Eleştiri
Cevher – The Substance: Olduğu Gibi Mizojini
Coralie Fargeat’ın MUBI’de seyirciyle buluşan filmi The Substance, Hollywood’un yaş aldıkça yıldız statüsünden uzaklaştığı düşünülen kadınlarına odaklanacakmış gibi çıkıyor yola. Demi Moore’un canlandırdığı Elisabeth Sparkle, yıllardır sürdürdüğü fitness programındaki görevinden aniden alınıyor. Ancak, tahtını kolay kolay bırakmak istemeyen Elisabeth, bir şekilde haberdar olduğu “The Substance” adlı yeşil sıvıyı damarlarına enjekte ederek başlatıyor esas hikâyeyi. Bu karışım, ona gençliğini ve dolayısıyla eski güzelliğini, seksapelini, cazibesini geri kazandıracak—ama sadece dengenin korunması şartıyla. Maddenin, yüz yüze gelmediği sahipleri Elisabeth’i, sırtından doğurduğu diğer yarısı Sue ile yedi günde bir yer değiştirmezse olacaklara karşı da uyarıyor: “Siz birsiniz.” Çölden bozma yıldızlar şehrinin sahte düzeninden öteye taşmayan bir evrende Fargeat, body horror örneği yapımında sabırları zorlamaya ant içmişcesine ilerliyor sonrasında. Meselenin merkezinde tüketici toplumu yönlendiren devasa ekonomiler yatıyor olsa da The Substance, bu kapıları beden disforisini besleyen yaş, gerçek dışı güzellik standartları, rekabet gibi pek çok dış etmene uzanan evrensel kaygılara açarak genişletiyor. Detayları özenle düşünülmüş, tekrara düşmeden ilerleyen döngüleriyle de güçlü bir hiciv dili yaratarak meydan okuyor.
Bilhassa kadınların maruz kaldığı baskının yüksek sesli bir örneğini sunan Fargeat’ın filmi, doğal olarak feminist bir perspektiften okunmaya davet ediyor. Ancak film, kadın hareketine destek maiyetindeki dört başı mamur bir mesaj sunmaktan çok, kadın deneyiminin bedenle sınırlı kısmına odaklanıyor. Fargeat, yaşlanma ve kilo almanın ölümle eşdeğer görüldüğü zihniyeti mikro düzeyde anlatarak izleyicinin dikkatini bu olgulara çekme derdinde. Elisabeth ve Sue’nun ortaklığında, yenilikçi fikirler realist gözlemlerden çok daha baskın. Anonim bir yapılanmaya bedenimizi, dolayısıyla hayatımızı teslim edecek kadar körleşmiş olduğumuzu vurgulayan filmde, şırıngalar, tüpler ve borular biraz sinir bozsa da asıl mesele ortada. Mükemmel fizik uğruna vücuduna ne olduğunu düşünmeden kimyasal madde sokan, sonucu için sağlığını anında satılığa çıkaran herkes The Substance’ın öznesi.
Dorian Gray’den Jekyll ve Hyde’a uzanan geniş bir fantezi dünyası kuran The Substance, görsel olarak Alien’dan Death Becomes Her’e kadar çeşitli filmlerden esinlenen karelerle bu dünyayı birleştiriyor ve kendi kuralları içinde işleyen bir evren yaratıyor. Böylece filme net bir slogan veya tek bir mesaj yüklemek de gereksiz hâle geliyor. Kırılgan erkeklerin hüküm sürdüğü bir düzende kadının varoluş biçimlerini sınamak yerine janrın renkli ve göz alıcı taraflarıyla eğlenmeyi tercih etmesi de oldukça anlamlı. Kadın bakış açısını göz ardı etmeyen, ancak radikal bir feminizmi de merkeze yerleştirmeyen Fargeat’ın derdinin biçimsel ifade olduğu çok açık. Bu noktada Elisabeth’in, bilinç paylaşımı dışında kendisine katkısı olmayan Sue için neden feragat ettiğini sorgulamaya gerek de kalmıyor. Absürtlük de burada devreye giriyor: Ataerkil düzenin etkisinde, kendimizi bile hissetmeyeceğimiz bir şeye dönüşmeyi kabul edecek kadar zavallı hâle gelmişiz, getirilmişiz.
Bedenin ana mesele olduğu bir filmde, cinselliğinin farkında olan bir karakterin bulunmaması beni en çok şaşırtan nokta oldu. Sue’nun sözde kusursuz fiziğine tam anlamıyla oturan spor kıyafetleriyle tek bağı seksin satış gücüyken, Fargeat garip bir şekilde bu yönle ilgilenmiyor. İçgüdülerin gölgesinde, hayranlık ya da arzu duyulma ihtiyacından çok, hep içsel bir hesaplaşma peşinde. 90’ların efsane yıldızı Demi Moore’un ayna karşısında kendine duyduğu nefreti gizleyemediği sahne bunun en çarpıcı örneği. Kafasının içindeki eleştirmeni susturamayan Elisabeth’i izlerken, Fargeat’ın neden Demi Moore’u seçtiğini daha iyi anlıyoruz. Moore, Hollywood’un hem gençliğinde hem de şimdi, nedensizce yok etmek istediği kadınlardan yalnızca biri ne de olsa. Ve intikam alırcasına, henüz 62 yaşına giren Moore kariyer performansını veriyor.
Yer çekiminin tek engel olmadığı filmin son perdesindeki kreşendo, filmin tüm egzersizini daha anlamlı hâle getiriyor. Elisabeth ve Sue anlaşamasa da, Demi Moore ve Margaret Qualley’nin oyunculukları mükemmel bir denge kuruyor ve bizi kaçınılmaz sona doğru sürüklüyor. Bu final, Akademi üyelerini ne kadar korkutacak merak ediyorum. Kadın bedenlerinin sömürülmesi, hele ki başlarında turuncu kafalı moron varken, zamanlı hissettirebilir. Yine de Fargeat, mizojinist tarihi yerden yere vurmak yerine onu olduğu gibi sergilemeyi seçtiği için, filmin progresif olmaması eleştirilere maruz kalacaktır.