Kısa Eleştiri
Kuir Bağımsızlar: Crossing, Close to You ve Unicorns
Her ay Türkiye sınırları içerisinde perdede izlenmesi zor kuir bağımsız yapımları ağırladığım köşemin ikinci sayısına hoş geldiniz! Kadıköy Kaymakamlığı’nın MUBI Fest kapsamında yer alan Queer gösterimini yasaklamasının ardından, bu köşeye daha da sıkı sarılmak istiyorum artık. İlk sayıyı The Summer with Carmen, National Anthem ve Solo‘yla açmıştım. Bu ay ise menüde, benim aksime çoğu kişinin burun kıvırdığı Crossing, Elliot Page’in yeteneğini yeniden hatırlatan Close to You ve geçtiğimiz yıl izlediğimiz Femme ile benzer sularda yüzen Unicorns var. Buyurun bakalım, lubunyalar…
CROSSING: BİLDİĞİM İSTANBUL
Gürcistan’dan Türkiye’ye, “kaybolmaya” gitmiş trans yeğeninin peşine düşen emekli tarih öğretmeni Lia (Mzia Arabuli) ve ona bu yolculukta eşlik eden deli dolu Achi’nin (Lucas Kankava) hikâyesini anlatıyor Crossing. Levan Akin’ın, ülkesinde tartışmalar yaratan çağdaş kuir yapımı And Then We Danced sonrası çektiği bu ilk film, yine yüzeyde bırakmadığı politikliğiyle LGBTİ+ bireylerin sesi olmaya ve onlara görünürlük kazandırmaya devam ediyor. İstanbul’un kuir kalabalıklarına Deniz Dumanlı’nın canlandırdığı Evrim karakteriyle dalan Akin, bu şehirde, tüm zorluklara rağmen var olmayı sürdüren kuirlerin tanıdık hikâyeleriyle dolu bir dünya kurmuş. Bu ülkeye rağmen ve bu ülkenin diğer kuirleri adına görünür olmaktan korkmayan bu karakterler/tanıdık yüzler, filmin duygusal manipülasyonlarına da yenik düşmemi sağladı. Akin’ın “içeriden” bakışı, İstanbul’un kuir kalabalığını — umut dolu taksicisinden, bizimkilerin sahiplendiği ailesiz çocuklara kadar — büyüleyici bir gerçeklikle yansıtmış. İstanbul ahalisinin, dünyanın her yerinde olduğu gibi kendi klanından bir aile yaratmayı teşvik eden dokusu öyle tanıdık ki. Elbette gönül, Lia’nın hikâyesine daha fazla odaklanılmasını ve rakı masasında paylaştığı heyecanın derinleştirilmesini isterdi. Ancak, ekrandan geçen o sıcaklık, özlemini duyduğum hoşgörüyü hissettirmeye yetti doğrusu.
CLOSE TO YOU: YENİ VE NİHAYET BEN
Elliot Page’in, 2020’de trans bir erkek olarak açıldıktan sonra verdiği arayı sonlandıran bağımsız film Close to You, hasretle beklenen dönüşünü müjdeliyor. Page, benliğine nihayet eriştiği bu dönemde üstlendiği ilk başrolüyle, 53 dakikalık bölümü tamamen doğaçlamadan oluşan bu filmi âdeta sırtlamış. Hikâye, Toronto’dan Ontario’daki aile evine, babasının doğum gününü kutlamak için yola çıkan Sam’in etrafında dönüyor. Sam, uzun süredir bir araya gelmediği ebeveynleri, kardeşleri ve onların eşleriyle vakit geçirirken, çocukluktan kalma yarım kalmış bir aşkı yeniden keşfetme fırsatı da buluyor. Close to You, transfobinin yalnızca fiziksel ya da kaba saldırılardan ibaret olmadığını; mikroagresyonların, dışlayıcı ve duvar örmeye meyilli kültürümüzü nasıl beslediğini etkileyici bir şekilde ortaya koyuyor. Page’in, artık içinde saklayacak bir şey bırakmamış ve ne varsa dile döken Sam karakterine hayat verirken sergilediği katmanlı performans, bu minimalist hikâyenin en güçlü yanı denilebilir. Film, yalnızca kurgusal dünyalarda var olabilen büyük yüzleşmelere yaslanmıyor; aksine, gerçek hayattan beslenen incelikli eleştiriler sunuyor. Sam’in çocukluk aşkıyla olan hikâyesi geliştirmeye açık olsa da, aile evindeki her sahne bir hayli güçlü. Filmin en sevdiğim yanıysa doğrudan sadede gelmesi ve toplumsal değişimin, en küçük birimden — aileden — başlaması gerektiğini vurgulayan bir örnek sunması.
UNICORNS: ÖLÇEĞİ KÜÇÜK AŞKLAR
Tamircilik yapan bekar baba Luke (Ben Hardy) ile drag performans sanatçısı Aysha’nın (Jason Patel) tesadüfen tanışmasıyla başlayan Unicorns, geçtiğimiz yıl izlediğimiz Femme ile aynı cümlede anılsa kimse garipsemez sanıyorum ki. Neredeyse aynı temalardan yola çıkan bu iki filmi ayıran en büyük fark, Unicorns’daki ana karakterin değişime daha açık ve toksikliğinin minimum seviyede olması. Üstelik bu hikâyede ikilikler eşit şekilde bölüşülmüş: Luke, heteroseksüel olduğunu sanarken ani bir çarpılma yaşıyor; Aysha ise drag yapıyor olmasına rağmen kimliğini muhafazakâr ailesinden saklıyor. Film, iki kalbi bir araya getiren detaylarıyla hikâyesini büyütmeden, ölçeği küçük tutarak anlatmaya çalışıyor. Londra, Essex ve Manchester’ı mesken tutan koşturmacasında asıl parlayan yıldız, kesinlikle Ben Hardy. Duygularını ifade etmekte zorlanan Luke karakterini yalnızca yüz ifadeleriyle öyle etkileyici bir şekilde canlandırıyor ki, tek bir kelime duymaya bile ihtiyaç duymuyoruz. Ancak aynı şeyi filmin diğer oyuncuları için söylemek güç. Patel, Hardy’nin karşısında fazla abartılı bir performans sergiliyor ve hikâyenin dengesi bu nedenle zaman zaman bozuluyor. Yan karakterler için de belirgin bir özenle yapılmış bir oyuncu seçimi olmadığını söylemek mümkün. Daha ehil ellerde, Unicorns daha iyi bir film olabilir miydi diye düşünmeden edemiyorum.