Dizi Eleştirisi
Orange Is the New Black – 2. Sezon
“Televizyonun başına gelmiş en güzel şeylerden biri Netflix.” dediğimde içimden bu orijinal yayın anlayışının sektörde yaratacağı, hatta yaratmakta olduğu devrimi uzun uzun açıklamak geliyor. İnternet üzerinden belli bir üyelik ücreti karşılığında sürekli olarak yüksek kalitede video seçenekleriyle film ya da dizi izleyebildiğiniz bir kuruluş aslında Netflix. Ne yazık ki ABD vatandaşı olmadığınız ya da IP adresinize türlü hilekarlıklarla güzel bir ayar çekmediğiniz müddetçe buradan üye olmak pek mümkün olmuyor. Ama henüz “torrent” denilen şey yasal olarak bir suç sayılmadığından ötürü Netflix’in nimetlerinden başka türlü faydalanabiliyoruz. Bundan birkaç yıl evvel kendini internet üzerindeki bir televizyon kanalına çevirip orijinal yayıncılığa başlayan site, Hemlock Grove ile kapılarına açıp yoluna Arrested Development’ın geri dönüşü ve House of Cards ile devam etti. Yalnız hiç şüphesiz ki, Netflix’in elindeki tüm dizileri izleyen herkes için Orange Is the New Black aralarında en çok heyecan yaratanı. Öyle ki House of Cards’ın arkasındaki David Fincher ismini bile unutturup, tüm odağınızı bu projeye vermenizi sağlıyor.
Piper Kerman’ın kendi anılarını yazdığı “Orange Is the New Black: My Year in a Women’s Prison” kitabının bir uyarlaması aslında bu dizi. Her ne kadar kitapla arasında büyük farklar olsa da (Mesela Alex ile Piper asla aynı hapishanede bulunmamış. Ve ilk geldiği günden itibaren tüm “beyazlar” Piper’a fazlasıyla yardımcı olmuş. Öyle ki Red manevi bir anneye dönüşmüş onun için.) dizi her daim çıtayı yukarıda tutmayı başarıyor ve dramayla komedi arasında mekik dokuyarak ilgiyi ayakta tutuyor. İlk sezonun 13 bölümünü bir solukta bitirdikten sonra geçtiğimiz Cuma günü 13 bölümlük ikinci sezon geldi. Ve üzülerek de olsa yeni bölümleri de hiç nefes almadan bitirdim. Ama en azından şimdi Orange Is the New Black’in kalitesinden hiç ödün vermediğini ve şu an televizyondaki (ya da her neyse) en iyi dizilerden biri olduğunu yüksek sesle söyleyebiliyorum. Eğer Game of Thrones, True Detective ve benzer popüler işlerden arta kalan zamanınızda Orange Is the New Black’e gereken şansı vermiyorsanız büyük hata yapıyorsunuz sevgili Oscar Boy ziyaretçileri, orası kesin.
İlk sezonda her bölüme bir mahkumun geçmişinden ufak sahneler yerleştirerek kendince bir matematik geliştirmişti dizi. Bu yıl da düzen bozulmamış. Ama Piper (Taylor Schilling) haricinde dizinin ön planında yer alan kadınların büyük bir çoğunluğu değişmiş. Red (Kate Mulgrew) ve Nicky (Natasha Lyonne) kaldıkları yerden devam ederken Alex (Laura Prepon), Big Boo (Lea DeLaria), Pennsatucky (Taryn Manning) ve Sophia (Laverne Cox) gibi pek çok karakterin ekran süresi azalmış. İkinci sezonda daha çok Litchfield’ın “siyahi” cephesiyle ilgili hikayeler izlediğimizi söylersek de yalan olmaz. Bunu Crazy Eyes (Uzo Aduba), Taystee (Danielle Brooks), Black Cindy (Adrienne C. Moore) ve Poussey’nin (Samira Wiley) geçmişleriyle ilgili pek çok önemli detayı açık ederek destekledikleri kesin. Yalnız kadroya yeni katılan Vee (Lorraine Toussaint) isimli karakterin de Litchfield’daki gettoyla ilgili daha çok şey öğrenmemizde etkisi büyük.
Ben yine yazıyı sezondaki büyük olayları deşifre etmeden yazmaya devam edeceğim izninizle. O yüzden Miss Rosa (Barbara Rosenblat) ile Lorna’yı (Yael Stone) daha yakından tanımaktan mutlu olduğumu söyleyerek üstü kapalı bir şekilde tam puan vermek istiyorum onların bölümlerine. Ayrıca bu yıl Piper’ın dünyasındaki bitmek bilmeyen aksilikleri bir kenara bırakıp ayakları yere daha sağlam basan bir yöne sapmaları oldukça hoşuma gitti. Lakin Larry’nin (Jason Biggs) ani sevdasının bende ufak da olsa sıkıntı yarattığını söylemem gerek. Piper Kerman’ın hayatında da böyle bir U dönüşü var mı çok merak ediyorum. Diziye olan bağlılığımdan ötürü yakın zamanda biyografisini okumam an meselesi. Diaz’ın (Dascha Polanco) çocuğundan Caputo’nun (Nick Sandow) koltuk sevdasına, Pornstache’in dirilişinden (Pablo Schreiber) dizinin yeni karakteri Soso’nun (Kimiko Glenn) hayat mücadelesine kadar merak ettiğim pek çok şey var.
Peki ATAS üyeleri Orange Is the New Black’in ilk sezonunu değerlendirileceği bir yıl için oy verirken ikinci sezondan etkilenip kimlere destekte bulunabilir? Açıkçası Schilling’in bu yıl oyununu geliştirmiş ve Kate Mulgrew’ın en az ilk sezondaki kadar iyi sahnelere imza atmış olması biraz etki yaratabilir diye düşünüyorum. Lakin oy vermeden evvel ikinci sezonun tüm bölümlerini toparlarsa bir buçuk saatlik sezon finalinde Uzo Aduba’nın da epey yıldızı parlıyor. Bakarsınız Aduba’ya sürpriz bir adaylık gelir. Yalnız yardımcı mı, yoksa konuk oyuncu mu olarak yarıştığını bilmiyorum. Benim favorilerim arasında ise Samira Wiley ile Danielle Brooks var. Natasha Lyonne’un çok bir efor sarf etmiyormuş gibi gösterip harikalar yarattığını ve Yael Stone’un da özellikle o ünlü Christopher ile tanıştığımız bölümde gözlerimizi doldurduğunu eklemem gerek.
Tekrar söyleyeceğim, Orange Is the New Black’e hala başlamadıysanız çok büyük bir hata ediyorsunuz. Üstelik karşınızda sadece belli bir izleyici kitlesine hitap eden bir dizi de yok. Emmy’de komedi dalında yarıştığı için büyük ihtimalle Modern Family’ye büyük bir rakip olup, Julia Louis-Dreyfus ve Amy Poehler gibi komedi dehalarının karşısında yarışacak Taylor Schilling’i içeren diziyle çok geçmeden tanışmanızda fayda var. Netflix’in sebep olduğu bu harikaya hayran olan bizler yeni bölümler için önümüzdeki yılı bekleyerek sürünürken siz de arayı kapatırsınız artık. 2014/15 TV sezonunda yer alan yazdığım ilk diziye tam puan vermenin de haklı sevincini yaşıyorum ayrıca. Şu yazının vesilesiyle de aramıza yeni Orange Is the New Black bağımlıları ekleyebilirsem ne mutlu bana…
En İyi Bölüm: We Have Manners. We’re Polite. (Bölüm 13)
Sezon Boyu Spotlight Ödülü: Kate Mulgrew (Red)
Sezon Notu: A+