2012 filmleri hakkında konuşmaktan o kadar çok yoruldum ki artık uzun uzun eleştiriler yazmak yerine daha evvel de yaptığım “3 in 1” yazılarıyla hepsini aradan çıkarmak istiyorum. Artık Kamera Arkası ve Oscar Maratonu’na başlamak için sabırsızlanmamdan da kaynaklanıyor olabilir, emin değilim. Bugünün konuklarına gelirsek… Yeni gösterime giren yılın en iyi animasyonu Wreck-It Ralph, Viola Davis’den ödül sezonu için yapılmış Won’t Back Down ve Bill Murray’e Altın Küre adaylığı getiren felaket alameti Hyde Park on Hudson.
Bu yıl iyi bir animasyon yok diye o kadar sızlandım ki, geç kavuştuğum Wreck-It Ralph’in düşündüğümün çok üzerinde çıkacağı ihtimaline bile inanmadım. Açıkça söylüyorum, bence Wreck-It Ralph hem 2012’nin hem de son yılların en orijinal işlerinden. Animasyonlar için endişelenmemize gerek yok, en azından şimdilik. En İyi Animasyon Oscar’ını kucaklamasını dört gözle beklediğim, ülkemizde Oyunbozan Ralph adıyla gösterime giren film yer aldığı video oyununda “kötü adam” olmaktan çok sıkılmış ve artık iyi karakterler gibi bir şeyler kazanmak isteyen, bu yüzden de oyununu terk eden Ralph’in macerasını anlatıyor. Ralph tesadüf eseri içine girdiği Sugar Rush’da tanıştığı Vanellope ile tanıştıktan sonra, kendine yeni bir amaç daha edinen karakterimizin kimi zaman eğlendiren, kimi zaman güldüren, kimi zaman ise gözlerinizin dolmasına sebep olan tatlı serüvenini izliyoruz kısacası. Wreck-It Ralph son yıllarda izlediğimiz pek çok animasyondan izler taşıyor aslında. Hatta Vanellope’yi Monsters Inc.’in ufaklığına benzetenler mevcut. Ama bunu gerçekten de var olan video game karakterlerini ete kemiğe büründürerek çok daha özgün, çok daha hayranlık uyandıran bir hale çeviriyor. Belki beni heyecanlandıran bu kadar çok filmin olmadığı bir yılda yer alsak Wreck-It Ralph ilk 10’uma bile yerleştirebilirim. Wall-E, Up ve Toy Story 3’den sonra geçtiğimiz yıl ufak çaplı bir bunalıma girmiştik animasyonlar konusunda. Ama yersizmiş. Bu arada filmin seslendirme kadrosuna hayran kaldım. John C. Reilly, Sarah Silverman, Jack McBrayer, Jane Lynch ve Mindy Kaling olağanüstü seçimler olmuş. Yönetmen Rich Moore’un da beyazperdedeki ilk işi olduğunu düşünürsek, kariyerinin bundan sonrası için heyecanlanabiliriz sanıyorum artık.
[A-]
Viola Davis’i geçen sene pek sevmiyormuşum gibi gözükse de aslında Doubt’da kendisine hayran olmuştum. Kısacık ekran süresinde bizi bu kadar etkisi altına alabilecek kaç oyuncu vardır emin değilim. Yalnız The Help’de iki ağlayıp, sümükleri aktı diye ödülleri göndermenin de normal olduğunu düşünmüyorum. İnanılmaz politika kokan seçimlerdi bunlar. Ki geçtiğimiz yılın En İyi Kadın Oyuncu ödülüne hiç bulaşmamak en mantıklısı bence. Meryl Streep’in sadece Meryl Streep olduğu için ödül aldığı berbat The Iron Lady filminin açtığı yaralar hala kapanmadı. Bu sene de Viola Davis’e hazır bir rüzgar varken ödül getirelim mantığıyla yapılmış Won’t Back Down isimli filmi izledim. Aldığı eleştirileri belki biliyorsunuzdur. Herkes filmi vizyonsuzluk ve klişe olmakla suçladı. Haklılar mı? Kesinlikle. Ama kesinlikle yabana atılmaması gereken bir Viola Davis performansı var filmde. Peki film neyi anlatıyor? Diğerleri gibi hızlı öğrenemeyen ve bununla ilgili problemler yaşayan iki çocuğun annesini, çocukları için harekete geçerlerken izliyoruz filmde. Viola Davis’in canlandırdığı öğretmen ve Maggie Gyllenhaal’un disleksik karakteri filmin o güçlü annelerinin başını çekiyor. Yalnız bunu tamamen bir “anne” öyküsünü çevirmek yerine, filmin aynı zamanda yönetmeni olan Daniel Barnz, Amerika’daki eğitim sistemine de ucundan değdirmeler yapmış. Pek başarılı olduğunu iddia edemesem de bunun vermeye çalıştıkları mesajların zayıflığından değil, filmin dramatik yanına fazla yoğunlaşmaktan ne anlattığını unutmaya bağlıyorum. Hele ki Gyllenhaal ile Oscar Isaac için yazılmış o komik ilişki… Holly Hunter için de üstünkörü oluşturulmuş karakteri saymazsak, Won’t Back Down büyük umutlar vaat etmeyen, oyuncularının performanslarıyla seyircinin kalbini çalan bir film olmuş. Tabii biraz da tahammüllü bir zamanımda izlediğimden dolayı sevmiş olabilirim filmi, emin değilim.
[C+]
Geldik bugünün üçlüsünün en berbatına. Hyde Park on Hudson son yıllardaki “kadro ziyanı” türünün bir diğer örneği. Şaka yapmıyorum. Bill Murray’e Groundhog Day ve Lost in Translation sebebiyle hayranım. Wes Anderson filmlerindeki tiplemelerinden bahsetmiyorum bile. The Darjeeling Limited’ın en başındaki kısacık sahnesi bile beni mutlu eder. Laura Linney kendi jenerasyonunun en hakkı yenen aktrislerinden biri. The Big C ile en azından televizyon camiası tarafından ödüllendirilmesi beni mutlu etmeye yetiyor. Olivia Williams saygı uyandıran bir başka aktris. Son yıllarda yer aldığı her işte dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Bu rezalet filmde bile insanda hayranlık uyandırıyor. Ve Olivia Colman… Onunla da Tyrannosaur sayesinde tanıştım ve bundan sonra yaptığı her işte takip edeceğimden en ufak bir şüphem yok. Ama bu olağanüstü isimlere rağmen Hyde Park on Hudson, ilkokul çocuklarının dahi yazabileceği senaryosuyla bir tür israfa dönüşmüş. Hem bu filme para yatıranlara, hem de izlemek için vakit harcayanlara yazık. Sanıyorum 2012 filmleri içerisinde belki en kötü değil, ama en çok sıkıldığım film oldu. Tek bir karesinden dahi zevk almayı başaramadım. Ayrıca oyuncuların her birine bayılmama rağmen büyük bir uyum sorunu yaşadıklarını düşünüyorum. En azından Linney ve Murray çiftine ben kendimi inandırmakta çok zorluk çektim. Filmin yönetmeni de pek sevdiğim Notting Hill ve hiç de fena olmadığını düşündüğüm Venus’ün arkasındaki isim, Roger Michell. Bildiğim kadarıyla Hyde Park on Hudson’ın vizyon tarihi belirsiz olarak ertelendi. İsabet olmuş. Oldukça şenlikli olabilecek hikayeyi böyle harcayan bir yapım hiç gösterilmese de olur.