Oscar Boy Özel

Blogging 101

Yayınlandı

on

Ortaokul yıllarında Mynet’in imkanlarıyla açtığım haber blogu ile başladı benim sinema hakkında gevezelik yapma sevdam. Fakat tüm sinema haberlerini Beyazperde’den birebir kopyaladığım için uyarı mailı almam uzun sürmedi. Sonra bir süre uzak durdum blog fikrine. 2007 yılında Blogspot çatısı altında Comments From Another Room ve Oscar Predictions of Umua adında iki blog açtım. Birisinde filmlerle ilgili yorumlarımı yazıyordum, diğerinde ise ödül mevsimini takip ediyordum (Google’lasanız bile bulamayacağınızı hemen söyleyeyim. İkisi de çoktan kapandı.). Derken WordPress’in daha profesyonelce durduğuna inanıp 2009’un Eylül ayında Oscar Boy’u açtım. Ödül mevsimine olan ilgi eskiden bu kadar canlı değildi açıkçası. Birkaç kişi vardı belki ödülleri konuşmak isteyen; fakat Türkiye’de bunun üzerine yazan bir bloga rastlamak çok zordu. Dolayısıyla sıfırdan başlayıp, Oscar ve öncesindeki dört ayı seven insanların bir şekilde bildiği bir bloga dönüştüm bu süreçte. Ahım şahım bir başarı hikayem yok. Sadece beni tatmin edecek kadar, yorumlarını bir gün olsun esirgemeyen okuyucularım var. Peki neden böyle bir yazı yazıyorum? Her sonbaharda olduğu gibi bu yıl da pek çok hevesli arkadaşımız büyük bir heyecanla yeni sinema blogları açtı. Ve ilginç bir şekilde son 2 ayda toplamda 3-4 farklı insandan tavsiye isteyen maillar aldım ve hiç biriyle de daha evvel tanışmış değilim. Ben de böyle bir hoşluk yapayım, onlara birkaç tavsiyede bulunayım istedim. İşte yola yeni koyulan sinema bloggerları için benden nacizane birkaç tavsiye:

* Öncelikle özgün olun. Sadece film incelemeleri yazan sayısız blog var artık. Her geçen sene de seçenekler giderek artıyor. Dolayısıyla okuyucuyu çekebilmek için orijinal olmaya gayret edin. Ne bileyim, not sisteminizi değiştirin. Farklı yazı serileri hazırlayın. Motomot film incelemesi yazmaktansa farklı başlıklar altında toplayın fikirlerinizi. Eğer 6 sene içerisinde bir şey öğrendiysem, o da okuyucunuzun ilgisini çeken bir film hakkında yazmıyorsanız kimsenin incelemenizin sonunu getirmediği. Adınız ne olursa olsun, isterseniz sayısız sinema okulu bitirmiş olun, kimse etrafta sizin gibi aynı filmden bahseden 150 blog daha olduğu sürece size bağlanmıyor. O yüzden farkınızı ortaya koyun. Ben seçimimi ödül mevsimine odaklanarak yaptım. Stratejik bir tercih değildi bu. En başından beri, çocukluk yıllarımda dahi tek ilgilendiğim şey ödül mevsimiydi çünkü. Son iki yıldır izlediğim filmlerin sadece ödül odaklı olmamasına gayret ediyorum; ama yine de ağırlık her zaman ödül mevsiminde olacak.

* Eğer bunun üzerine bir eğitim almadıysanız, kendinize asla “eleştirmen” demeyin. Eleştirinin ne olduğunu araştırdıktan sonra yazdığınız şeyleri isimlendirin. Ben “yorum” ya da “inceleme” denmesinden yanayım. Neyse ki bu uzun bloggerlık sürecinde kendime asla eleştirmen demedim. Geliştirmem gereken şeylerin farkındayım. Ki “eleştiri” yazmak da hiç bir zaman ana amacım olmadı. Sadece önerim, filmin konusunu en ince ayrıntısına kadar dayadığınız yazılara “eleştiri” başlığını yapıştırmamanız.

* Nefret edilmekten korkmayın. Eğer sizi kişisel olarak tanımayan, sadece yaptığınız işi bilen insanlarla muhattap oluyorsanız elbet birileri sizi takdir etmek istemeyecek ya da yaptığınız işi beğenmeyecek. Zaten sinemanın en güzel tarafı da bu. O kadar öznel bir şey ki, bir filme kimisi tam puan verirken diğeri yerden yere vurabiliyor. Blog yazarlığı da bunun gibi işte. Sizi beğendiğiniz filmler üzerinden tanımlayarak hakaret etmeyi seçecek insanlarla karşılaşacaksınız. Hatta öyle ki aynı işi yapan blog yazarlarıyla bile belli belirsiz bir çatışma içerisine gireceksiniz. Ama umursamayın, önünüze bakın. Zaten eğer birisi sizden nefret etmiyor, yaptığınız işi beğenmiyorsa bir yerde yanlış yapıyorsunuz, yeteri kadar insana ulaşamamışsınız demektir. Tabii ben özel hayatımda da etrafımdaki insanları önemsemeyen bir karaktere sahibim. Eğer hassas biriyseniz sinirlerinizi yıpratmamaya özen gösterin. Çünkü herkesi aynı anda memnun etmek olanaksız bir şey. Her kafadan farklı bir ses çıkmasa, bu kadar çok ödül töreni olmaz, herkes aynı filme ya da oyuncuya ödül verirdi.

* Görüşlerinizin arkasında durun. Çoğunluğun beğendiği filmi beğenmemek sizi daha kötü yapmaz. Mesela tüm Hollywood, Argo’ya bayıldı diye Ben Affleck’i alkışlamak zorunda değilsiniz. Amour, Altın Palmiye’yle evine döndü diye Michael Haneke’yi takdir etmek zorunda da değilsiniz. Sesiniz farklı çıkacak diye korkmayın. Bir filmin IMDb, Rotten Tomatoes ya da Metacritic puanı size etki etmesin. Ayrıca kimseye kendinizi kabul ettirmek zorunda değilsiniz. Zaten en başından beri tüm olay, sinema aşkınıza yazarak karşılık bulmak, nefsinizi böyle köreltmek değil mi?

* Okuyucunuza yalan söylemeyin. Belki çok şaşıracaksınız ama 2000 kelimelik bir yazıdaki ufacık bir detayı gören okuyucu gün gelip size “Ama bunun için böyle düşünüyordunuz. Şimdi ne oldu?” diye hesap sorabilir. Dürüst olun. Bu iş sizi dünya starı yapmayacak ya da televizyonlara çıkartıp zengin etmeyecek; ama aklınızdaki her şeyi ortaya döküyorsunuz kelimelerinizle. Böylesine bir şeffaflık söz konusuyken kimseyi aldatmayın, yanıltmayın.

* Kendinizi fazla ciddiye almayın. Benim en çok karşılaştığım şey, sinema ya da müzik, moda, vb. fark etmeksizin, ne hakkında yazarsanız yazın, okuyucu sayısı arttığında kendini kaybeden yazarlar. İnanın, tarayıcının üstündeki çarpı işaretine bastıktan sonra kimse gidip sizin hayalinizi kurmuyor. Sadece ilgilendiği şeylerle ilgili bilgi almak ya da tartışabilmek için uğruyor insanlar sitenize. Peygamberciliğe soyunmaya hiç gerek yok. Kimi zaman içerisinde öznel tek bir fikrinizin dahi olmadığı görsellerle dolu sayfanız tıklanacak ya da taglerinizi akıllı bir şekilde ayarladığınız için Google’dan inanılmaz bir trafik gelecek. Evet, artan reytinglerin insanı çok mutlu ettiğini biliyorum. Fakat o reytingler, Twitter ya da Facebook’daki takipçi sayınız yaptığınız işi ya da sizi ilah yapmıyor. Kendinize hakim olun. İşin tadını çıkarmaya bakın.

* Abartmayın. Biliyorum, okunmak isteyeceksiniz. Dolayısıyla, hele ki henüz yaşlar 20-25 aralığını görmediyse, sinemayla ilgisi Fast & Furious serisiyle sınırlı olan arkadaşlarınızı bile sitenizi okuması için teşvik edeceksiniz. Facebook ve Twitter gibi sosyal mecralarda aynı gün içerisinde yüzlerce kez reklamınızı yapacaksınız. Belki de bu tık sayısını arttıracak, bilemem. Ama okuyucuyu manipüle etmenin boyunuzu uzatmadığını hatırlatmam gerekiyor. Reklam yapmayın demiyorum. Reklamınızın miktarı değil içeriği ön planda olsun.

* Düzen, nizam, intizam. Blogunuzun tasarımıyla ilgili tavsiye vermeyeceğim. Bunlar biraz araştırıp kesenin ağzını açtığınızda (hatta bazen açmadan bile) halledilebilecek şeyler. Ama okuyucunuz için bir düzen kurun. Neyi nerede bulabileceklerini bilsinler. Ana sayfanızın, hatta tek başına yazılarınızın bile bir şablona uymasına dikkat edin. Yabancı blogları (The Film Experience ve Nick’s Flick Picks aklıma ilk gelenler) inceleyin. Türkiye’den bu konuda örnek verebileceklerim arasında theMagger, Sinedrama ve Film Doktoru var. En başından ipleri elinizde tutun, ki daha sonra biriken yazıları kategorize etmekle vakit kaybetmeyin.

* Kesin yargılarla konuşmayın. Sinema nesnel bir sanat dalı değil. Bizler de otorite değiliz. Belki sizden daha az şey bilen okuyucularınız olacak. Ama elbet daha deneyimli, belki de sinema tarihinde uzmanlaşmış birisi uğrayacak sitenize. “Bana göre”, “benim için”, “bence” demeye özen gösterin. Aksi takdirde ulaştığınız insanların gözünde iticileşirsiniz. Tabii ki de kimseyi memnun etmek zorunda da değilsiniz. Fakat bir film, bir yönetmen ya da bir oyuncu için kesin konuşup ayak diretmeye gerek yok.

* Ve en önemlisi… Yeniliklere açık olun. Gün gelecek, dalga geçtiğiniz bir aktörün performansına hayran kalacaksınız. Gün gelecek, Uzak Doğu sinemasından kaçmaya çalışırken çok sevdiğiniz bir yönetmene rastlayacaksınız. Önyargılar, “Ben demiştim.”cilerin sinir bozucu kafa sallamalarına maruz kalmaktan başka bir şeye yaramıyor.

Eğer haddimi aştıysam affola. Benden tavsiye almak isteyen birkaç arkadaşıma böyle cevap vermek istedim. Hem belki, belli mi olur, birkaç yıl sonra hepimizin okuyacağı yeni bir blog için de birilerini gönüllendiririm. Birkaç sene önce Oscar Boy’a sadece yorum atan arkadaşlarımın bloglarını ziyaret etmek beni çok mutlu ediyor mesela. Yeni ödül mevsimlerinde, yeni yüzlerle görüşmek üzere diyelim. Herkese kolay gelsin.

Not: “Sen kim oluyorsun?”culara sesleniyorum: Haklısınız. Ben kim oluyorum da tavsiye veriyorum? Ama dayanamadım işte. Gençtir, hevestir deyin.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version