Eleştiri
Kingsman: The Secret Service
Kingsman: The Secret Service, Haziran ayının ortasında kendimi tamamen televizyon kaptırmışken vakit ayırıp izlediğim bir film oldu ve iki saati aşkın süre tamamlandığında tek fark ettiğim filmi izlerken bir kez olsun sıkılıp saatimi kontrol etmediğimdi. Hele ki evde izlenen kasvetli yapımların çoğu zaman “Acaba kaç dakika kaldı?” diyerek süreye bakarak geçtiği düşünülürse Kingsman: The Secret Service benim bünyemde mucizeler yarattı denebilir. Benim pek aşina olmadığım bir çizgi romandan beyazperdeye uyarlanan yapım, 20th Century Fox’ın bu seneki gişe canavarlarından biri. Özellikle henüz geçtiğimiz Oscar sezonu sona ermemiş iken İngiltere’nin dört bir yanını saran afişleriyle ses getirmiş, gişede de hatırı sayılır rakamlara ulaşmıştı. Ama işin en önemlisi, ki ona sonra geleceğim, sinema endüstrisine yeni bir starı emanet etti.
Kingsman: The Secret Service, kısaca James Bond’un kullandığı formülleri alarak aklınıza gelebilecek en klas ajanı yaratarak zaten İngiliz olan Bond’a “Öyle değil, böyle Britanyalı olunur.” dersi veren bir aksiyon/komedi. Adını ezberlememek konusunda ısrarcı olduğumuz Matthew Vaughn, beşinci uzun metrajlı filminde de yine turnayı gözünden vurmuş. Layer Cake, Stardust, Kick-Ass ve X-Men: First Class sonrası Vaughn’un da yeni nesil Britanyalı yönetmenler arasında, hele ki anaakımda bu kadar orijinal olabilmeyi başarmışken, umut vaat ettiği kesin. Bu filmde de daha evvel birlikte çalıştığı Jane Goldman ile bir araya gelerek her sayfasına tam gaz eğlence sığdırdığı bir iş çıkarmış. Eleştirmenlerden ciddi bir tokat yemiş olsa da seyircinin bu sefer bir şey beğenmemekte ısrarcı olan o kesime silleyle karşılık vermesine şaşırmamalı.
Ufak skeçleri bir araya getirerek doğru bir bütün oluşturmaya çalışan Kingsman çocukluğumuzdan beri Yeşilçam filmlerinde dahi verilen bir mesajın altını çizerek “Umudunu asla kaybetme.”, “Kim olursan ol, hayallerin gerçek olabilir.” tadından söylemlerde bulunuyor. Yalnız bunları yaparken de sempatik ana karakterleri sayesinde bir sonraki sahnede ne olacağını merak etmenizi sağlayarak formuna ulaşıyor. Kingsman’in asıl sosu ise kesinlikle komedisi. Bir kaç oyuncusuna özellikle bu konuda direktifler verdiğini hissettiriyor Vaughn. Esprilerin zamanlaması ve setlere yatırılan milyon dolarlarla toplanınca da ortaya hem hissi, hem de görüntüsü hoş bir film çıkıyor. Öyle ki bazı sahnelerde belki araya antika gramofonlar, kuru kalemle boyanmış gibi duran özensiz tablolar yerleştirseler bu simetrinin Wes Anderson’a ait olduğunu düşünebilirdim. Hatta biraz da abartıp dövüş sahnelerindeki o baleyi andıran senkronizasyonun da buram buram Joe Wright koktuğunu ekleyeceğim. Lakin bir özenme ya da taklitmiş gibi düşünülmesin. Matthew Vaughn ortaya yüzde yüz orijinal bir film çıkarmış.
Kadronun en büyük sürprizi dediğim gibi Taron Egerton. Birleşik Krallık sinemasının yepyeni bir star edindiğine şüphe yok. İlerleyen yıllarda adını sıkça duyacağımızdan adım gibi eminim. Colin Firth de karaktere cuk oturduğu için Egerton’la muhteşem bir ikili oluşturmuşlar. Bu arada filmin Firth tarafından canlandırılan karakterle ilgili bir sürprizi var, o yüzden izlemeyenlerin koltuklarına sıkı tutunmasını tavsiye edeceğim. Samuel L. Jackson mizahi boşluğu tek boşuna dolduracak yetisiyle oradan oraya savruluyor. Mark Strong’u da bu bağlamda kullanmaya çalışmışlar; ama tabii Jackson’ın ekran karizması karşısındaki oyuncuları dahi unutturduğundan ben pek dikkat edemedim. Ve Star Wars hayranlarından da bilmeyen kaldıysa müjde vereyim: Kingsman’de Mark Hamill’in ufacık bir rolü mevcut. Kendisini yıllar yılı adam akıllı bir filmde izlemediğimiz için enteresan bir reaksiyon verdim ekranda görünce.
Filmin dünyayı uçuruma sürükleyen karakteri, ilk denemesini bağnazlar üzerinde yapınca ortaya çıkan manzara da sanıyorum Kingsman’in doruk noktasıydı. Özellikle Colin Firth’e meşhur “kilise” sahnesinde teslim edilen replik paha biçilemez: I’m a Catholic whore, currently enjoying congress out of wedlock with my black Jewish boyfriend who works at a military abortion clinic. Hail Satan, and have a lovely afternoon madam.
[review]