Dizi Eleştirisi
The Boys (4. Sezon): Eleştiri Değil Parodi
Klasik süper kahraman uyarlamalarından farklı bir yöne gitmeyi tercih eden her şeyi kucaklar olmuştuk Marvel’ın beyazperdedeki ezici ama muhtevası zayıf tema parkı masallarından sonra. Ama tüketimdeki hızımızın durdurulamaz artışı buraya da etki etti. Deadpool’dan Invincible’a, türde yeni bir parantez açan yapımları da sorgular olduk artık. Christopher Nolan’ın The Dark Knight’ıyla başlayan ve belki Spider-Man’in temelinde yer alan “Büyük güç, büyük sorumluluk getirir.” lafı safsataya dönüştü, içi boşaldı janrdaki yapıbozum denemelerinin. The Boys da dördüncü sezonuyla birlikte ahtapotundan anne sütü dolu biberonlarına, her şeyi tuvalete atıp sifonu çekmemizi istiyor sanki artık. Neyse ki önümüzdeki yıl ekranlara veda edeceklerinin garantisini aldık da tekerrürle geçen senelerimize bir nokta koyacak olmanın rahatlığıyla sonunu getirebildik dördüncü sezonun. Bayatlayan özüne sadık kalma konusundaki mantıklı ama bir karşılığı olmayan ısrarı, süper kahraman mitolojisini acımasızca eleştiren diziyi kendi kendisinin bir parodisine dönüştürdü zamanla. Daha realist bir düzlemde bu mitin toplumsal etkilerini kestirerek bir gözlem yapmaktansa dişlileri şok etkisiyle çalışan, seyircisine “aşırılık” satan yapımın yarım ağız politik açılımıyla derdim büyük kısacası.
Dördüncü sezonun en büyük sorunu, bu sözde grotesk yaklaşımın artık bir yenilik olmaktan çıkıp sıradanlaşması. Billy Butcher’ın içsel çatışmalarıyla Homelander’ın evlere şenlik sosyopatlığı yarışırken daha fazla vahşet ve daha fazla hedonist fantezilere tanıklık etmek herhangi bir The Boys seyiricisini etkilemez hâle geldi. Kaldı ki karakter gelişiminde de hissedilir bir duraksamayla muhatabız. Belki de üçüncü sezonda farkına varmamız gereken bu ivmesizlik iyice ayyuka çıkmış. Aynı döngüde sıkışıp kaldığını gizlemeyi bile beceremiyor The Boys. Prömiyer ve sezon finaline yetecek kadar fikrin arkasına saklanıyor, köpükten dolgularıyla oyaladıkça oyalıyor yalnızca. Dünyanın en zeki kadınından kimliğini gizleyen politikacısına kadar yeni karakterleri de taze bir soluk getirmekten ziyade, temel problemlere yenilerini ekliyor. Bir süredir mütemadiyen kendi kuyruğunu kovalayan dizinin kamufle edebildiği kusurları iyice gün yüzüne çıkıyor taze eklentileriyle.
Soldier Boy’un beşinci sezonda geri döneceğinin sinyallerini veren şok edici (!) finale kadar ne izlediğimize dair tek bir şey hatırlamıyor olmamız sizce de garip değil mi? Hughie’nin ailesiyle ilgili hikâyenin yetersizliği, Starlight’ın başrolünde olduğu öyküde bir figürana dönüşmesi, A-Train’i umursamamız için atılan taklaların sıradanlığı… Frenchie’nin suçluluk duygusuna bir anlam verebildik mi ya da? Süper kahramanlar bin beterini yaparken vicdanları hiç sızlamıyor ama fâni Frenchie’miz kendi kasvetini kendi seçiyor diye bu kontrasta bayılmamız mı gerekiyordu? Anlamsız sorular yaratmak, kimsenin merak etmediği cevapları da saklamak bir alışkanlık hâline geldi. Sezondan sezona da bayağılık sınırı zorlanmaya devam edecek besbelli. Bir zamanlar sahip olduğu, ABD’deki mevcut politik iklime de cuk oturan o keskin eleştirel bakış açısı ve medya manipülasyonunun kısmen özgün tasvirinin yerinde yeller esmekte.
Kapanış için olabilecekleri hepimizin az çok tahmin edebilmesi de heyecanı topluca yitirmek için bir başka sebep. “Babadan oğula” haysiyetsizliği duman etmek üzere Homelander’ın biyolojik evladı önemli bir rol üstlenecek kesin. Billy nalları dikerken Hughie için iş başa düşecek. Bir de şok ekonomisi üzerine kurulu yapımda sevdiğimiz ana karakterlerden birinin ani ölümüne tanıklık ederiz diye düşünüyorum. Paramı Starlight’a yatırdım. Yanılması nasıl olsa bedava. Tüm bu tahmin edilebilirlik ve tekrarın ortasında neden bu dizi Emmy’e aday edilmiyor diye de ağlanmamıza gerek yok artık. Bir zamanlar övdüğümüz Antony Starr’ın da ipliği pazara çıkmışken hele…