Eleştiri
99 Homes
Amerika’daki giderek büyüyen emlak krizini mesken edinmiş bir senaryo var önümüzde. Ülkemizde de Mortgage’ın girişiyle birlikte baş gösteren bu krizin bambaşka birinin ellerinde ajitasyona dönüşebilecek perspektiflerini en sade haliyle anlatıyor 99 Homes. Bir tarafta ipotekli evini, kredi ödemelerini geciktirdiği için kaybetme riskiyle karşı karşıya olan bir adam var. Diğer tarafta ise paraya tapan, filmin şeytanı Rick Carver’ı görüyoruz. İkisi de ailelerinin huzurlu bir şekilde hayatlarını sürdürebilmesi için çabalayan, fakat farklı yöntemleri tercih eden bireyler. Tabii hayat bir şekilde yollarını kesiştiriyor ve Dennis, Rick Carver tarafından polis eşliğinde kapıya konuluyor. Daha sonrasında ise filmin yaptığı benzetmelerin hatlarını kavramaya başlıyorsunuz. Rick, Tanrı’nın iyi ama talihsiz bir kulunu temsil eden Dennis’i günaha davet ediyor. Ve dara düştüğü cennet, bir anda cehenneme evriliyor.
Ramin Bahrani’nin sinemasını tanıyanlar için çok yabancı bir konsept değil bu. Daha evvel de şansın yüzüne gülmediği insanları anlatmış, hem gerçek de hem de bir o kadar can acıtan olayları ekrana taşımıştı. Burada da tahliye sahneleriyle seyircisine hançeri batırıp batırıp çıkarıyor. Lakin 99 Homes’un başarısının asıl sırrı Goodbye Solo ve At Any Price’dan aşina olduğumuz melodramın dozajını indirmiş olması. Hatta öyle ki gözlerinizin yaşlandığı anlarda bile kanınız donuyor. Bahrani ve senaryoyu birlikte kaleme aldığı Amir Naderi, bürokrasinin delik deşik ettiği bir sistemin içerisine sürüklüyor izleyicisini. Tek bir aksiyon sahnesine ihtiyaç duymadan tansiyonun arttığını, yozlaşmış gayrimenkul piyasasının en acı verici fiziksel eziyetlerden bile daha çok yürek parçaladığına şahit oluyorsunuz.
99 Homes, başardığı pek çok şeyin yanı sıra bazen vermek istediği mesajlarını içini dolduramamakla suçlanıyor. Hatta Michael Shannon’ın ABD ile ilgili yaptığı konuşma sırasında filmin kendini özetlemeye kalkışması sebebiyle ben bile kendimi biraz geriye çektiğimi söyleyebilirim. Lakin daha evvel beyazperdede bankerler ve mülk sahipleri arasında gerçekleşen uzun vadele krizle ilgili tek bir hikaye dahi izlememiştik. Bilemiyorum, belki de son iki yılımı mesleğim gereği finansal ve kurumsal kabuslara teslim ettiğim içindir bu kadar etkilenmem. Krizden haberi olmayanlar için detaylar denizine yelken alırken, bir yandan da ortalama izleyicinin zevklerine hitap edecek bir film çektiğini unutmamaya çalışmış Ramin Bahrani. Ve kurduğu bu denge bile takdiri hak ediyor.
Gelelim 99 Homes’un bel kemiğine… Filmin başrollerinde yer alan Andrew Garfield ve Michael Shannon’ın performanslarını konuşuyor herkes biliyorsunuz ki. Benim şahsi fikrimi soracak olursanız Garfield’ın yanında Shannon’ın esamesi dahi okunmuyor. Fakat ödül sezonu çok farklı dinamikler üzerine işleyen bir mekanizma. Bir, Oscar adaylığı alarak bir barajı aşmış olmanız size yardımcı oluyor. İki, eğer sezon içerisinde kampanya yapmaz ve oy verenlerin yanaklarına öpücük kondurmazsanız adınızı hatırlamakta zorluk çekebiliyorlar. Üç, Shannon ile Garfield’ın kariyerleri çok farklı yönlere ilerlemekte. Andrew Garfield, kendi kendini batıran bir franchise’ın (Spider-Man) günah keçisi ilan edildi. Shannon ise Amerikan bağımsız sinemasının her sene yeniden keşfedilen muhteşem çocuğu gibi. Lakin Garfield’dan daha çok keyif almış olmam Shannon’ın salt kötü adamına gelecek adaylıklara itiraz edeceğim anlamına gelmiyor. Biri ufak tonlamalarla hissiyatı vererek kilit sahnelerde filmi omuzlarken, diğeri ise ara ara ortaya çıkarak ekran karizmasını konuşturuyor. Bu arada bir isimsiz kahraman daha var 99 Homes’da: Laura Dern! Geçtiğimiz yıl yattığı yerden başarılı aktrise adaylık veren Akademi, herhalde bu performansı görürse kriz geçirip baştan sona oy pusulasını Dern’ün adıyla kaplar. Ama bildiğim kadarıyla başarılı aktrisin bu film için tanıtım turlarına çıkmaya niyeti yok.
Sene başında İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’ne uğramış ve kimse tarafından umursanmamıştı 99 Homes. Şimdi ise aldığı her adaylıkla ödül sezonun takipçilerini biraz daha meraklandırıyor. Elinize geçen ilk fırsatta izlemenizi tavsiye edeceğim. Michael Shannon, ama ondan çok Andrew Garfield için.
[review]