Eleştiri
Song One
Song One, Amerikan bağımsız sinemasının daha önce denediği bir formülü eline alıp sanki yeni bir şey anlatacakmış gibi pozlara girip, finalinde önünüze kocaman bir “hiç” koyan o filmlerden bir diğeri. Erkek kardeşinin geçirdiği bir kaza (intihar? overdose?) sonrası komaya girmesiyle Franny şehre geri döner ve erkek kardeşinin eşyalarını karıştırırken bulduğu küçük bir not defterinde yazılanları takip ederek kendince bir hesaplaşmanın içine girer. O kadar bayat, o kadar sıkıcı bir konusu var ki Song One’ın bunun yerine Bride Wars’u izleyerek en azından eziyetime birkaç kahkaha mı eklesem diye düşünmedim değil. Beyazperdede gördüğümüz her şeyi arka arkaya sıraladığı yetmiyormuş gibi iki başrol oyuncusunun tutmayan kimyasından, kimsenin inanmak istemediği bir aşk hikayesi çıkarmaya çalışıyor ki zaten bu noktada seyircisinin sinir krizleri geçirip ağlamasına sebep oluyor Song One.
Yönetmen/senarist Kate Barker-Froyland hanımefendi daha evvel iki üç kısa film çekerek yönetmenliğe start vermiş. Fakat Sundance’de seyirci karşısına çıkma fırsatı yakalayan Song One ilk uzun metrajlısı. Genelde “ilk film”lerde yıllar yılı düşünülmüş bir senaryonun uygulamasını izlemeye alışık olduğumuz için Barker-Froyland’ın beyazperdeye böyle bir başlangıç yapması beni hayrete düşürdü. Hollywood’da kadın yönetmenlere ve senaristlere daha çok yer verilmesi gerektiğine ben de katılsam da Barker-Froyland gibiler zaten erkek egemen olan bu büyük endüstride naif hikaye yapmak uğruna senaryo yazmayı unutan bir kalabalığın da var olduğunu hatırlatıyor tekrardan bizlere. Song One’da ne yazık ki daha önce görmediğimiz bir şeye rastlamıyoruz. Ne hikaye anlatımında ne de karakterlerini inşa ederken Kate Barker-Froylanda özgün bir yorum getirmeyi akıl edememiş.
Anne Hathaway’in en kötü performansını Interstellar’da izlediğini düşünenler sıkı tutunsun, çünkü Song One’da daha berbatı var. Duygulandığı anlarda gözlerini kısıp etrafa boş bakışlar atan Hathaway, “I Dreamed a Dream”i söyleyip hepimizi gözyaşlarını boğan kadın bu mu diye düşündürtüyor. Rol arkadaşı Johnny Flynn’i belki müzik kariyerinden tanıyanlarınız vardır. Dönem dönem irili ufaklı rollerle beyazperdeyi de ucundan ziyaret eden genç müzisyen ne yazık ki Hathaway’in kupkuru oyunculuğunu daha yüksek seviyede bir işçilikle karşılık veremiyor. Hatta Clouds of Sils Maria’daki 10 dakikayı geçmeyen performansının bile burada tüm filme yayılan çalışmasından çok daha incelikli olduğunu söylemek mümkün. Bir de şu aralar The Last Man on Earth ile ekranlarımızı meşgul eden Oscar ödüllü aktris Mary Steenburgen’ı rastlıyoruz ufacık bir rolde. Neden bilmem, Steenburgen’ın Hollywood’un 50 yaş üstü kadınlara uygun gördüğü her türlü klişe rolü kabul etmesine rağmen sürekli karşımıza çıkıyor oluşundan mutluyum. Keşke onun yaşlarında olup da daha çok saygı gören pek çok aktris gibi izleyici Steenburgen’ın kariyerinin önceki yıllarında ne denli başarılı işler kotardığını hatırlasa.
Benim Song One ile ilgili ekleyebileceğim başka bir şey yok. Büyük bir vakit kaybı olduğunu tekrar hatırlatayım. Bağımsız Amerikan sinemasından çıkan her hikayenin de iyi olmadığının güzel bir kanıtı. Bizler Whiplash ve Beasts of the Southen Wild gibi Sundance harikalarıyla vakit geçirirken bu tür yapımlar da film çöplüğünü boyluyor işte. Kusura bakma Anne Hathaway, ama yine olmadı!
[review]