Tembelin Günlüğü

Tembelin Günlüğü’nde yeni sezon başlasın!

Yayınlandı

on

2015 filmlerine başlarken kendime bir söz vermiş ve asla Tembelin Günlüğü’nün yardımına koşup, birikmiş vasat filmleri tek başlık altında değerlendirmeyeceğim demiştim. Ama Avengers: Age of Ultron’un zeka yoksunu senaryosu ve Dark Places adındaki tren enkazı beni yine bu kısa kısa yorumlama işine itti. O yüzden bıkmadan, usanmadan, bu yıl da ara ara Tembelin Günlüğü’nü yazacağımı haber vereyim. İsmini andığım iki filmin yanı sıra bugün Home, Child 44, Chappie ve Minions konuşacağız. Hazır mısınız? Buyrun başlayalım.

Yönetmen: Tim Johnson | Seslendirenler: Jim Parsons, Rihanna, Steve Martin, Jennifer Lopez, Matt Jones, Brian Stepanek, April Lawrence | Senaryo: Tom J. Astle, Matt Ember (uyarlama) ve Adam Rex (kitap) | 94 dakika | Animasyon, Komedi, Macera

Yılın ilk yarısında izlediğimiz Pixar imzalı Inside Out çıtayı o kadar yükseltti ki bu sene geçtim farklı bir animasyonu, başka bir filmin dahi bahsini açmak anlamsız geliyor bana. Lakin Dreamworks’ün batırmaya müsait çatısından çıkan Home gereğinden fazla kötü eleştiri alarak yerden yere vuruldu gibi hissediyorum. Televizyon tarihinin en az yeteneğe sahip olmasına rağmen sürekli Emmy alan tek oyuncusu Jim Parsons ve feminizm ile soft porno arasındaki ayrımı henüz anlayamayan Rihanna’nın iki kilit karakteri seslendirdiği yapım, insanoğlunun Dünya’dan uzaylılar tarafından başka güvenli bir gezegene taşınması sürecinde geride kalan bir kızı anlatıyor. Bu kızımız annesini bulmak için yollara düştüğünde Oh adındaki sıradışı yaratık ile bir bağ kuruyor ve sonrasında da beraber başlarından geçen maceraları izliyoruz. Oldukça eli yüzü düzgün, ama son dönemde iyice kalitesi artan “Yetişkinlerin de izleyebileceği animasyonlar” grubundan epey uzak bir yerde seyir almakta Home. Lakin bu filmin zayıf olduğu anlamına gelmiyor bana kalırsa. Vermeye çalıştığı mesaj zaman zaman küçük çocuklara “Ne olursa olsun annenizin elinizi bırakmayın.” sığlığında olsa da ben keyif almayı başardım. [B-]

Yönetmen: Kyle Balda ve Pierre Coffin | Seslendirenler: Pierre Coffin, Sandra Bullock, Jon Hamm, Michael Keaton, Allison Janney, Steve Coogan, Jennifer Saunders, Geoffrey Rush, Hiroyuki Sanada, Steve Carell, Michael Beattie, Katy Mixon | Senaryo: Brian Lynch | 91 dakika | Animasyon, Komedi

2015’in bir diğer önemli animasyonu da Minions. Gişede inanılmaz bir başarı yakalayarak şu an dünya üzerindeki en çok para kazandıran franchise’lardan birine dönüştü minyonlar. Despicable Me ve Pharrell Williams’ın hafızalarımıza kazınan Happy isimli şarkısından daha çok konuşulmasının sebebi ise çok olağanüstü bir hikayeye sahip olması değil. Aksine Minions, köklerinden fersah fersah uzakta. Lakin karakterlerin cazibesi, Steve Carell’in sesiyle hayat bulan Gru’dan daha eğlenceli geliyor sanırım çocuklara. Bu bireysel minyonlar hikayesi bir prequel niteliği taşımakta. Gru ile bir araya gelmeden evvel insanlık tarihi boyunca sürekli olarak kötülere hizmet etmiş sevimli yaratıkların kendilerine yeni bir patron aramaları anlatılıyor. Bu arayış sırasında yolları İngiltere Kraliçe’sinin tacıyla kafayı bozmuş Scarlet Overkill ile kesişiyor. Yine komedi yetenekleri epey gelişmiş olan bir oyuncu, Sandra Bullock seslendirmiş Scarlet’i. Ve film de biraz Bullock’un ağzından çıkan tek cümlelik esprilerden besleniyor zaten. Tamamen yaratıcılıktan uzak bir şey çıkardıklarını söyleyemem. Ama ilk yarısında kendi izini kaybedip arka arkaya sıralanmış anlamsız skeçleri andırıyor film. O yüzden de bu başarıya biraz hayret etmiyor değilim. [C+]

Yönetmen: Neill Blomkamp | Oyuncular: Sharlto Copley, Dev Patel, Ninja, Yolandi Visser, Jose Pablo Cantillo, Sigourney Weaver, Hugh Jackman, Brandon Auret, Anderson Cooper | Senaryo: Neill Blomkamp ve Terri Tatchell | 120 dakika | Aksiyon, Bilimkurgu

Beni şaşırtıcı bir şekilde etkileyen film ise Chappie oldu. Kusurlarının tamamen farkında olmama rağmen beğenmekte ısrar ettiğimi söyleyeyim de şu satırları okuyup beni linç etmeyin. District 9 ile saygımızı kazanan Neill Blomkamp, ne yazık ki akıllara zarar vasatlıktaki Elysium yüzünden gözümüzden düşmüştü. Ne yazık ki ilk filmlerinin senaryosuna uzun yıllar harcayan ve büyük başarı elde eden yönetmenler de bu tarz düşüşlere çok rastlıyoruz. Blomkamp’in kariyerinde bu fazlasıyla hissediliyor. Lakin Chappie, Elysium’a nazaran kendini daha az ciddiye alan bir film ve bu da işin içerisine katılan komedi sayesinde epey avantaj sağlıyor. Yine asayişin robotlar tarafından sağlandığı alternatif bir gelecekte geçen Blomkamp filmi, yapay zekayı keşfedip bu polis robotlar üzerinde deneyen genç bir bilim adamının heyecanıyla start alıyor. Yalnız talihsiz genç adam sinema tarihinin en komik görünümlü çetesi tarafından kaçırılınca yarattığı yapay zeka, nam-ı diğer Chappie başkalarının eline düşüyor ve yetişme sürecinde de yaratıcısından çok onu büyütenlerin özelliklerini almaya başlıyor. Finale doğru mantık hatalarının zirve yapması sebebiyle yerden yere vurulduğunu görmeniz mümkün. Ama Chappie’nin amacı yarattığı bu inanılması güç gelecekte hem kalbinize dokunacak, hem de yüzünüze koca bir gülümse yerleştirecek hoş bir seyirlik yaratmak. Amacını da bu açıdan fazlasıyla tamamladığını düşünüyorum. Blomkamp’in vazgeçilmezi Sharlto Copley esas karakteri seslendirmiş, Hugh Jackman ise gözlerinizi kör edecek saç kesimiyle arz-ı endam etmiş. Belki bir iki ay sonra ben de filmin içeriğini hatırlamam. Fakat şimdilik beni eğlendirdiği için sıkıntılarını görmezden geleceğim. [B-]

Yönetmen: Joss Whedon | Oyuncular: Robert Downey Jr., Chris Hemsworth, Mark Ruffalo, Chris Evans, Scarlett Johansson, Jeremy Renner, Don Cheadle, Aaron Taylor-Johnson, Elizabeth Olsen, Paul Bettany, Cobie Smulders, Anthony Mackie, Haylet Atwell, Idris Elba, Stellan Skarsgard, James Spader, Samuel L. Jackson | Senaryo: Joss Whedon (uyarlama), Stan Lee ve Jack Kirby (çizgi roman) | 141 dakika | Aksiyon, Bilimkurgu, Macera

Sinemanın başına gelmiş en kötü şeylerden birinin Avengers olduğunu düşünüyor ve her seferinde de ısrarla bu kanaatimin altını çiziyorum. Iron Man, Captain America ve Thor gibi kötü yazılmış filmleri taçlandırmak, bir de bunun üzerine karakterleri canlandıran aktörlerin ağzında yama gibi duran esprileri komikmiş gibi pazarlamak bana biraz çocukça geliyor. Avengers: Age of Ultron‘da espri kalitesi gelişmemiş koca bir jenerasyonun Robert Downey Jr.’ın üzerine yapışmış Tony Stark karakteri için yine üstlerini başlarını parçaladıkları bir başka film. Görsel efektleri haricinde doyurucu olmayı başaramayan bu yeni hikayede yine aylarca spor salonunda köle gibi vücut yapmaya çalışmış aktörlerin üzerlerine yapıştırılmış gibi duran kostümleriyle havalı havalı savaştıklarına şahit oluyorsunuz. Filmin her saniyesine 10 adet mantık hatası düşüyor. Chris Evans gülmekten, Mark Ruffalo kasılmaktan oynayamıyor. Aaron Taylor-Johnson ve Elizabeth Olsen’ın kulak kanatan aksanlarından bahsetmiyorum bile. Film için daha ne desem bilmiyorum. Geçtiğimiz günlerde Twitter’da birisi yazmıştı: “Süper kahraman filmlerinden nefret etmiyorum; ama artık sıkıldım!”. İşte ben de tam olarak böyle hissediyorum. Mümkünse önümüzdeki 10 yıl boyunca vizyon biraz detoks yapıp, bu kötü yazılmış filmlerden uzak kalsın. [C]

Yönetmen: Gilles Paquet-Brenner | Oyuncular: Charlize Theron, Christina Hendricks, Nicholas Hoult, Andrea Roth, Corey Stoll, Sterling Jerins, Chloe Grace Moretz, Tye Sheridan, Sean Bridgers, Drea de Matteo, Addy Miller, Shannon Kook, Dan Hewitt Owens | Senaryo: Gilles Paquet-Brenner (uyarlama) ve Gillian Flynn (roman) | 113 dakika | Drama, Gerilim

Sanılmasın ki son dönemde izlediğim tek kötü film Avengers: Age of Ultron. Gone Girl ile epey bir hayran kitlesi edinen Gillian Flynn’in bir başka romanı Dark Places uyarlandı sessiz sakin bir şekilde. Film her yerde gösterime girmesine rağmen adından bahseden yok. Neden? Çünkü bu kadar kötü bir film yapmak her yiğidin harcı değil. Yakın tarihte Kristin Scott Thomas’ın başrolünde yer aldığı Sarah’s Key isimli bir filmin izlediğimiz Fransız yönetmen Gilles Paquet-Brenner bir kez daha yeteneklerinin ne kadar sınırlı olduğunu göstererek inanılmaz derecede vizyonsuz bir proje çıkarmış ortaya. Yalnız tüm suçu yönetmene atmak istemiyorum. Çünkü Gillian Flynn’in fikirleri de Gone Girl’ü yazarken tükenmiş ve Dark Places’a bir şey kalmamış gibi hissettiriyor. Materyal birbirinden yapmacık mizansenler ve ayakları yere sağlam basmayan tek boyutlu karton karakterlerle dolu. Dolayısıyla bu karakterleri canlandıran oyuncular da ellerinde değerlendirecek bir şey olmadığından kariyerlerinin en kötü performanslarını sunuyor önümüze. Charlize Theron ve Nicholas Hoult kalabalıktan biraz ayrılsa da Christina Hendricks’i Lost River’dan sonra bir kez daha harabe eve tıkanmış bahtsız anne rolünde izlemek pek içimizi rahatlatmadı. Canlandırdığı her karakteri bir şekilde aynı şımarık ve aşırı mimik kullanan kız çocuğuna dönüştüren Chloe Grace Moretz ile Mud’dan sonra son on yılın en parlak yeteneği olduğunu düşündüğümüz Tye Sheridan da pek keyif vermiyor. Ve filmin finali… Düşünmek dahi istemiyorum. [C-]

Yönetmen: Daniel Espinosa | Oyuncular: Tom Hardy, Noomi Rapace, Joel Kinnaman, Gary Oldman, Vincent Cassel, Jason Clarke, Paddy Considine, Josef Altin, Sam Spruell, Ned Dennehy, Fares Fares, Nikolaj Lie Kaas | Senaryo: Richard Price (uyarlama) ve Tom Rob Smith (senaryo) | 137 dakika | Drama, Gerilim

Mad Max: Fury Road ile aradığı çıkışı yakalamış gibi duran Tom Hardy, uzunca bir süredir kim uyarlayacak diye beklenilen Tom Rob Smith romanı Child 44‘un filminde başrolü kapmış. Hikaye Stalin baskısı altındaki Sovyetler Birliği’nde geçmekte. Prestijli bir askeri polisin (jandarma?) meslektaşlarından biri tarafından içerisine düşürüldüğü tuzak sebebiyle görevinden ve evinden olmasıyla başlıyor her şey. Karısıyla da iniş çıkışlı bir evlilik hayatı sürdürmekte olan esas karakterimiz, askeriyedeki arkadaşının çocuğunun ölümünü de kapsayan bir takım cinayetlere kafayı takarak görevi olmamasına rağmen bu işin peşine düşüyor. Zaten sonrasında da filmin adına da işaret eden seri cinayetlerin çözülme sürecine tanıklık ediyoruz. Peki filmin problemleri ne? Birincisi Tom Hardy haricinde herkes gereğinden fazla abartılı bir oyunu tercih etmiş. Bu da ağızda plastik tadı bırakıyor. İkincisi filmde kullanılan renk paleti siyah, kahverengi ve griden oluşmakta. Madem bu kadar karanlık bir film çekmek istiyorlardı, keşke siyah beyaz renkleri kullansalarmış. Üçüncüsü ise ödül sezonu için yapıldığını çok hissettiriyor. Her sene böyle bir tren enkazına rastlıyoruz. Child 44 bu yılın talihlisi olmuş. Amelia’nın, Diana’nın, Grace of Monaco’nun izinden gidiyor adeta. [C]

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version