Eleştiri
Mustang
Cannes’dan bu yana dur durak tanımadan deniz aşırı ülkelerdeki festivallere uğramaya devam ediyor Mustang. Bizim ülkemizi temsil etmeyeceği belli olunca film Fransa adına Oscar yarışına gönderildi. Orada ikamet etmekte olan Türk yönetmen Deniz Gamze Ergüven, belli ki ülkesinde olanlar için epey endişelenen ve bunu da dile getirmek isteyen bir kadın. Mustang, belediyeciliği iyi liderlik zanneden örümcek ağlı zihniyetin Türkiye’deki kadınlara gösterdiği muameleyi Karadeniz’in ufak bir kasabasında geçen hikayeyle ele almaya çalışıyor. Sadece kadın taraftarlarla maç oynatılmasının “ceza” sayıldığı, koskoca Başbakan yardımcısının kadının sokakta gülmesini iffetsizlik olarak addettiği, her türlü naneyi yedikten sonra evlilik vakti gelince “temiz” kız isteyen erkeklerin kol gezdirdiği canım ülkemde zaten kadınlarımız hayata 1-0 mağlup başlıyor. O yüzden kadının sesi olmak için kolları sıvayan birileriyle karşılaşmak inanılmaz derecede mutluluk verici. Ercan Kesal’ın elinde sigarayla derbeder bir şekilde dolandığı filmlerin sayısı arttıkça böyle hikâyelere olan açlığımız da büyüyor.
Ama… Şimdiye kadar söylediğim her şeyi unutup bir de “pozitif ayrımcılık” meselesini hatırlatmak gerek. Evet, film sektöründe kadınlar iyi temsil edilmiyor. Sadece Hollywood’ta birkaç milyon dolar az aldığı için ağlayan starlar olarak düşünmeyin bu meseleyi. En önemli komedi yıldızlarımız, çok kazandıran aktrislerimiz bile yer aldıkları her projede ya bir erkeğin peşinden koşturuyor ya da ana karakterin eşi olarak mizahi boşluğu dolduruyor. Zaten gazetelerin, televizyonun, hatta internetin bile ayarı bozulmuş durumda. Sesini duyuramayanlar kapana kısıldıkları için biraz daha sindiriliyor. Peki bu, önümüze gelen her kadın hikayesine alkış tutun demek mi? Kesinlikle hayır. İşte ben bu zihniyetten, en az kızlık zarını namus sayanlardan bıktığım kadar sıkıldım. Bizde örnekleri epey az; ama özellikle film endüstrisinin daha gelişmiş olduğu ülkelerde bir şeyleri düzeltebilmek için çekilen her kadın, siyahi, eşcinsel filmine tapmamız gerektiğini düşünen garip bir kalabalık var. Çok enteresan bir şekilde Mustang, bu kalabalığın hapı yutmuş canım ülkemde de var olduğunu kanıtladı. Pirinç kesesine girmiş taşı talaşı ayırmamıza yardımcı olduğu için filmin yönetmeni Deniz Gamze Ergüven’e teşekkür ediyorum. Lakin bunun haricinde ne müteşekkir olunacak, ne de tebrik edilecek bir şeyi yok.
Mustang, Orta Doğu’da olup biteni görünce Ayrılsak da Beraberiz’in Tuluğ Çizgen’i gibi endişelenen kesimin kendini yerlerde yuvarlamaya razı olacağı çok ucuz bir yem. “Yem” diyorum çünkü yaptığı her şey politik bir düzenbazlık, denenmiş formüllerle tavuk yolma arzusu içeriyor. Türkiye kadınının maruz kaldığı çirkinlikleri, beş kız çocuğu üzerinden anlatmaya çalışmış Ergüven’le bu filmdeki ortağı Alice Winocour. Özgürlüklerine düşkün hanım kızlarımız, cehaletin simgesi olarak kullanılan babaanneleri (ya da anneanne, hatırlamıyorum) tarafından her gün biraz daha sınırlanıyor. Kızlar aştıkları her çizgiyle daha da derin bir çukura düşüyor. Evin etrafı dikenli tellerle sarılıyor, camlardan kaçmasınlar diye demir parmaklıklar takılıyor, dünyayla olan iletişimlerini kesmek için evdeki her elektronik alet dolaplara saklanıyor. Bu da yetmezmiş gibi torunlarını teker teker gencecik yaşlarında evlendiriyor bu kadın. Nasıl diyeyim size… Sanki Türkiye’yi uzaktan seyreden birkaç kadın aynı odaya toparlanıp, 120 dakika içerisine kaç tane problemlerini sığdırır ve bunları en klişe halleriyle yorumlarız diye düşünmüş de öyle senaryo yazmış gibi.
Şimdi Mustang’in sorunlarını teker teker sayalım… Birincisi, filmin arka fonuna yerleştirdiği her şey %100 gerçek olmasına rağmen karakterlerin tek bir tanesinin dahi ayakları yere basmıyor. Deniz Gamze Ergüven, muhtemelen İstanbul’un doğusuna hiç uğramamış. Filmi beğenenler için de aynı şeyleri düşünüyorum. Türkiye’deki küçük bir kasabada yaşamanın ne olduğunu bilmeyen, Türkiye’nin gerçeğini satır aralarını okumayıp direkt başlıklardan takip eden birisi ancak bu kadar kötü bir tablo çizebilir. Belki bu film benim yaşadığım topraklarda değil de, başka bir Müslüman ülke de geçse (ki o haliyle bile zor) daha inandırıcı bulabilirdim. Demek istediğim “Hayır Türkiye’de böyle kadın problemleri yok!” değil. Aksine bu problemler var, ama böyle ailelerin böyle çocukları yok. Hele ki köy meydanında arabanın içinde alelade birisiyle sevişecek, don atlet avlularda güneşlenecek, “Tüm dünyayla yattım.” gibi muhtemelen bir lise öğrencisi tarafından yazılmış repliği doktora zikredecek kızlar hiç yok.
İkincisi, filmin ciddi bir Türkçe problemi var. Oyuncularının yarısından fazlası nerede nasıl tonlama yapacağından bihaber. Benim izlediğim kaydında İngilizce altyazı vardı. Dolayısıyla söylediklerini yutan ya da beş kelimelik bir cümleyi tek bir kelimeymiş gibi okumayı tercih eden kızları çözme şansı elde edebildim. Üçüncüsü, çok fazla fikri var ve büyük bir çoğunluğu da söylenmiş şeyleri tekrar etmekten başka bir işe yaramıyor. Kurgu odasında da kurtulunabilecek bir hata değil bu. Senaryonun silinip tekrar yazılması gerek. Ve en önemlisi: Artık Türk Sineması’nda bu acemi ruhlu öğrenci filmlerini izlemekten sıkılmadık mı? Mustang’le ilgili iyi eleştirileri gördükçe içim parçalanıyor. Eğer kötüye de kötü diyemeyeceksek, nasıl aşama kaydedeceğiz? Tek bir fikir fabrikasından çıktığı için “liderini” alkışlayan zihniyete göğüs germek isterken, sırf belli bir amaca hizmet ediyor diye içeriğine bakmadan bu müsamereye geçer oy vermek ikiyüzlülük değil mi?
Tabii filmin şimdiden Yabancı Dilde En İyi Film yarışında Son of Saul’dan sonraki en iddialı aday adayı olarak görülmesinin de işimi kolaylaştırdığını söyleyemem. Mukayese kabul etmeyecek iki farklı şey var karşımızda. İkisi de toplumsal yaralara parmak basan filmler. Ama birisi bunu amaca dönüştürmeden flulaştırıyor, diğeri ise acemiliğinden aklına gelen her şeyi alnınızın ortasına zımbalıyor. Sokakta gülen kadının iffetsizliğinden dem vuran milletvekili konuşunca orta parmak göstermek iyi sinemacılıksa ben film izlemek istemiyorum. Muhafazakar kesimin üniforması haline dönüşmüş yerleri süpüren paltoya küfür edildiğini izlemek, devlet tiyatrolarındaki komedi oyunları kadar acı bir tat bırakıyor ağzınızda. Bir yerinden tutsanız, başka bir yeri dağılıyor desem de kar etmez. Çünkü Mustang’in tutulacak yerleri de çoktan dibi boylamış durumda. Zaten ömür billah evrensel olamayacak bir şey anlatıyorsunuz, bari anlık hassasiyetler yaşayan Batı’ya doğruyu yanlışı gösterebilseydiniz de rahat etseydik.
Özetle, oryantalizm bir başka gurbetçinin daha çocuk oyuncağı olmuş. Mustang’i elde edeceği başarılar için şimdiden kutluyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın da acilen kendini suçlu hissetmek için yer arayan insanların duygularını manipüle etmeyi öğrenmesi lazım. Bari en azından Anadolu’yu tanımayan, Türkiye’yi görmeden kendini yurt dışına atarak boyunu uzatmak isteyen nesile doğruyu anlatır. Bu arada eğer Oscar’ı alırlarsa Cannes Film Festivali’ndeki Dheepan zaferinden çok daha iyi bir kulis başarısı olur, onu da eklemeden edemeyeceğim.
[review]
Büşra Bayar
2 Ocak 2016 at 19:25
Yabancı bir gözün Türkiye’ye uzaktan hem de baya uzaktan bakmasının sonucu oluşan bir film. Farkındalık yaratmak amacıyla toplumsal sorunları anlatan filmleri anlarım. Ama Mustang tek seferde çok sorunu aradan çıkarayım mantığına sahip, sözde bizim sesimiz olan bir kaynaktan çıkma. Ama şöyle ki, tane tane anlatmak varken bir seferde avazı çıktığı kadar bağıran kişinin dedikleri ne anlaşılır ne de kalıcı olur. Bu sorunlardan çok bunalmış bir kişinin çığlığıysa eğer bu film, biraz daha gerçekçi olmasını dilerdim. Tüm bu problemlerin aynı evde geçmesi yerine ülkenin farklı yerlerindeki farklı kişilerin sesi olması daha etkili olurdu benim düşünceme göre.
Deniz Gamze Ergüven ülkesinin kadın kahramanı olmayı bu kadar canı gönülden isteyen bir yönetmense öncelikle hangi ülkenin kahramanı olacağına karar vermeli diye düşünüyorum.
Olması gerekenden sert bir yorumdur belki ama bu yorumu yapmamın nedeni ,haksız elde edilen bu başarıdan, bu kadar reklamdan, ülkemizin gururu etiketinden çok sıkıldığım içindir.
Refik Eren Uysal
15 Ocak 2016 at 19:34
Bu güzide filmi (!) izleme şerefine dün nail oldum.Hem eleştirinize hem de yoruma şiddetle katılıyorum.Bu kadar çok şeyi anlatma çabasını en son Güneşi Gördüm’de görmüştüm onda da içine edilmişti.Tamam kabul maalesef hepsi ülkemizin gerçeği hiçbiri uydurma değil ama anlatım o kadar uyduruk,o kadar klişe,o kadar kör gözüm parmağınaki insanı hafakanlar basıyor.Hele o çarşaf muhabbeti yok mu ? En son Samanyolu dizilerinde falan görmüştüm heralde.Kız isteme kısımları Müge Anlı programları gibi “Hadi oğlan gelsin.Şimdi de baba gelsin.Al hayrını gör “.Hele kızların maça gitmeleri ve sonrasındaki olaylar… Yazdıkça sinir bastı.Bir aralar Youtube’daki Ajdar videolarının altına “Best Greek artist ever ” falan yazıp kakalamaya çalışıyorlardı öyle bir yöntem mi denesek ?
emre te
7 Şubat 2016 at 00:22
Umur Bey yazınıza sonuna kadar katılıyorum. Sivas gibi bir film varken Mustang gibi bi o kadar kötü oyunuculuk,kötü senaryo ve kurgu,kötü bi yönetmenligin sergilendigi bir filmi oscar adayımız yapmadıkları için çok mutluyum. Şu zamana kadar anadoluyu en iyi anlatan ve bence en iyi türk filmi olan bir zamanlar anadoluda filmi oscar adaylıgına secilmemisken Mustangin yapımcı ve yönetmeninin bu küstahlığını herhalde yaşadığı ülkeden kapmış. Mahsun kırmızıgül saptamasıda bir o kadar dogru bir tespit. BU filmdeki oyunculukları iyi olarak niteleyen profesyonel sinema eleştirmenlerini gördükçe yanıyorum .