Dizi Eleştirisi
Zero Day (Mini Dizi): Ne Bir Fikir Ne Bir Taraf

ZERO DAY | Yaratıcılar: Eric Newman, Noah Oppenheim, Michael Schmidt | Oyuncular: Robert De Niro, Lizzy Caplan, Jesse Plemons, Joan Allen, Connie Britton, Bill Camp, Dan Stevens, Angela Bassett, Matthew Modine, McKinley Belcher III, Clark Gregg, Gaby Hoffmann, Mark Ivanir | 43~58′ | Netflix
Bu sezon iple çektiğim dizilerin hayal kırıklığına uğratması bir geleneğe dönüştü artık. Alfonso Cuarón imzalı tren enkazı Disclaimer‘ın ardından, Robert De Niro’nun ilk kez televizyon dünyasına adım attığı Zero Day de aynı kaderi paylaşıyor. İzle-unut platformuna dönüşen Netflix’te seyirciyle buluşan yapım, belli ki yemek yaparken arkada açılacak bir dizi arayanların ilgisini çeken The Night Agent rüzgârıyla Ted Sarandos’tan yeşil ışık almış. Kameranın arkasında televizyonun duayenlerinden Lesli Linka Glatter, yürütücü pozisyonunda Narcos referanslı Eric Newman, senaryo ekibinde ise iki kayda değer gazeteci, Noah Oppenheimer ve Michael S. Schmidt yer alıyor. Yapımcı koltuğunda da Robert De Niro’nun oturduğunu düşünürsek, bu projeye onay vermek Netflix için zor olmasa gerek. Peki Zero Day ne anlatıyor? Adını, bir ülkedeki tüm elektronik ve dijital kaynakların kesintiye uğramasıyla oluşan kriz durumundan alan dizi, bu kaosun arkasındaki hacker’ları ve onların emir aldığı güçleri ortaya çıkarmak için federal hükümetin kurduğu bir komisyonu merkezine alıyor. Eski ABD başkanı George Mullen (Robert De Niro), bu operasyonun başına geçerek altıncı bölüme kadar sır gibi saklanan gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için mücadele ediyor. O sırada da sırf De Niro var diye projeye akın eden birbirinden yetenekli oyuncular, bu sırrın çözülmesine yardımcı olmaya çalışıyor.
Zero Day‘in zamanlaması tesadüf değil elbette. Trump’ın olası dönüşüne karşı temkinli olan Amerikalılar için matem süreci, Joe Biden’ın son dakikada yeniden aday olmaktan vazgeçmesinden bile önce başladı. Yeni bir adayın gerekli momentumu oluşturacak vakti olmadığı gibi, Kamala Harris’i parlatıp öne çıkarmak da bu kadar kısa bir zaman dili içerisinde imkânsızdı. Bu karamsarlık yeni değil ve son dönemde politik içeriğe sahip Amerikan yapımlarında da bu katı atmosferin izlerini net bir şekilde görüyoruz. Zero Day kağıt üzerinde mevcut siyasi iklimden en iyi şekilde faydalanabilecek bir iş gibi duruyordu açıkçası. Ancak garip bir şekilde, dizinin ne belirgin bir fikri ne de net bir tarafı var. Hem sağın hem de solun hatalarının farkında olduğunu iddia edip, iki partinin iş birliğinin çözüm olabileceğini ima etmeye çalışıyor. Fakat tarafların aymazlıklarına eleştirel bir perspektiften yaklaşmadan, Netflix apolitikliği çerçevesinde, en lineer anlatımla ilerliyor. Üstelik bunu, akıcılıktan tamamen yoksun, demode bir hikâye kurgusuyla yapıyor.
Aslında adaletin en temel yapı taşlarına kadar uzanan bir yol var burada. Dizi, mevcut cezaların yeterli olmadığını düşündüğü gibi, anayasal yükümlülüklerin tarihteki hataları tekrarlayacak kadar kusurlu olduğunu da ima ediyor. Ancak bunu yaparken, seçtiği lider figürünü tanıtma biçimi, bizim “yetmez ama evet”çilerin kapıldığı rüyayla aynı noktadan besleniyor. Galeyana gelmiş protestocuları bile iki cümlesiyle yatıştırabilen George Mullen, ABD’nin her kesiminden destek gören idealize bir başkan figürü. Ancak oğlunun vefatından sonra, tüm nüfuzunu kendi elleriyle bir kenara itmiş. Yalnız neredeyse her reaksiyonu içgüdüsel olduğu için o onurlu ve efsane başkanla tanışamıyoruz. Ve ne hikmetse, koltuğunu devrettiği kadın başkan, 81 yaşındaki De Niro’nun canlandırdığı demans ataklarıyla Oval Ofis’te dolaşan eski başkana muhtaç kalacak kadar basiretsiz bir yönetici olarak resmediliyor…
Son dönemde sinema yazarlığında, izlediğim her yapımı ciddiye almamaya, alt metinlerini aşırı didiklememeye ve üzerlerine sosyal bir sorumluluk yüklememeye gayret ediyorum. Ancak dünyanın her yerine ulaşan Netflix’te yayınlanan ve üstelik NBC News’un önemli koltuklarında oturmuş gazeteciler tarafından yazılan bir mini dizinin bu kadar fikirsiz olmasını görmezden gelemem. Üstelik sadece politik açıdan değil, hikâye anlatım teknikleri konusunda da ciddi eksiklikleri var. Muhtemelen Robert De Niro’yla çalışacak olmanın cazibesiyle projeye dahil olan birbirinden yetenekli oyunculara, neredeyse karikatür seviyesinde karakterler teslim edilmiş. Komplolar kadar, onlara sunulan cevaplar da o kadar aptalcaydı ki, senaryonun bir noktasında yapay zekânın devreye girip girmediğini sorgulamadım değil. Sonradan kim olduğunu öğrendiğimiz kötü karakterlerinin motivasyonsuzluğu ve baştan savma şekilde çizilmiş hâllerini anca sadık A Haber izleyicisi yutabilir.
Artık bir itirafta bulunmanın zamanı geldi: Robert De Niro, son 20 yılda Martin Scorsese ile çalıştığı iki proje dışında, hep cepten yiyerek oynadı. Zero Day de bu döngüyü bozmuyor. “Ekonomik oynamış” diye savunulamayacak kadar özensiz bir performansla karşı karşıyayız. Ana karakteri önemsememizi sağlayacak bir bağ kurulamamışken gerisini konuşmaya bile gerek kalmıyor zaten. Zeki görünme çabasıyla komik duruma düşen Netflix dizileri listesine Zero Day’i de ekleyin, bitsin.