Takip et

Eleştiri

Konsey – Conclave: Kırmızı Cüppeli Politikacılar

tarihinde yayınlandı.

Conclave

CONCLAVE (Konsey) | Yönetmen: Edward Berger | Oyuncular: Ralph Fiennes, Stanley Tucci, John Lithgow, Lucian Masamati, Brian F. O’Byrne, Carlos Diehz, Merab Ninidze, Thomas Loibl, Sergio Castellitto, Isabella Rossellini | Senaryo: Peter Straughan (uyarlama), Robert Harris (roman) | Birleşik Krallık, ABD | 120′ | Drama, Gerilim, Gizem

ConclaveEdward Berger, All Quiet on the Western Front sonrası yeni bir ödül sezonu başarısına koştuğu, 8 dalda Oscar adayı Conclave (Konsey) ile geri döndü. 2016 tarihli Robert Harris romanından uyarlanan film, çocukluğunun bir köşesine kum, deniz, güneş ve Dan Brown romanlarını sığdıran biz milenyallerin aşina olduğu bir konuyu ele alıyor: Yeni papa seçimi. Kurmaca hikâyesinde, Vatikan’ın kalbinde vuku bulan entrikalara tanıklık ediyoruz. Kardinallerin yeni dini liderlerini belirlemek üzere toplandıklarında, sürecin herhangi bir demokraside gördüğümüz küçük politik oyunlara dönüşmesi, Conclave’in en büyük kozu. İnancıyla ilgili kuşkuların gölgesinde yaşayan İngiliz kardinal Lawrence (Ralph Fiennes) filmdeki pusulamız olurken, adayları da onunla birlikte tek tek tanıyoruz. Kağıt üzerinde aynı çizgide oldukları ve ölen Papa’ya yakınlığıyla bilinen Aldo’dan (Stanley Tucci), geçmişinin hayaletleriyle yüzleşmek zorunda kalan Nijeryalı aday Adeyemi’ye (Lucian Msamati); fobi sahibi olmayı hobi hâline getirmiş tutucu kardinal Tedesco’dan (Sergio Castellitto), yükseldiği anda skandallarla ayağı kaydırılan Tremblay’e (John Lithgow) kadar her görüşü ve topluluğu temsil eden bir figür var. Ve tanrının iradesiyle hareket etmeye yeminli adaylarımız, tıpkı bir tiyatro oyununu andıran Amerikan seçimlerinde olduğu gibi herkesin önünde sırayla bir sınavdan geçiyor.

Ana akım sinemanın ötesine geçme gibi bir iddiası olmasa da Conclave, biçimsel olarak kalburüstü bir film. All Quiet on the Western Front’u yenilerken izleyiciyi âdeta bir bilgisayar oyunu deneyimine şartlandıran Berger, burada Tom Hanks’li Dan Brown uyarlamalarının sıkışıp kaldığı, büyük stüdyo bütçelerinin en çok set ve kostümlere harcandığını belli eden anlatım modelinden uzaklaşıyor. Onun kamerası, Vatikan’ın ihtişamına değil, çağdaş hayatın içinde bu ‘görev adamları’nın anakronik hâline odaklanıyor. Tezatlar hep ön planda. Geleneksel kıyafetleri içinde pelerinlerinin izin verdiği ölçüde kollarını dışarı çıkarmış yaşlı adamların sigara ve akıllı telefon eşliğinde avluda dolaştığı karelerden, Papa’nın ölümünden sonra mühürlenen kapıların dijital yöntemlerle açılmasına kadar film, eski ile yeniyi sürekli iç içe sunuyor. Zaten kitabın da nihayetinde vardığı nokta bu: Kendini yenileyememiş felsefelere sıkı sıkıya bağlı insanların hiç beklemedikleri bir noktadan köşeye sıkışmasını, yeni dünyayla çarpışmasını ve dolayısıyla ikiyüzlülüklerinin açığa çıkmasını sağlamak.

Conclave

Katı kurallara dayalı bir inziva döneminde geçtiği için Conclave, doğal olarak klostrofobik bir atmosfere sahip. “Habemus Papam” dedirtene kadar küçük dallanıp budaklanmalarla izleyicisini meşgul ediyor. Her seferinde farklı bir bakış açısıyla sınanıyoruz. Oradan oraya savrulan oyları takip ederken, prestijli bir entrika zincirine tanıklık ediyoruz. Peter Straughan’ın saat gibi işleyen senaryosu bu anlamda fazlasıyla övgüyü hak ediyor. ABD’nin politik atmosferine doğrudan ve okuması çok kolay göndermeler yapsa da, açık temsiller barındıran hikâyesi, anlaşılabilir sadeliği sayesinde teklemeden finale ulaşıyor. Küçük bir dedektiflik gerilimi, kardinaller dünyasında ağza alınmayacak günahlar ve en önemlisi—dışarıdan bir göz, yepyeni bir kan, tüm bu düğümün çözümü olacağı başından belli bir yabancı… Hikâye boşa atılmış kurşunlarla oyalanmıyor, silahını öylesine gösterip kenara çekilmiyor. Her ayrıntı, kaçınılmaz bir olay zincirinin parçası ve bu yapıyı beğensek de beğenmesek de kusursuz bir işleyişi var.

Çoğunlukla sarkastik ve kupkuru bir mizahla şenlenen Conclave‘in iman ile şüpheyi yüzleştirmeleri, politikacıların kardinallerin niyetlerini sorgulatması nihayetinde vardığı nokta, aklımdaki en büyük soru işareti. Seçim sonuçlandığında, dış dünyadan süzülen ışığı kardinallerin yıllara meydan okuyamamış kırışıklıklarına düşüren film, öyle bir noktada kapanış yapıyor ki sanki eski kafalı görüşleri kurcalayarak yeni dünyaya istemsiz bir teslimiyeti ima ediyor. Güçle kurdukları istismar ilişkilerinde çıkarlarına göre manevra yapmaktan çekinmeyen bu adamların savunmasız dünyasının delik deşik edilmesi fikriyle ilgili bir sıkıntım yok. Ancak bundan sonrası hakkında ne söylemek istediği belirsiz. Conclave için esas söylemden çok, şok etkisi daha kıymetli görünüyor—hem romanda hem de filmde.

Bir önemli şikâyetim daha var: müzikler. Edward Berger, ana akım sinemacı kimliğini vurgulamak istercesine, bir kez daha kulakları sağır edecek bir müzik kullanımı tercih etmiş. Conclave’in, izleyicisini duygusal anlamda manipüle etmeye çalışan bir film olduğunu düşünmüyorum. Ancak sanki entrikası bol bir pembe diziymişçesine Volker Bertelmann’ın bestelerini öyle bastırıyor ki, ses tasarımındaki incelikleri bile gölgede bırakıyor zaman zaman. Neyse ki tüm bu kakofoninin içinden Ralph Fiennes sıyrılıyor. Kariyerini tanımlayan bir performans olmasa da, standartların çok üzerinde bir iş çıkarmış. Conclave olaylardan çok fikirler üzerine kurulu bir film olsaydı, Fiennes için bambaşka bir ödül sezonu anlatısı konuşuyor olabilirdik. Ancak bu hâliyle Kardinal Lawrence, daha çok güldürü filmlerindeki dengeyi sağlamak için başrole yerleştirilmiş lineer karakterleri andırıyor.

Devamını oku
Yorum Yapın

Yorum yazın...

Oscar Boy sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin