Eleştiri
Suite Française
Ülkemizde de çok satanlar listesine girmeyi başarmış bir romanın beyazperde uyarlaması Suite Française. Hatta okuyanların hatırlaması için adının Fransız Süiti olarak çevrildiğini de ekleyeyim. Katolik olmasına rağmen Naziler tarafından Yahudi damgası yiyen Irène Némirovsky, Auschwitz’deki kampta 39 yaşında vefat etmiş; fakat kısacık ömrüne pek çok eser sığdırmayı başarmış bir yazar. Lakin Suite Française ölümünden tam 56 yıl sonra ortaya çıkmış bir hikaye. Bu kadar uzunca bir süre nasıl bulamamışlar meçhul tabii. Némirovsky’nin bizzat kendi yaşadıklarını anlattığı kitabı kızları tarafından keşfedildikten sonra 2004’te yayınlanmış ve okuyucuyla buluşmuş. Böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyen Hollywood yapımcılarının da romana balıklama atlamasına şaşırmamalı. The Weinstein Company’nin dağıtımcılığını üstlendiği 2015 yapımı Suite Française bir türlü kesinleştirilemeyen vizyon tarihi sebebiyle uzunca bir zaman sürüncemede kalmıştı. Ama bir zamanlar Oscar kampanyası yapılacağına inandığımız film artık seyirci karşısına çıkmaya hazır.
Suite Française özetle İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından işgal edilmiş Fransa’nın küçük bir kasabasında geçiyor. Kayınvalidesiyle birlikte aynı evde yaşayan Lucille kocasının savaştan dönmesini beklerken kasaba Naziler tarafından işgal ediliyor ve her eve bir Alman askeri yerleşiyor. Başta büyük bir önyargıyla başlayan Lucille ile evlerine misafir olan Komutan Bruno’nun ilişkisi zamanla aşka dönüşüyor ve tabii ki filmde imkansız olanın peşinden koşarak tarihte yer edinmiş bu naif hikayeyi tüm yönleriyle seyirciye sunmaya gayret ediyor. Daha evvel The Duchess gibi bir başka dönem filmiyle kamera karşısına geçen Saul Dibb’in senaryolaştırıp yönetmenliğini üstlendiği Suite Française, bugüne kadar dinlemediğimiz bir hikaye anlatmıyor oluşuna rağmen tıpkı Dibb’in önceki filminde de olduğu gibi güzel bir ritm tutturarak izleyiciyi avucunun içine almayı başarıyor. Belki de benim bu tür kostümlü dramalara olan zaafımdandır bilinmez, ben hikayenin merkezindeki iki karakterin gitgellerini büyük bir heyecanla izledim. Özellikle ikinci yarıdan sonra Suite Française, tür sinemasında gördüğümüz tüm klişeleri teker teker geziyor olsa da teknik açıdan çok büyük bir kusuru olmayan, hatta saat gibi işliyor denilebilecek bir ritme sahip. En büyük sıkıntı tabii ki de ekonomik sıkıntılar çeken Labarie ailesinin bir türlü kafasını dertten kaldıramıyor oluşu. Lakin Labarieler ile Lucille’in yolu öyle bir kesişiyor ki final sahnesinde her şeyin hikaye anlatımındaki koca bir planın parçası olduğunu kavrıyorsunuz.
Michelle Williams’ı her daim beğendiğim için pek bir şey söyleyemeyeceğim. Sadece Hollywood’un artık Amerikalı izleyiciler altyazı okumayı sevmiyor diye başka coğrafyalarda İngilizce çektikleri filmlerde karakterlerini aksanlı konuşturmasından bıktım. Ve Williams’ın o belli belirsiz Fransız aksanı da kulağa pek hoş geliyor denemez. Ama bunun haricinde yine dört dörtlük bir performans ortaya koyuyor. Bullhead sayesinde hayatımıza giren Matthias Schoenaerts bu sene tıpkı Alicia Vikander gibi her yerde karşımıza çıkacak yabancı oyunculardan biri. Hatta Thomas Vinterberg imzalı Far from the Madding Crowd’da da yine bir dönem filminin başrolünü üstlenmiş. Suite Française’nın Bruno’su üzerine cuk oturmuş. Bu tür filmlerde aşk hikayesinin ana kahramanları arasındaki kimya pek önemli oluyor. Bu sebeple Michelle Williams ile Matthias Schoenaerts’in doğru bir ikili olduğunu eklemekte yarar var. Deneyimli aktris Kristin Scott Thomas filmin artılarından bir diğeri. Bir ara oyunculuğu bırakacağını açıklamıştı; fakat ben kendisini hala izlemeye devam edebildiğimiz için epey mutluyum. Filmin asıl sürprizleri ise Margot Robbie ve Ruth Wilson ikilisi. Açıkçası izlemeden evvel kadroda yer aldıklarından dahi haberim yoktu. Robbie’nin rolü kısıtlı olduğu için ekleyecek pek bir şey yok ama Ruth Wilson hakkında söyleyeceklerim var. Bilmem farkında mısınız Luther’da tanıyıp aşık olduğumuz başarılı aktris hem Saving Mr. Banks, hem de The Affair’da çok benzerlik gösteren bir performans ortaya koyuyor. Suite Française’daki hallerini de diğerlerinden pek ayırt edemedim. Kariyerindeki bu tekdüzeliğin ne zaman sonlanacağını merakla bekliyorum.
Suite Française’nın gösterim tarihinin ödül sezonundan bir anda sonraki yılın ilk aylarına sarkıtılması anlaşılabilir bir durum. Fakat burada The Monuments Men değil de The Immigrant benzeri bir durumun olduğunu hatırlatayım. Kostümleri, müzikleri ve set tasarımı muazzam. Belki senaryodaki tanıdık olaylar biraz azaltılsa daha akılda kalıcı bir film olabilirmiş. Her şeye rağmen ben keyif almayı başardım. Bakalım sizler ne diyeceksiniz…
[review]
https://www.youtube.com/watch?v=YVCk5pcEOnY