Kısa Eleştiri
Söylemsizler: Strange Darling, Woman of the Hour ve Blink Twice
Neymiş? Bu ay tekil film eleştirisi yazmak kaderimde yokmuş. Yine üçü bir arada diyerek oturdum klavyemin başına. O Podcast’in “Feminizm Bu Değil Mi Acaba?” bölümüyle bir arada tüketilebilecek Söylemsizler başlığında yolunu kaybetmiş üç filmi ağırlayacağım: Erkek elinden çıktığı pek belli Strange Darling, Anna Kendrick’in yönetmenlik denemesi Woman of the Hour ve finaline doğru bir çuval inciri berbat eden zararsız Blink Twice.
STRANGE DARLING: ERİL YAKARIŞ
Film eleştirmenliğini yapımı değil de onu beğenenleri yargılamaya indirgemek doğru değil; fakat Strange Darling, turnusol muamelesi görmeyi fazlasıyla hak eden bir yapım. Karşımızda, kendi zekâsına ve yeteneklerine hayran bir yönetmen/senaristin, ne anlattığını dahi düşünmeden çektiği tam bir tren kazası var. Feminist olduğunu iddia eden, ancak mağdur beyanına dayanan #MeToo hareketine yönelik öfkesini gizlemeyen bir erkek bakış açısının ürünü. Karışık kurguyla gerçek katilini gizlemeye gayret eden ve seyircisini ters köşeye yatırmaya adanmış yapım biçim olarak kısmen yenilikçi, hatta görsel anlamda da doyurucu. Karmaşık kurgusuyla gerçek katilini gizlemeye ve seyirciyi ters köşeye yatırmaya çalışan film, biçim açısından kısmen yenilikçi ve görsel olarak tatmin edici. Ancak kan banyosu tadındaki kovalamacaların ardından, toplumsal cinsiyet temelli şiddetle ilgili öyle bir noktaya varıyor ki, filmin amaçlarını veya amaçsızlığını sorgulamadan edemiyorsunuz. İki polisin olay yerine geldiği sahne esas tüyü diktiği an olsa da kadınları gerçeği eğip bükmekten çekinmeyen, manipülatif ve tekinsiz canlılar olarak resmederek aldığı yolda faka bastığı anların sayısı bir hayli fazla zaten. İşin acı tarafı, ne kadar tehlikeli bir söylem kurduğunun farkında değil ve hatta güçlü bir kadın karakter yarattığı yanılsamasına kapılıyor. Halbuki finalde “delirtilmiş” erkeğe acımaktan başka bir seçenek sunmuyor izleyicisine.
WOMAN OF THE HOUR: İKİ UYUŞMAZ PARÇA
Bir katili anlamaya çalışan veya Woman of the Hour gibi anlatının temel bakış açılarından birini katile teslim eden yapımlara prensipte karşıyım; ancak Anna Kendrick’in yönetmenlik denemesi, bunun ötesinde daha büyük bir sorunla karşı karşıya. Film, bir yanda yetmişli yıllarda bekar kadınları acımasızca öldüren bir seri katilin kurbanlarını nasıl katlettiğini izletirken, diğer yanda daha fazla oyunculuk fırsatı yakalamak adına The Dating Game’e katılan ve burada bu katille eşleşen ana karakterin hikâyesini anlatıyor. İki hikaye arasında katilin dış dünyada nasıl algılandığına dair bir deneme girişimi olsa da bu kontrast yeterince belirgin değil. Film, olayın şok etkisine ve “herkes kana susamış bir sosyopat olabilir” gibi zayıf bir mesaja oynuyor, fakat bu motivasyonları anlatma noktasında yetersiz kalıyor. Sonuç olarak, boş yere katile fazla alan tanıyan ve sıradan bir gimmick’in altında ezilen bir yapımla karşı karşıyayız. Bütünlük ve bağlam eksikliği, bu tip kan donduran olayları takip etmekten keyif alanlar için filmi izlenip unutulacak sıradan bir vaka haline getirmiş. Kendrick’in yönetmenliği de kafa karıştırıcı; parçaları birleştiremeyen o mu, yoksa film kağıt üzerinde de mi böylesine kopuktu, emin olamıyorsunuz.
BLINK TWICE: FEMİNİZM GERÇEKTEN BU DEĞİL
Oyunculuktan yönetmenliğe geçiş yaparak ilk filmini çeken bir diğer isim de Zoë Kravitz. Blink Twice, gücünü iyi amaçlar için kullanmayan bir teknoloji devinin yaptığı sahte özürle niyetini belli ederek açılıyor. Gala gecesinde tanıştığı iki garsonu adacığına sığdırdığı ayrıcalıklı yaşamına davet ediyor ve birbirinden sıkıntılı arkadaşlarıyla alakasız bir grup kadının bir araya geldiği sıradışı tatil, zamanla karanlık yüzünü açığa çıkarıyor. Bu buram buram ayrıcalık ve para kokan ortamla, Hollywood’un #MeToo sonrası durumu ve üst sınıfın psikoterapi bağımlılığı üzerine mikro ölçekte gözlemler yapma niyetinde Kravitz. Ancak filmi, cinsel şiddeti merkezine aldığı andan itibaren giderek korkutucu bir noktaya evriliyor. Stilize yönetmenlik ve estetik kaygılar, özellikle rahatsız edici sahnelerde baskın hale geldiğinden, Blink Twice izleyicinin ağzında acı bir tat bırakıyor. Kravitz’in burada ne kadar bilinçli olduğu ise tartışmalı; eleştirdiği insanlar tarafından yetiştirilmiş, bu dünyanın içindeyken ona sırt çevirmeye çalışan bir ergenin isyanını anımsatıyor film bütünüyle. Bu yaklaşım yüzünden de esas meselelerinden epey uzaklaşmış. Finalde, tecavüzcüsünü “ehlileştirip” o hayatın içinde kalmayı kabullenen ve yaşadıklarını bir bedel ödetmek yerine avantaja çeviren ana karakterin derinlikten yoksun girlboss portresi de içler acısı.
Mert
26 Ekim 2024 at 15:12
Merhaba, alakasız ama filmde diyalog olmaması senaryo da mı yok demektir? Diyalogsuz bir film senaryo ödülü alabilir mi?
Umur Çağın Taş
26 Ekim 2024 at 20:11
Tabii ki de senaryosu yok demek değildir ama bu tip yapımların senaryo ödülü alması tahmin edersiniz ki biraz zor oluyor.