir filme dönüşebilecek hikâye Robert Zemeckis’le alelade bir Pazar akşamı filmine evrilmiş ama izletiyor mu? Evet. Başrollerde Marion Cotillard ve Brad Pitt’in yer aldığını da söyleyeyim.
FRANCHISE FİLMLERİ
89. THE BATMAN (’22, Reeves)
Michael Keaton, George Clooney, Christian Bale ve Ben Affleck’den sonra şimdi de Robert Pattinson’ın ellerinde can bulan The Batman’in yeni ve bir hayli karanlık uyarlaması da Netflix’te. Eylül ayında filmde Colin Farrell’ın canlandırdığı The Penguin’i merkezine alan spin-off dizi de izleyeceğiz. Hazırlık olsun diyerek başına oturmak isteyenler, 3 dalda Oscar’a aday olan film için Netflix Türkiye’ye uğrayabilir.
90. BEVERLY HILLS COP (’84, Brest)
91. BEVERLY HILLS COP II (’87, Scott)
Detroit polis departmanında çalışan bir polisin yakın arkadaşı öldürüldükten sonra intikam almak üzere cinayeti kimin işlediğini bulma çabalarını anlatan Beverly Hills Cop dört filmlik bir seri. Eddie Murphy’nin başrolünde olduğu yapımın Axel F isimli son filmi geçtiğimiz hafta yayınlandı Netflix’te. İlk film özgün senaryo, ikinci film özgün şarkı adaylığı almış Akademi’den. Netflix kitaplığında bulabileceğiniz üçüncü film ise ne yazık ki Altın Ahududu ödüllü…
92. TOP GUN (’86, Scott)
93. TOP GUN: MAVERICK (’22, Kosinski)
Kültürel fenomen Top Gun, arasında 36 sene olan iki filmiyle birden Netflix kitaplığında. İlk yapım kurgu, ses ve ses kurgusu dallarında da aday olmuş ama yalnızca Berlin’in unutulmaz “Take My Breath Away” parçasıyla Oscar alabilmiş. İkinci filmin kaderine ise hepiniz hakimsinizdir zaten. En İyi Film dahil 6 dalda aldığı adaylıklardan yalnızca En İyi Ses dalında galip gelebildi. Tom Cruise’a da pandemi sonrası sinema salonlarına kurtardığı için ilah muamelesi yapılmıştı hatırlarsanız.
94. SPIDER-MAN (’02, Raimi)
95. SPIDER-MAN 2 (’04, Raimi)
Tobey Maguire ve Kirsten Dunst’ı bambaşka bir ünlülük mertebesine taşıyan orijinal Spider-Man serisinin ilk iki filmi de toplamda 5 adaylık almış ve ikinci filmi En İyi Görsel Efekt Oscar’ını eve götürmüştü. Yeni nesil haricinde kimse Tom Holland’lı seriyi övgülere boğmuyor zaten de bir kez daha Raimi’nin Spider-Man’i ne kadar ikonik hatırlamak isteyenler tarihin en karizmatik kötü adamlarından Green Goblin’i izlemeye ve tabii tersten öpüşmeli o unutulmaz sahneye koşabilirler. Yenisi eskisi, Andrew Garfield’lı versiyonu ve animasyonlarıyla bütün Spider-Man filmlerine ulaşabiliyorsunuz ayrıca Netflix’ten.
96. GODZILLA MINUS ONE (’23, Yamazaki)
Hem Godzilla evrenine bağlı, hem de o evrenden pek uzak Godzilla Minus One tarihte Oscar’a aday edilen ilk Godzilla filmi olma özelliğini taşıyordu. Ama bununla yetinmedi ve küçücük görsel efekt bütçesiyle ödüle de uzandı. Netflix kitaplığının en yeni üyesi bizde vizyona girmedi biliyorsunu zki. Savaşın yerle bir ettiği Japonya’yı nükleer güce sahip Godzilla’dan korumak için mücadele eden gazileri anlatan yapımı nihayet ben de izleyeceğim yazıyı yayınladığım gibi!
97. MEET THE PARENTS (’00, Roach)
Kız arkadaşına evlenme teklifi etmeden evvel ailesiyle tanışmak için evlerine giden damat adayının başından geçen komik olayları anlatan bir seri Meet the Parents. Ben Stiller ve Robert De Niro’lu komedinin ilk ayağı özgün şarkı kategorisinde Oscar’a aday olmuştu. Akademi Ödülleri’ne aday edilmeyen devam filmleri Meet the Fockers ve Little Fockers’ı da Netflix’te bulabilirsiniz.
98. A QUIET PLACE (’18, Krasinski)
Şu sıralar Lupita Nyong’o ve Joseph Quinn’in oynadığı bir filmle sinema salonlarına uğrayan serinin ilk filmi de yeni eklendi Netflix kitaplığına. Dünyanın geri kalanıyla bağları kesilmiş, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir ailenin korkunç uzaylı yaratıkların dikkatini çekecek herhangi bir ses çıkarmadan yaşamını sürdürmesini anlatan korku/gerilim türündeki film En İyi Ses Kurgusu kategorisinde Oscar adayı olmuştu.
99. GLASS ONION (’22, Johnson)
Knives Out evreninin ikinci filmi aldığı senaryo adaylığıyla girdi listeye. Dedektif Benoit Blanc’ın yıldızlarla dolu bir evdeki araştırması ilki kadar etki yaratmasa da Daniel Craig ile Rian Johnson’ın ele ele vererek son dönemin en keyif veren orijinal karakterlerinden birini yarattığına şüphe yok. 2025’te izleyeceğimiz ve kadrosunda Josh O’Connor, Cailee Spaeny, Glenn Close, Mila Kunis, Jeremy Renner, Kerry Washington, Andrew Scott, Daryl McCormack, Josh Brolin ve Thomas Haden Church’ün olduğu açıklanan üçüncü filme hazırlık diyerek göz atmalı tekrardan.
100. STUART LITTLE (’99, Minkoff)
Görsel efekt kategorisinde yarışan ama The Matrix’le aynı seneye denk gelmiş olmanın hezimetini yaşayan Stuart Little franchise’ının ilk iki filmine Netflix’ten ulaşmak mümkün. Bu deliliği izlemeyen varsa, hemen küçük kardeşini, yeğenini alıp başına koşsun. Tek çocuklu bir ailenin oğullarına kardeş olsun diye pek orijinal bir karaktere sahip Stuart adındaki bir fareyi evlat edinmesini anlatıyor.
101. HOME ALONE (’90, Columbus)
31 Temmuz’da Netflix Türkiye’yi terk edecek olan Home Alone’un özgün müzik ve özgün şarkı adayı olmuş ilk filmiyle, Oscar’dan yana yüzü gülmeyen Home Alone 2: Lost in New York isimli ikinci filmini hemen izleyebilirsiniz. Açıklama yapmama yoktur herhalde. Bir jenerasyon bu filmlerin televizyondaki tekrarlarını izleyerek geçirdik. Ben de Netflix semalarını terk etmeden izleyip cila çekeceğim hatıralarıma.
102. TERMINATOR 2: JUDGMENT DAY (’91, Cameron)
James Cameron’ın en iyi işlerinden Terminator serisi de 14 Temmuz’da Netflix kitaplığından ayrılacak ikinci filmiyle sizleri beklemekte. Sarah Connor’ın oğlu genç John’ı bulmaları için gelecekten iki Terminatör’ün gönderilmesini konu alan devam yapımı 4 dalda Oscar almış: Makyaj, ses, ses kurgusu efekti ve görsel efekt. Ayrıca görüntü yönetimi ve kurgu dallarında da adaylıkları var. Bu arada başka bir platformdan da da ne yazık ki diğer Terminator filmlerine ulaşmak mümkün değil. Ancak Ağustos ayında Netflix’e Terminator Zero adında bir anime gelecek. Dolayısıyla seri tekrardan eklenebilir arşivlerine.
103. BRIDGET JONES’S DIARY (’01, Maguire)
Şu aralar dördüncüsü çekilen Bridget Jones da 14 Temmuz’da ayrılıyor Netflix’ten. Erişebileceği en iyi adam yerine mükemmel adamın peşine düşen Bridget’ın eğlenceli yolculuğu 2000’li yıllara damgasını vurmuş, iki devam filmi de Birleşik Krallık’ta hatırı sayılır miktarda gişeye ulaşmıştı. Dördüncü filme hazırlıklar yapılırken hemen tüketmeniz lazım! Renée Zellweger’a oyunculuğuyla Oscar adaylığı getirdiği de unutulmasın.
ÇALGILI ÇENGİLİ
104. ROCKETMAN (’19, Fletcher)
Elton John biyografisi Rocketman’in Taron Egerton’a Oscar adaylığı getirmemesi yakın tarihin Akademi tarafından işlenmiş en büyük Oscar günahlarından sadece biri. Onu bıraktım, filmin kostümleri ve setlerine de yer vermediler adaylar arasında. Yalnızca iki kadim dost Elton John ve Bernie Taupin’in film için yaptığı şarkı aday edildi. Neyse ki ödülü verdiler de skandal daha da büyümedi.
105. RRR (’22, Rajamouli)
185 dakikalık epik Hint yapımı onur, intikam ve özgürlük mücadelesi veren iki kahramanın farklı cepheler ve şekillerde işgalcilere karşı verdiği savaşı anlatıyor en Bollywood yöntemlerle. Neredeyse En İyi Film ve En İyi Yönetmen adaylığı alan RRR herkese uygun bir film olmasa da “Naatu Naatu” ortalığı kasıp kavurmuş ve Akademi’den de hakkıyla En İyi Özgün Şarkı Oscar’ını almıştı hatırlarsanız.
106. 8 MILE (’02, Hanson)
1995’te Detroitli yetenekli bir rapçi olarak Eminem’in yerel hip-hop camiasında kendini kanıtlamak için uğraşmasını izlemek isteyen varsa önden buyursun. “Lose Yourself” ile En İyi Özgün Şarkı kategorisinde Oscar almasını sağlayan yapım, ünlü rapçinin kendi hayatından kısmen uyarlama.
107. FOOTLOOSE (’84, Ross)
İki şarkısıyla birden Oscar’a aday olan ikonik müzikal Footlose, büyük şehirden gelen bir gencin dans etmenin yasak olduğu bir taşra kasabasındaki yeni arkadaşlarına zincirlerini kırmaları için ilham verme umuduyla otoriteye başkaldırışını konu alıyor. Kevin Bacon’ın başrolünde yer aldığı kült yapım, seksenlerin de ticari anlamda en başarılı filmlerinden biri ayrıca.
108. DA 5 BLOODS (’20, Lee)
Yalnızca özgün müzik kategorisinde Oscar’a aday olan Spike Lee filmi Da 5 Bloods, dört siyah gazinin savaştan yıllar sonra manga komutanlarının cesedini ve gönülü altınlarını aramak için Vietnam’a dönmesini konu alıyor. Chadwick Boseman’ın Ma Rainey’deki performansıyla aynı seneye denk gelmesi şahane olmuştu. Ödülü Anthony Hopkins’e kaptırsa da kısa bir süre önce kaybettiğimiz Boseman’ı ödül sohbetlerine canlı tutmaya yardım etti bu film.
109. AGAINST ALL ODDS (’84, Hackford)
Phil Collins’in aynı adlı şarkısıyla Oscar’a aday olan Taylor Hackford filmi Against All Odds’un Netflix’i 31 Temmuz’da terk edecek. Eski bir futbolcu, ahlaksız bir gece kulübü sahibinin metresinin izini sürmeyi kabul eder, ancak ele geçirilmesi zor olan bu kadını Meksika’da bulunca ona âşık olur. Başrollerde Rachel Ward ve en erotik rolüyle Jeff Bridges var. Güzel bir “Netflix & Chill” seçeneği olabilir sevgili heterolar.
BU DA MI OSCAR ADAYIYMIŞ?
Oscar adayı olduğunu unuttuğumuz ya da unutmak istediğimiz aşağıdaki filmler de var tabii. Suicide Squad’ı aday ettiniz, bari ödül vermeseydiniz mesela. Diane Warren’ın kötü şarkılarıyla yaptığı agresif kampanyaların sonucu olarak Beyond the Lights ya da The Life Ahead neden Oscar adayı filmler ya da? Peki Paolo Sorrentino’nun en kötü filmi The Hand of God ve Türkiye’nin en kötü sinema kanalından onaylı Bardo?
110. REAL STEEL (’11, Levy)
111. SNOW WHITE AND THE HUNTSMAN (’12, Sanders)
112. TED (’12, MacFarlane)
113. BEYOND THE LIGHTS (’14, Prince-Bythewood)
114. SUICIDE SQUAD (’16, Ayer)
115. LOVE & MONSTERS (’20, Matthews)
116. THE MIDNIGHT SKY (’20, Clooney)
117. EUROVISION SONG CONTEST: THE STORY OF FIRE SAGA (’20, Dobkin)
118. THE LIFE AHEAD (’20, Ponti)
119. THE HAND OF GOD (’21, Sorrentino)
120. BARDO (’22, Iñárritu)
ANİMASYONLAR
Canım Hayao Miyazaki’nin bütün filmlerine ulaşabildiğiniz gibi How to Train Your Dragon serisinden Netflix’in son yıllarda adını altın harflerle yazdırdığı animasyon yarışındaki pek çok orijinal yapıma kadar bu alanda da epey kuvvetli ünlü streaming platformunun. Çocuğu olan ya da yeğenini eylemek için film arayanlar da Oscar adayı yapımlarla dolu bu listeden yardım alabilir.
121. SPIRITED AWAY (’01, Miyazaki)
122. SPIRIT: STALLION OF THE CIMARRON (’02, Asbury & Cook)
123. HOWL’S MOVING CASTLE (’04, Miyazaki)
124. MONSTER HOUSE (’06, Kenan)
125. THE CROODS (’13, Sanders & DeMicco)
126. THE WIND RISES (’13, Miyazaki)
127. HOW TO TRAIN YOUR DRAGON 2 (’14, DeBlois)
128. THE TALE OF THE PRINCESS KAGUYA (’13, Takahata)
129. WHEN MARNIE WAS THERE (’14, Yonebayashi)
130. THE BOSS BABY (’17, McGrath)
131. SPIDER-MAN: INTO THE SPIDER-VERSE (’18, Rothman, Ramsey & Persichetti)
132. HOW TO TRAIN YOUR DRAGON: THE HIDDEN WORLD (’19, DeBlois)
133. KLAUS (’19, Pablos)
134. OVER THE MOON (’20, Keane)
135. THE MITCHELLS VS. THE MACHINES (’21, Rianda)
136. PINOCCHIO (’22, Del Toro)
137. THE SEA BEAST (’22, Williams)
138. NIMONA (’23, Quane & Bruno)
BELGESELLER
Obama çiftinden destekli American Factory’den Ava DuVernay’in en gurur duyduğu projesi 13th’e, sürpriz bir şekilde favoriye dönüşüp ipi göğüsleyen My Octopus Teacher’dan bugün bile güncelliğini yetirmeyen Inside Job’a kadar geniş bir Oscar adayı belgesel seçkisi Netflix’te sizleri bekler.
139. THE LAST DAYS (’98, Moll)
140. INSIDE JOB (’10, Ferguson)
141. VIRUNGA (’14, Von Einsiedel)
142. WHAT HAPPENED, MISS SIMONE? (’15, Garbus)
143. WINTER ON FIRE: UKRAINE’S FIGHT FOR FREEDOM (’15, Afineevsky)
144. 13TH (’16, DuVernay)
145. ICARUS (’17, Fogel)
146. LAST MEN IN ALEPPO (’17, Fayyad & Johannessen)
147. STRONG ISLAND (’17, Ford)
148. OF FATHERS AND SONS (’17, Derki)
149. AMERICAN FACTORY (’19, Bognar & Reichert)
150. THE EDGE OF DEMOCRACY (’19, Costa)
151. CRIP CAMP: A DISABILITY REVOLUTION (’20, Newnham & Lebrecht)
152. MY OCTOPUS TEACHER (’20, Ehrlich & Reed)
153. AMERICAN SYMPHONY (’23, Heineman)
154. TO KILL A TIGER (’22, Pahuja)
KISALARDAN BİR DEMET
Ne yazık ki hiçbirimizin Oscar’a aday olan kısaları dönüp izleme huyu yok. Ancak son dönemde kısa film, kısa belgesel ve kısa animasyon kategorilerinde fazlasıyla şansını deneyen Netflix’in eli epey zengin. Wes Anderson’ın yönettiği Henry Sugar’dan başlayarak ilginizi çekenler için geçmişe dönebilirsiniz. Letterboxd’da belli bir sayıya ulaşmak için kısa izleyen deliler olduğunu bile biliyorum aranızda. Şimdi adınızı söylettirmeyin…
155. AVE MARIA (’15, Khalil)
156. EXTREMIS (’16, Krauss)
157. THE WHITE HELMETS (’16, Von Einsiedel)
158. HEROIN(E) (’17, Sheldon)
159. END GAME (’18, Friedman & Epstein)
160. PERIOD. END OF SENTENCE. (’18, Zehtabchi)
161. LIFE OVERTAKES ME (’19, Haptas & Samuelson)
162. A LOVE SONG FOR LATASHA (’19, Allison)
163. IF ANYTHING HAPPENS I LOVE YOU (’20, McCormack & Govier)
164. TWO DISTANT STRANGERS (’20, Roe & Free)
165. AUDIBLE (’21, Ogens)
166. LEAD ME HOME (’21, Shenk & Kos)
167. ROBIN ROBIN (’21, Ojari & Please)
168. THREE SONGS FOR BENAZIR (’21, Mirzaei²)
169. THE ELEPHANT WHISPERERS (’22, Gonsalves)
170. THE MARTHA MITCHELL EFFECT (’22, Alvergue & McClutchy)
171. THE AFTER (’23, Harriman)
172. THE WONDERFUL STORY OF HENRY SUGAR (’23, Anderson)