Eleştiri

The Duke of Burgundy

Yayınlandı

on

Yönetmen: Peter Strickland | Oyuncular: Sidse Babett Knudsen, Chiara D’Anna, Monica Swinn, Eugenia Caruso, Fatma Mohamed, Kata Bartsch, Eszter Tompa, Zita Kraskó | Senaryo: Peter Strickland | 104 dakika | Drama


Rötarlı da olsa 2015 filmlerini yazmaya bugün The Duke of Burgundy’den devam ediyorum. Bir önceki filmi Berberian Sound Studio ile özellikle anavatanındaki eleştirmen çevreleri tarafından takdir gören yönetmen/senarist Peter Strickland, yine tekinsiz atmosferiyle dikkat çeken bir başka filme imza atmış. Ülkemizde İstanbul Uluslararası Film Festivali kapsamında gösterim şansı yakalayan The Duke of Burgundy, Mayıs ayında da Başka Sinema salonlarında vizyona girmişti. Geçtiğimiz yıl BFI Londra Film Festivali’nde yarışmasına rağmen dağıtımcı bulamadığı için 2015’e sarkan yapımı Ex Machina öncesinde izlediğim fragmanından bu yana merak ediyordum. Strickland’in Berberian Sound Studio’su beni pek etkiledi diyemem. Ama bu yılın LGBT temasına cuk oturan yeni filmi fikrimi değiştirdi yönetmen hakkındaki.

The Duke of Burgundy çok aşina olduğumuz bir temaya aklınıza kolay kolay gelmeyecek bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Aralarındaki yaş ve statü farklarına rağmen bir araya gelen Evelyn ile Cynthia ilişkilerini yatak odasına taşıdıkları oyunlarla şenlendiren bir çift. Cynthia sahip olunmayı, itaat etmeyi seven bir kadın. Evelyn ise ona olan sevgisinden dolayı halinden çok memnun olmasa da bu oyunlara eşlik ederek, partnerini el üstünde tutmaya çalışıyor. Lakin Cynthia’nın günden güne artan cinsel ve manevi doyumsuzluğu aralarındaki ilişkiyi yokuşa sürüklemeye başlıyor. Evelyn’in aralarındaki yorucu ritüellerden bıkmasıyla birlikte daha sade olan bir ilişkiye olan özlemi günden güne artmaya başlar.

Sidse Babett Knudsen ve Chiara D’Anna

Peter Strickland’ın gerçek ile fantazi arasındaki çizgileri pek hissettirmediği, dolayısıyla da iki karakter arasındaki dinamikleri hazmetmek için seyircisini epey süründüren bir senaryosu var The Duke of Burgundy’nin. Ama bu sürünme hikayenin içerisindeki dolambaçlı oyunlarla birleşince tam bir bütün oluşturduğundan ana karakterini yorduğu kadar seyirciyi yormuyor. Benim senaryoda en çok hoşuma giden şeylerden biri iki karakter arasındaki kültürel farklılığın çok uç bir nokta üzerinden tasvir edilmesi oldu. Cynthia, Evelyn’in böceklerle ilgisine pek anlam verememesi ve onun gittiği yerlerde bu konudaki bilgisizliğiyle kendini küçük dürmesi kulağa inanılmaz absürd gelse de doğasına yabancı olduğumuz bir çiftin birbirinden ne kadar da farklı olduklarını anlamamıza yardımcı oluyor. Tabii Strickland bir önceki filmindeki gibi arada o biçim takıntısına da ufak dokunuşlar yapmıyor değil. The Duke of Burgundy her şeyden evvel bakması keyifli, her karesindeki simetride emek harcandığını hissettiren bir film.

Teknik açıdan zaten bir önceki çalışmasında da ne kadar kuvvetli bir kamerası olduğunu hissettiğimiz Strickland, bu sefer senaryo yazma kısmına gelince de uzun duraklamalar ve diyalogsuz betimlemelerden uzak durup daha fiillere yönelik bir iş çıkarmış ortaya. Belki The Duke of Burgundy için bir aksiyon treni diyemeyiz; ama en başta da altını çizdiğim tekinsizlik ve cinsel tansiyon filmin sorunsuz bir şekilde ilerlemesine yardımcı oluyor. Filmin en başarılı işini hiç kuşkusuz görüntü yönetmeni Nichola D. Knowland çıkarmış. Özellikle loş ışık kullanımı ve iç mekanlara kapanılmasına rağmen klostrofobik bir his vermiyor. Bu arada filmin müziklerinin altında imzası olan Cat’s Eyes ekibini de kutlamak gerek. 70’li yılların ilk yarısındaki bağımsız Amerikan filmlerini hatırlatan saykodelik besteleri çok başarılı buldum.

Sidse Babett Knudsen

Filmden adı anılabilecek iki oyuncu var, ki zaten hikayenin yüzde doksanı da onların etrafında çevreleniyor. Chiara D’Anna bu ikilinin daha öne çıkan yarısı. Bir önceki Strickland filminde de rol kapan D’Anna ilgi çekici çehresi, aksanlı İngilizce’si ile akıllara kazınıyor. Biraz garip bir yorum gibi gelecek biliyorum; fakat söylemeden edemeyeceğim Chiara D’Anna’nın konuşurkenki ağız hareketleri bile canlandırdığı karakterin ürkek ama her anlamda aç haline yaraşıyor. Daha iyi bir oyuncu seçilemezmiş. Sidse Babett Knudsen’ın rolü ne yazık ki rol arkadaşı kadar gösterişli değil. Tabii hikayenin ikinci yarısında ağırlığını hissettirmeye başladığı için değeri daha iyi anlaşılıyor. Eğer kendi sinema ödüllerimde En İyi Çift bir kategori olsa muhtemelen ödülümü şimdiden Knudsen ve D’Anna ikilisine verirdim.

Benim için çok enteresan bir deneyim oldu The Duke of Burgundy. Fragmanını gördüğümdeki heyecanım boşa değilmiş. Tabii herkesin harcı olmayan ağır bir temposu olduğunun altını çizmek gerek. Beyazperdede özgün bir ses arayanlar için ideal bir seçenek.


[review]

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version