Oscar Boy Özel

Oscar Boy’dan 2012’nin En İyi 50 Filmi: #10 – 1

Yayınlandı

on

Ve geldik listenin sonuna. Daha önce de söylemiştim, 2012’de izlediğim değil 2012 yapımı filmleri değerlendirme içerisine alıyorum kendi en iyilerimde. Ve geçtiğimiz yılı da 130 filmle kapattım. İşte bu 130’un 50’sini teker teker yazarak sizlerle 2012’ye güzel bir final yapmak istedim. Umuyorum keyif alabilmişsinizdir. Yarın 5. Oscar Boy & Readers’ Choice Ödülleri’nin sonuçları gelecek. Sonrasında da 2. Sinema Bloggerları Ödülleri’ni dağıtıp yeni bir döneme başlayacağız. Şimdilik benim ilk 10’umla idare edin. Hemen başlayalım!

#10: RUST & BONE

Yönetmen: Jacques Audiard

Neden izlemeliydiniz?
* Marion Cotillard ve Matthias Schoenaerts’in karşılıklı döktürmesine şahit olmak için. Bu yılın en garip kimyasına sahipti Stephanie ve Ali. Birbirlerinin hayatına ufak dokunuşlar yaparken, seyirciyi de derinden yaralamayı unutmadılar.
* Cannes sahilleri için. Ben gördükçe kendimden geçtim. Her filme turistik bakmak gibi bir alışkanlığım var farkındayım da Paris’den daha çok sevdiğim Cannes’la hasret gidermiş olmak iyi geldi.
* Yılın en çarpıcı finallerinden birine şahit olmak için. Düşündükçe tüylerim ürperiyor. Schoenaerts’in oyunculuğuyla iyice tavan yapan o sahneleri kaçırmamanız lazım.

#9: THE IMPOSSIBLE

Yönetmen: Juan Antonio Bayona

Neden izlemeliydiniz?
* Tom Holland! Her yıl kayıplara karışan pek çok genç yetenekle tanışıyoruz ama sanıyorum Holland gelecek vaat eden ve bu işleri kolay kolay bırakmayacağına inandığımız ender isimlerden. Koca filmi sırtında taşıdığına da şüphe yok.
* Bazen birilerinin doğanın ne kadar vahşi olduğunu bize hatırlatmasına ihtiyaç duyuyoruz. The Impossible da hiç bir felaket anını törpülemeden önümüze sunuyor. Kayıtsız kalmak, gözyaşlarınıza hakim olmak mümkün değil.
* Kusursuz kurgusu için. Ben özellikle suyun altındaki sahnelerde hayran kaldım The Impossible’a. Tabii sinematografinin de katkısı büyük. Belki daha iyi bir dağıtımcının elinde olsaydı Naomi Watts haricinde de pek çok adaylık alabilirdi film.

#8: LOOPER

Yönetmen: Rian Johnson

Neden izlemeliydiniz?
* Kaliteli bilimkurgulara hasret kaldığımız dönemlerden geçiyoruz. Looper da son yıllarda karşımıza çıkan eli ayağı düzgün, nadir bilimkurgulardan biri. Dolayısıyla bu alçak gönüllü yapımı kaçırmak olmaz.
* Emily Blunt’ın hayali bir sigara içtiği sahne için. Yılın aklımda kalan anlarından biriydi. Hala kendimce tekrarlarını yapıp Looper’ı anıyorum. Filmi sevmeyenleri de anlamak istemediğimi cümlemin sonuna iliştireyim.
* Pierce Gagnon. “Canavar” diye tabir ettiğimiz türden kendisi. O boya, o yaşa böyle oyunculuk! Hayret edilesi.

#7: HOLY MOTORS

Yönetmen: Leos Carax

Neden izlemeliydiniz?
* Cannes’da yapılan haksızlığın altını çizmek için. Evet, Amour fanları size sesleniyorum. Sezon bitti. Artık Haneke ve filmi beni zerre kadar alakadar etmiyor da Holy Motors’un Amour’dan kötü bir film olduğunu iddia etmeyeceksinizdir umarım.
* Denis Lavant’ın harikulade oyunculuğu için. Canlandırdığı her karaktere bürünüp, film boyunca bir an olsun kendini tekrarlamayan ve bunu büyük bir ustalıkla yapan Lavant yılın en takdir edilesi performanslarından birini sunuyor.
* Akardeonlu sahne. Ben açıklama yapmayayım, buyrun izleyin.

#6: MOONRISE KINGDOM

Yönetmen: Wes Anderson

Neden izlemeliydiniz?
* Wes Anderson yaşayan en iyi yönetmenlerden biri. Scorsese tahtına aday göstermiş, bize de üzerine bir şey söylemek düşmez. Dolayısıyla 2012 filmlerini tamamlarken Anderson’ın son işini es geçmek olmaz.
* Benim gibi Wes Anderson dünyasına doyamayanlar için de hasret giderme zamanı sayılabilir Moonrise Kingdom. The Royal Tenenbaums sayesinde o dünyayla tanıştığımdan beri bir şekilde dahil olmak istiyorum. Olduramıyorum.
* Jared Gilman ve Kara Hayward. Bu yıl ne kadar da çok çocuk starımız var öyle. Alın size iki tanesi daha. Oyunculuğa devam edip etmeyecekleri meçhul tabii.

#5: THE PERKS OF BEING A WALLFLOWER

Yönetmen: Stephen Chbosky

Neden izlemeliydiniz?
* John Hughes’dan beri hiç bu kadar iyi bir gençlik filmi izlememiştik. Belki The Breakfast Club’la böy ölçüşebilecek kadar kusursuz değil; ama The Perks of Being a Wallflower kesinlikle adının anılmasını hak eden, yeni jenerasyonu derinden sarsmaya yetecek bir yapım.
* Logan Lerman! Benim kadar etkilenen oldu mu oyunculuğundan bilmiyorum da bence Ezra Miller ve Emma Watson’dan çok daha iyiydi. 2 saatlik kısa bir sürede Charlie karakterinin evimizden biri olduğunu düşündürtebildiyse, diyecek başka söz yok.
* Tüneldeki sahne. David Bowie. Heroes. Nokta.

#4: LES MISERABLES

Yönetmen: Tom Hooper

Neden izlemeliydiniz?
* Epik ama sıkıcı olmayan işlere hasretken, Les Miserables ile karşılaşmak beni çok mutlu etti açıkçası. 2000’li yıllarda bu problemi çok yaşadım doğrusu. Büyük çaplı projeler genelde ikinci yarıya gelmeden beni dipsiz kuyulara hapsediyor. Les Miserables ise bir sinemaseverin mutlaka deneyim etmesi gereken, cesurca yönetilmiş ve oynanmış, eksiksiz bir müzikal.
* Anne Hathaway’in “I Dreamed a Dream”i söylediği sahneyi söylemeden geçmek olmaz. Terk edilmiş, çaresiz, yapayalnız Fantine olarak zihinlerimizde derin yaralar açtı Hathaway. Aldığı Oscar, anasının ak sütü gibi helal olsun.
* The King’s Speech’deki tembel yönetmenliğinden sonra Hooper’dan umudu kesmiştik. Ama Les Miserables’da affettik. Yani arasını düzeltmek isteyenler için Les Miz güzel bir seçenek.

#3: SILVER LININGS PLAYBOOK

Yönetmen: David O. Russell

Neden izlemeliydiniz?
* Jennifer Lawrence’ın dengesiz ve bundan dolayı pek çok yönünü görebildiğimiz oyunculuğuna şahit olmak için. Oscar aldı, istediğim oldu. İzlediğim günden beri destekliyordum. Lawrence sevmeyenler “sempati oyları” ve “kampanya” gevezeliği yapıyor da zaten BAFTA hariç tüm ödülleri toplamış birinden bahsediyoruz, yapmayın.
* Bradley Cooper’ın istediğinde ve doğru bir senaryoyla buluştuğunda ne kadar harika bir aktör olduğunu görebilmek için. Filmi büyük bir önyargıyla, Cooper’ın hatalarını yakalamak için izlediğimden de ayrıca bir şok oldu tabii. Şu an Cooper’ın yeni projelerini merak eden bir adam oldum çıktım.
* Danny Elfman’ın müzikleri. Evet, bunu söylememi kimse beklemiyordu belki ama ben Silver Linings Playbook’un müziklerini çok beğendim. Yeteri kadar özgün müzik materyali olmadığından diskalifiye edilmişti ama ben o 35 dakikalık müzikle de kendimden geçmeyi başarabiliyorum pek ala.

#2: DJANGO UNCHAINED

Yönetmen: Quentin Tarantino

Neden izlemeliydiniz?
* Leonardo DiCaprio’ya yapılan haksızlığa şahit olmak için. Christoph Waltz ödülü aldığı için bir an olsun üzülmedim lakin Inglourious Basterds’ın devamını getiren Waltz yerine, kariyerinin en farklı işine imza atan DiCaprio’yu görmek isterdim Oscar’ı kucaklarken.
* Quentin Tarantino delisinin (evet, deli) yeni alamet-i farikasını da tüketip, tekrar tekrar izleyerek her sahnesine hayran olmak için. Koca kariyerinde sadece bir tane kötü filmi olmasına hala kafam basmıyor.
* Filmde kullanılan şarkılar ve müzikler için. Özgün müzik anlamında sanırım Django’da da yeteri kadar materyal yok. “Ancora Qui”den “Freedom”a kadar kullanılan şarkılarına ise hayran olmamak mümkün değil.

#1: ZERO DARK THIRTY

Yönetmen: Kathryn Bigelow

Neden izlemeliydiniz?
* Kathryn Bigelow düşmanları The Hurt Locker’la aldığı Oscarlar’ı hala hazmedemezken Bigelow yepyeni bir başyapıtla aramıza döndü. Ben sadece 21. yüzyılın en iyi Amerikalı yönetmenlerinden birinin filmini kaçırmak olmaz diyeceğim klasik olarak. Cinsiyetçi bir tavra bürünmek istemesem de, yaşayan en iyi kadın yönetmen olduğuna da şüphe yok.
* Son 30 dakika. Bu kadar iyi yönetilmiş, iyi kurgulanmış, iyi bir sinematografiye sahip ve tabi iyi yazılmış başka bir şey izlemedim ben bu sene. İşkence muhabbetleri çıkınca ödül kazanmayı bıraktı ZD30 ama biz Bigelow fanlarına, sezon başındaki sayısız En İyi Film ödülü de yeter.
* “Oscar Boy’a göre 2012’nin en iyi filmi”ni merak ettiğiniz için. 3 kere izledim, bilmem anlatabildim mi?

0 Comments

  1. serter

    6 Mart 2013 at 23:22

    Bigelow yâsayan en iyi kadin yonetmen mi? Hayatinizda hic Agnieszka Holland, Claire Denis, Agnes Varda, Jane Campion isimlerini duydunuz mu? Tabi bunlar sadece bir kismi…

    • Metin

      7 Mart 2013 at 15:50

      Katılıyorum, yaşayan en iyi kadın yönetmen aşırı ve haksız bir yorum olmuş. Agnes Varda, Claire Denis ve Jane Campion varken hatta Lilliana Cavani ve Margarethe von Trotta’yı da hayattayken, hatta ve hatta Mira Nair, Sally Potter, Samira Makhmalbaf dururken Bigelow’a sıra gelmez – ki Near Dark, Point Break ve Strange Days filmlerini çok çok severim.

  2. summer

    6 Mart 2013 at 23:54

    umur bigelow hurt lockerla aldığı oscarını sana verecekmiş diyorlar tüm zamanların en iyi fanı diye,abarttıkça abattın meseleyi,sen rahatsız olmamamış olabilirsin işkence muhabbetinden,o kadar insan kadına küresel komplo kurmadığına göre bazı insanlar cidden rahatsız olmuş bu kadar zor mu anlamak.sen sevebilirsin ama insanlar bu kadının militaristliğinden,faşistliğinden,propagandistliğinden tiksiniyor,80 lerde 90 larda çektiği filmlerden sonra sırf oscar almak için çektiği bariz olan bu filmlerden, filmlerden öte kadının temsil ettiği fikirden nefret ediyor.neyse seven sever sevmeyen sevmez benim takıldığım asıl nokta bu değildi.sen birilerini bol kepçeden en iyi ilan etmeyi seviyorsun belli oldu.ben de örnek verecektim benden bir önce yorum yazan kişi yazmış zaten sağolsun o yönetmenleri

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version