Dizi Eleştirisi
The Lord of the Rings: The Rings of Power (2. Sezon): İkinci Şans
Fantastik sinemayla mesafeli görünsem de, 1990 doğumlu bir sinema tutkunu olarak The Lord of the Rings ile ilişkim apayrı bir yerde duruyor. Peter Jackson’ın ortaokul yıllarıma denk düşen büyülü serisini, hangi sinema salonunda, kimlerle izlediğimi ve tüm o serüvenin bana hissettirdiklerini dün gibi hatırlıyorum. Oscar başarısından öte, serinin sinema salonu deneyimi olarak zihnimde bıraktığı iz, yıllar içinde her dönemde yeniden ziyaret ettiğim bir ritüel haline geldi. Hayatıma giren her önemli kişiyle seriyi baştan izleyerek tazelemeye devam ettim. Ne var ki The Hobbit serisinin yarattığı hayal kırıklıkları, her filmi bir kez izleyip aklımdan silmemle sonuçlandı ve o anılar birazcık kirlenmiş oldu. Yine de Prime Video’nun duyurduğu dizi, içimde eski heyecanı yeniden uyandırdı. J.R.R. Tolkien’ın romanlarına kutsal kitap muamelesi yapan tutkulu hayranların siyah elfler ve cüceler yüzünden çıldırmasına şahit oldukça, tahmin edersiniz ki izlemeden bu yapımı daha da sahiplendim. Fakat ne yazık ki, ilk sezon evreni kurma açısından başarılı olsa da, Morfydd Clark’ın tekdüze performansı ve sezonun genel temposuzluğuyla beni içine çekemedi. Bu yüzden, Sauron ve Gandalf görmeye odaklandığım ikinci sezonun başına otururken temkinliydim. Ama yanıldım. Hem de fazlasıyla.
Külliyatın derin detaylarına—mekanlardan isimlere, olaylardan savaşlara—inecek yetkinlikte biri olmayabilirim, ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: The Lord of the Rings: The Rings of Power, nihayetinde bildiğimiz hikayenin öncesindeki önemli boşlukları başarıyla dolduruyor. Her ne kadar Morfydd Clark’ın canlandırdığı Galadriel ile ilgili şikayetlerim sürse de, bu sezon dizinin nasıl bir ritim tutturması gerektiğini daha iyi bildiğini hissediyorsunuz. Elrond, tutsaklığı adeta bir hazza dönüştürürken; Arondir, başıboş bir Cüneyt Arkın gibi son dakikalara yetişiyor. Gandalf’ın yanında dolaşan Nori ise bu sezon yine tahammül sınırlarını zorluyor. Ancak dizinin yeni bölümlerindeki en büyük başarısı, Sauron’un saf kötülüğü kucaklayışını merkeze alarak, diğer tüm detayları dolgu niteliğinde bırakması. İlk sezonda tanıdığımız karakterler, ekranda eser miktarda yer kaplarken, Sauron’un karanlık planlarını güçlendiren arka plan oyuncuları gibi işlev görüyor. Charlie Vickers’ın canlandırdığı, dizinin esas silahı Sauron da, sürekli gerilimi diri tutup sinirlerimizi bozarak, izleyiciyi ekrana bağlayan en büyük unsur oluyor.
Büyük bütçeli yapımların en büyük handikaplarından biri, özellikle de orijinal materyalin tutkulu ve sadık bir hayran kitlesi olduğunda, kurmaca gerçekliği koruma çabasıyla âdeta hareketli bir kitaba dönüşme riskidir. The Rings of Power’da ilk sezonunda bu yapaylık tuzağına sıkça düşmüş, saman kağıdı kokusunu iliştirmişti burnumuza. Ekrana yansıyan sahneler, üzerlerine bir parça suni parlaklık eklenmiş gibiydi. Ancak yeni sezonda bu ölü toprağını üzerinden attığını düşünüyorum. Sahne geçişlerinde sert ton değişimleri yok, aksine dizinin kaotik yapısına iyice yerleşmiş bir “her mevsim kaos” mottosu var. Neredeyse hiçbir karakter dar boğazdan geçmeden yoluna devam edemiyor, herkes bilinmez bir sona doğru sürükleniyor. Bu müthiş dengenin tam merkezinde ise dizinin kan kusturan kötülük timsali, melek yüzlü kara kanatlı şeytanımız var. Dizinin finaline doğru işler iyice karanlığa büründükçe, Sauron’un insanlara çektirdiği acılar, umudumuzu alıp ayaklarının altında ezerken bir yandan da diziyi taze tutmayı başarıyor. Karanlığa doğru sürekli kurban veren bir hikâyeye dönüşmesi, ilk sezonun fazla “sakarin” (tatlı ama derinliksiz) atmosferinden sonra tam anlamıyla ilaç gibi geldi. The Rings of Power’ın ne zaman ve nasıl noktalanacağını kestiremesem de, bu karanlık yolculuk, diziyi heyecan verici bir yere taşıyor.
Tabii ki, Game of Thrones’tan miras kalan, tüm aksiyonunu sezon finaline saklama stratejisi burada da devrede ve bu nedenle bazı bölümlerin ağır ilerlediğini inkâr edemem. Gandalf’ın isminin kökenine dair anlatılan kısımda ise Hodor‘u hatırlatan bir hava vardı; bu da beni bir an için HBO’nun ikonik dizisine geri götürdü. David Benioff ve D.B. Weiss’in eserinde gördüğümüz bu benzerliklerin The Rings of Power için de başka türden başarıları beraberinde getireceğini umuyorum. Dizinin artık daha sağlam bir yolda ilerlediğini hissettiğim için, geleceği konusunda umutluyum. Bear McCreary’nin büyüleyici melodileri eşliğinde, Sauron’un kabuslarımızın baş kahramanı olduğu nice sezonlara hazırım. Ayrıca dizinin üç lokomotif karakteri Sauron, Galadriel ve Gandalf’ın yollarının kesişeceği o epik bölümün, görsel efektlerle süslenmiş sahnelerini ve bu anı heyecanla izleyen şanslı bir avuç izleyici arasında olmayı sabırsızlıkla bekliyorum.