Dizi Eleştirisi
Presumed Innocent (1. Sezon): Doksanlar Klasiği Yeniden Sahada
Çevrimiçi sinema yazarlığı “kariyerim” filmler üzerine kurulu olmasına ve son dönemde film izlemekten hiç de eksik kalmamama rağmen elim nedense yalnızca dizileri yazmaya gidiyor bu ara. Emmy sezonunda olduğumuz için mi böyle, yoksa cancellanmanın yan etkilerinden kalemimdeki bariz tavır değişikliği buraya da mı etkidi bilinmez. Belki de sosyal medya orucumdan doğan, televizyonu aradan çıkaramamanın bedeli olarak, fikir beyan etme açlığının bir sonucudur. Neyse, bu tartışmanın yeri burası değil sanırım. Hayatım hakkında benden daha çok bilgisi olduğunu iddia eden ekibe yeni materyal vermeden asıl meselemize, Presumed Innocent‘a döneyim ben. 1987 tarihli Scott Turow romanı, 1990 yılında gelmiş geçmiş en iyi Amerikalı yönetmenlerden Alan J. Pakula tarafından beyazperdeye uyarlanmış ve Harrison Ford’un başrolünde yer aldığı yapım eleştirel anlamda da bir başarı yakalamış zamanında. Hemen ardından 92’de iki parçalık Emmy adayı bir mini dizi gelmiş. 2011 yılında da Bill Pullman, Alfred Molina ve Marcia Gay Harden’ı buluşturan bir adaptasyon daha çekilmiş hatta. Sağıla sağıla tüketilemeyen materyal, Apple TV+ etiketi ve Big Little Lies, The Practice, Ally McBeal gibi yapımların yaratıcısı David E. Kelley’nin önderliğinde 2024’te tekrardan izleyiciyle buluştu. Bu defa kilit roller ise Jake Gyllenhaal, Ruth Negga ve Bill Camp canlandırıyor. Yardımcı rollerdeyse O-T Fagbenle, Renate Reinsve, Peter Sarsgaard, Elizabeth Marvel gibi tanıdık yüzleri izliyoruz.
Basitçe özetlemek gerekirse, çalışma arkadaşı Carolyn Polhemus (Reinsve) ile ilişkisi olan evli ve takıntılı savcı Rusty Sabich (Gyllenhaal), Carolyn evinde ölü olarak bulunduktan sonra çalıştığı büronun açtığı davada baş şüpheliye dönüşüyor. Carolyn’den hoşlanan, Rusty’den nefret eden Tommy Molto’nun (Sarsgaard) kişisel hırslarını bir kenara koymadan iddia makamında yer aldığı davada, Rusty’i ise seçimleri henüz kaybetmiş yakın dostu Raymond Horgan (Camp) temsil ediyor avukatı olarak. Tüm bu ofis içi gerilimin mahkeme salonuna yansıdığı hikâyenin diğer tarafında ise Rusty’nin onu aldattığını ama bu ilişkinin geçmişte kaldığını sanan eşi Barbara (Negga) ve konudan yeni haberdar olan iki evladı var. Medyanın ve kamuoyunun bu davaya duyduğu ilgi, Rusty’nin gerçek bir suçluymuşçasına gerçeği yalnızca ufak detaylar ortaya çıktıkça gün ışığıyla buluşturan tavrı da tansiyonu giderek artırıyor.
Televizyon geçmişli iki ismin, Anne Sewitsky ve Greg Yaitanes’ın yönetmen koltuğunda oturduğu Presumed Innocent, hammaddesi olan materyale yeni bir soluk getirme ya da önceki adaptasyonlardan daha farklı bir evren yaratma derdinde değil. Gerilim dozu yüksek bir mahkeme salonu draması olarak işlev görmekten öteye gitmiyor. Bu da bir tembellik değil, kasıtın ürünü ama. Belli ki dizinin yaratıcısı David E. Kelley, kariyerindeki “yetişkin draması” istikrarında ısrarcı. Seksenler ve doksanlarda sıklıkla izlediğimiz, belli bir yaş grubuna hitap eden, akıcı ve sınırları çok da zorlamayacak kadar provakatif, orta ölçekli gişe filmlerine duyduğumuz hasreti giderme misyonu burada da devam ediyor. Presumed Innocent, akıllı telefonlar ve teknolojinin adalet sistemine sağladığı avantajlar gibi küçük dokunuşlarla birlikte günümüze taşınsa da özünü kaybetmemiş bir şekilde. Carolyn’in ölümünün grafik detaylarını da paylaşıyor, Rusty’nin ailesini tek kalemde silip atacak kadar gözünü karartmasının ardında yer alan temel sebebin seks olduğunu da sakınmıyor. Tutku, cinsel tansiyon, evliliklerinde kısılıp kalmış koca koca insanların arzularına söz dinletememesi hep gündemde ve şüphelerin de tetikleyicisi.
Jake Gyllenhaal ve Ruth Negga’ya bilhassa final bölümünde epey etli bir materyal sunarak, uzun zamandır doya doya izleyemediğimiz iki oyuncuya alan tanıyan yapımın tekdüzeliğinde bir albeni var bana göre. Özlediğimiz, daha doğrusu özlediğimizin farkında olmadığımız bir türü bütün monotonluğuyla allayıp pullayarak çıkarıyor görücü karşısına. Kelley’nin kendi üretimi Big Little Lies kadar pembe dizi kıvamında, aynı yoldan yürüyen Sharp Objects kadar da ağır aksak değilik üstelik. Öyküsünün gerektirdiği kadar sürükleyici, tahrik edici ve olası tempo problemlerinden da fersah fersah uzakta. Bir yaz seyirliği olarak beklentileri karşıladığına şüphe yok. Orijinalinden farklı olmak adına alınan son virajdaki manevranın başarılı bir şekilde sezona yayılmadığını ve hatta set sırasında yazılmış bir final olduğunu düşündürttüğünü eklemem gerek tabii.
Tüm bunlarla birlikte işleyen her şeyi sakız gibi uzatmaya kararlı endüstrinin, Presumed Innocent’tan antolojik bir seri çıkarma kararı almasını yersiz buldum açıkçası. The Sinner’dan Mr Mercedes’e, ilk sezonunda belli bir standartı yakalayan her gizemli cinayet dizisi için aynısı yapılmıştı. Keşke Presumed Innocent’a elinizi sürmeseydiniz. David E. Kelley umuyorum ki bırakmaz da geminin kaptanlığını, bu defa ilk sezondaki kadar silik kadın karakterler de yazmayıp esas güçlü olduğu alanı hatırlatır. Ödüllere boğulmasa da, birkaç haftalığına “Acaba suçlu kim?” derdiyle beni oyalamasına razıyım.