Eleştiri
The Diary of a Teenage Girl
Daha evvel bağımsız televizyon projelerinde figüran olarak irili ufaklı roller kapan Marielle Heller’a kız kardeşi Noel hediyesi olarak The Diary of a Teenage Girl adında bir çizgi roman hediye edince tüm dünyası sarsılmış. 2007’den bu yana filmi çekmek için sponsor arayan Heller’ın projeyi birilerine kabul ettirmesi yedi yıl almış almasına; ama tüm bu süreç yaşanmadan evvel off-Broadway bir prodüksiyonda bu orijinal hikayeyi tiyatro sahnesine uyarlama imkanını yakalamış. Kendine Minnie rolünü layık gören Heller, 2010 yılında altı hafta kadar ayakta tutmayı başardığı gösterisiyle de o dönem içerisinde hatırı sayılır derecede iyi eleştiriler almayı başarmış. Tabii sonrasında Amerikan bağımsız sinemasının kadın yönetmenlere daha özgür bir ortam sunması ve desteğin gelmesiyle birlikte Heller, uzun metrajlı bir film için kolları sıvamış.
The Diary of a Teenage Girl eşinden boşanmış bir annenin kızı olarak 1970’li yılların San Francisco’sunda 15. yaşını yeni doldurmuş Minnie’nin kendini keşfetme öyküsünü anlatıyor. Fiziksel olarak çok güzel ya da zayıf olmadığını düşünen Minnie, cinselliğini keşfetmeye başladığı günden bu yana içerisinde yanıp tutuşan bekaretini kaybetme arzusuyla annesinin sevgilisi Monroe’nun kollarında buluyor kendini. Yalnız sanılmasın ki buradan sonra bir U dönüşü yapan The Diary of a Teenage Girl tamamen olgun adama bağlanmış bir genç kızın hikayesini anlatıyor. Aksine film, Minnie’nin yaşadığı neredeyse alelade olan bu ilişki sonrası her anlamda yetişkinliğe attığı büyük adımlara odaklanıyor. Minnie yeteneklerini, ilgi alanlarını, dönüşmeye başladığı kadının neler istediğini keşfediyor. Monroe, okulda onunla ilgilenen erkekler ya da yaşadığı bir başka cinsel deneyimin hikayede bir amaç değil de bir araç olarak kullanılması sanıyorum kız çocuklarına ikinci sınıf karakter muamelesi yapan Amerikan sineması için devrim niteliği taşımakta.
Filmin tartışma yarattığı nokta tahmin edeceğiniz üzere Alexander Skarsgard ve Bel Power’ın canlandırdığı karakterler arasındaki yaş farkı. Üstelik film sadece bu yaş farkının cidden var olduğu bir ilişkiyi anlatmakla kalmayıp, her türlü grafik detaya girmekten de çekinmiyor. Yaşını doldurmamış bir genç kızın ayna karşısına geçip vücudunu incelemesi ve o yaşın verdiği açlıkla kendini attığı maceraları gereğinden fazla erotik bulan kesimin örümcek ağına bulanmış zihinlerini görmezden gelecek olursak The Diary of a Teenage Girl gereken her şeyi yerine getiriyor denebilir. Bunu söylemekten nefret ediyor olsam da, Marielle Heller çok cesur bir iş çıkarmış ortaya. Bir çizgi roman karakteri olan Minnie Goetze’nin aynı zamanda bir karikatürist olarak var olma çabası ve kalemini keşfederken geçirdiği safhalarda ekrana pek çok üreme organı yansısa da bu garip temsilin bir şekilde Heller’ın hikaye anlatımındaki ustalığıyla avantaja dönüştüğünü düşünüyorum. Dönemin ruhunu müziklerden kostümlere, küçük objelerden karakterlerin tutumlarına kadar en doğru şekilde yansıtmış.
Heller’ın uyarladığı hikayenin özü Phoebe Gloeckner’ın yarı otobiyografi romanından çıktığı için bir kadın olarak Amerika’da büyümenin ve 70’li yıllardaki cinsel devrimin etkilerini de görmeniz mümkün. Üstelik ana karakterimiz Minnie çok zeki ve yaşadığı her olay onu biraz daha dibe çekse de nasıl bir ders çıkarması gerektiğini bilen bir kız. Mesela filmin finaline doğru Minnie ve Monroe hikayesini bağladıkları noktada oldukça eforsuz gözüken birkaç diyalog yazılmış, ki The Diary of a Teenage Girl bence bu üzerine fazla zaman harcanmamış gibi duran repliklerden gücünü alıyor. Oyuncuların doğru zamanlamasıyla birleştiğinde de sade cümleler hançer etkisi yaratan büyük lokmalara dönüşüyor.
Filmin tabii ki de asıl yıldızı Bel Power. Televizyon çıkışlı ve oldukça genç bir aktris kendisi. Ama sektördeki geleceğinin parlak olduğuna şüphe yok. The Diary of a Teenage Girl, Juno gibi daha seyirci canlısı bir yapım olsa emin olun Bel Power da Ellen Page benzeri bir patlama yapabilir ve Oscar adayları arasına adını yazdırabilirdi. Biliyorsunuz Sundance sırasında filmden adını en çok duyduğumuz isim Kristen Wiig oldu. Çünkü Saturday Night Live’ın en yetenekli yıldızlarından biri olan Wiig, bugüne kadar hiç görmediğimiz bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. SNL’den mezun olunca kendini bağımsızlara adamasına rağmen yer aldığı her projede illa ki canlandırdığı karakterin mizahi bir yanı oluyordu. The Diary of a Teenage Girl’de ise oldukça ağır bir dramatik yükün altına giriyor. Spoiler vermek istemediğim için oyunculuğunun zirve yaptığı sahneyi not edemeyeceğim. Benim gizli favorim ise Alexander Skarsgard oldu. True Blood’da buram buram karton kokan bir karakterin arkasına yerleşen Skarsgard’ı ilk kez böylesine güzel yazılmış, üç boyutunu da hissedebildiğimiz bir adam olarak izledik. Sene sonundaki yardımcı erkek oyuncu listemi zorlayacağına şüphem yok. Christopher Meloni, Veep ve White Bird in a Blizzard’dan sonra yine kendisinden beklenmeyeni yaparak bambaşka bir alana yönelmiş. Şu an kariyer planlamasında kimin tavsiyelerini dinliyor bilmiyorum; ama Meloni’nin Law & Order’ı terk ettikten sonra aldığı kararları çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim.
The Diary of a Teenage Girl alıştığımız coming of age hikayelerinden oldukça uzak bir yerde. Boyhood’da çarşafların altına saklanan Mason yerine Towelhead’deki gibi kendisini ve vücudunu tanımak için mücadele eden bir genç var karşımızda. Umuyorum filmi ağır eleştirilerle katledenlerin istediği olmaz ve The Diary of a Teenage Girl önyargılara yer vermeden seyrine devam eder.
[review]