Eleştiri
El Club
El Club, Şili’nin küçük bir sahil kasabasında ikamet etmekte olan rahipleri konu alıyor. Basitçe bir rehabilitasyon (esasında toplumdan soyutlanma) evi olan bu yerde geçmişinde affedilmesi güç günahlar işlemiş din adamları hayatlarını devam ettirirken, sözde kulübe yeni birinin katılmasıyla tüm dünyaları ters yüz oluyor. Bugüne kadar kasabada kimliklerini bir şekilde saklamış olan karakterlerimizin dünyası kapının önüne dikilip yeni gelen rahip Lazcano’nun çocukken ona nasıl taciz attığını bas bas bağıran bir yerlinin yüzünden ters yüz oluyor. Yavaş yavaş hepsinin benzer olaylara adının karıştığını, hatta başlarında ona kılavuzluk eden rahibenin bile çok da temiz bir geçmişi olmadığını algılamaya başlıyoruz. Ve tabii Pablo Larraín tüm bunları yaparken Katolik Kilisesi’nden denetim amaçlı gönderilen bir maşayla da dinin yarattığı tüm tabuları allak bullak eden, eşcinsellik ve zina konusundaki insanlık dışı kuralları yerden yere vuran eleştirel bir tavır takınıyor.
Yazının başında da belirttiğim gibi Pablo Larraín kişisel hikayeler anlatmaktan çok hoşlanan bir yönetmen değil. El Club’da da yine sırtını objektif bir görüşe dayayarak küçücük bir olay üzerinden dünyaları devirmeye devam ediyor. Yalnız ne kadar ilginçtir ki dine saldırıda bulunurken bir yandan da manevi bir sorgulamanın eşiğine bırakıyor seyirciyi: Rahiplerin geçmişteki hatalarını ödemek için elle tutulur bedeller ödemesi mi gerekiyor yoksa zaten her şeyden soyutlanarak bu bedeli çoktan ödediler mi gibi bir ikilimde bırakıyor bizleri. Bir de bunun üzerine Larraín’den Tanrı’nın varlığı üzerine bir sorgulamaya girmesini bekleyenler ise ufak çaplı bir hayal kırıklığına uğrayabilir. Çünkü Larraín, inanç kavramını ele almak yerine uygulamasındaki cahilce hatalara dikkat çekmeyi tercih ediyor.
Kadroda yer alan herkesin harika performanslar çıkardığını söylememe gerek yoktur diye umuyorum. Zaten yönetmenin önceki filmlerinde de bilindiği üzere casting konusunda her daim başarılı seçimler yapabilen birisi oldu. Tony Manero’dan da hatırlayabileceğiniz Alfredo Castro’nun El Club’daki en güçlü halka olduğu konusunda sanırım filmi izleyen herkes benimle hemfikirdir. Ama tabii erkek egemen bir kadroda tek kaldığı için de Antonia Zegers’in epey ilgi çektiğini inkar edemeyeceğim. Bu sene Filmekimi dahilinde gördüğüm en başarılı kadrolardan birine sahipti El Club. Larraín, renk paletini değiştirmesine ve dış mekan çekimlerini artırmasına rağmen oyuncularından en iyi performansı almak konusunda pek bir değişiklik yapmamış. Özellikle bu alışılmışın dışındaki eve denetim için gelen rahibin orada konaklayan herkesle yaptığı teke tek sohbetlerde iyi yazılmış diyalogların da sayesinde aktörlerin çalışmasını tüm detaylarıyla görme imkanı yakalıyoruz.
El Club’la ilgili yapılabilecek birkaç şikayetim var tabii. Bunlardan birincisi filmin finali. Bitiş çizgisi hissiyatı veren iki farklı sahne kondurmuş Larraín filminin sonuna. Ve tüm bu güçlü anlatımdan sonra yapılan acemice hata ağızda acı bir tat bırakıyor. Ve tabii filmde uzunca bir süre devam ettirilen tazı hikayesinin varacağı yara daha en başta tahmin etmemin de bu finale pozitif anlamda bir katkısı olduğunu iddia edemeyeceğim. Ama her şeye rağmen El Club, Larraín sinemasının mutlaka takip edilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Kendisiyle hala tanışmayanlar için kaçırılmaması gereken bir fırsat.
[review]