Eleştiri
The Revenant
Michael Punke’nin dili ağır romanından beyazperdeye uyarlanan The Revenant, bir nevi biyografik bir çalışma. Hugh Glass zamanında kürk tüccarların için çalışan, 19. yüzyılın başlarında yaşadığı iddia edilen bir adam. Kitap ve aynı şekilde film de Glass’in bir ayı tarafından saldırıya uğraması sonrasında start alan yolculuğu konu alıyor. Yaralandıktan sonra ekip arkadaşları tarafından ölüme terk edilen Glass, hayata tutunup yollara düşüyor. En basit haliyle destansı bir ölüm kalım mücadelesi aslında The Revenant. Film boyunca bir tarafta hangi motivasyonla ölüme savaş açtığını anlamaya çalıştığınız bir adamı, diğer tarafta ise onu bu zorlu koşullarda terk eden kötülün timsali John Fitzgerald’ı izliyorsunuz. Tahmin edebileceğiniz üzere bu karakter de Tom Hardy tarafından canlandırılmış. Ve tabii arka fonda da avının peşinden koşturan bu tüccarların kökünü kurutmak isteyen yerliler ve Fransız birlikleri mevcut. Belli belirsiz bir tarih dersi de veriyor kısacası The Revenant. Sadece ana karakterinin ruhani ve fiziki yolculuğunu odaklanmak değil derdi yani.
Ailesine duyduğu özlem, Tanrı’ya ve kendine olan inancı, haysiyetine leke sürdürmek istememesi neredeyse üç saat süren The Revenant’da Hugh Glass’in intikam kılığına bürünmüş hırsının asıl çıkış noktaları denilebilir. Emmanuel Lubezki’nin kamera arkasındaki varlığı ve tabii filmdeki Kızılderili nüfusu sebebiyle yer yer The New World’ü hatırlatan The Revenant, tabii ki de Terrence Malick’den çok daha farklı bir şey deniyor. Birdman’de kamerası ve keskin kalemiyle belli bir metodun peşine düşen yönetmen Iñárritu, The Revenant’da adeta sinemaya bir aşk mektubu yazıyor. Doğal ışık kullandıklarından her gün sadece bir saat çekim yapabilen ekip, prodüksiyon aşaması bir yılı bulduğundan epey zahmet çekse de ortaya bakmaya kıyamadığınız bir film çıkarmış. The Revenant her sinemaseverin, mümkünse bir sinema salonunda, deneyimlemesi gereken dört başı mamur bir şaheser. Filmin parçaları Hugh Glass’in yaşama tutkusu etrafında çevrelenip giderek değerleniyor.
Daha evvel Guillermo Arriaga ile insanı insan yapan şeyleri anlatırdı hep Iñárritu. Kesişen hayatlar, manevi kayıpların ardında bıraktığı koca boşlukları onun sinemasının vazgeçilmez parçasıydı. Birdman’de de bir şekilde ucundan da olsa hakim olduğu temayı fazla karakter kullanarak yakalamıştı yönetmen. The Revenant ise bambaşka bir amaca hizmet ediyor. Hani görsel efektlerin bolca kullanıldığı filmlerde “İşte teknolojinin geldiği son nokta bu.” yorumu yapıyoruz ya, The Revenant’ı izledikten sonra ise “Sanatsal yaratıcılığın doruk noktası bu.” diye düşünüyor insan. Deneysel müzikleri, doğaya serenat yapan kamerası, başrolüne tek bir diyalog dahi vermeden kendini kanıtlaması için fırsat vermesi bir bütünü tamamlıyor. Bir noktadan sonra hikayede dönüm noktaları azalıp film lineerleştiğinde bile sırf tanık olduğunuz eşsiz deneyimin gideceği yeni çıkmazlar için ekrandan gözünüzü ayırmamaya devam ediyorsunuz.
Leonardo DiCaprio’nun bu filmle neden Oscar alacağını kestirmek güç değil. Ortada tam anlamıyla fiziksel bir performans var. Maruz kaldığı koşulları filmle ilgili herhangi bir haberi ya da makaleyi okumadan da anlayabiliyorsunuz. What’s Eating Gilbert Grape’den bu yana ödülle buluşması için her filmi sonrası dua ettiğimiz başarılı aktör sonunda yıllardır beklediğimiz anı bize yaşatacak. Diğer tarafta ise beğeni toplamasına rağmen, benim yine Tom Hardy’nin onu anlamamız için oluşturduğu aksana kurban giden rolü var. John Fitzgerald karakteri zaten sevmesi çok kolay bir adam değil. Lakin kitaptaki şeytani tavrı da The Revenant’ın içerisinde biraz yok olmuş. Hatta onunla pek çok sahneyi paylaşan genç aktör Will Poulter’ın çoğu zaman Hardy’den rol çaldığını düşündüm. Harika bir yıl geçiren Domhnall Gleeson filmin bir diğer önemli karakterini canlandırmakta. Farkında mısınız bilmiyorum; ama henüz Gleeson tek bir kötü filmde çalışmadı ve hep kalbur üstü yönetmenlerle buluştu. Bu çıkışın daha ne kadar süreceği merak konusu.
Tekrar söylüyorum; The Revenant’ı kelli felli bir sinema salonunda izlemeniz şart. Bizim jenerasyonumuzun sinema günlüğünde imzası olacak bir yapım. DiCaprio’nun tarihi Oscar zaferini de getireceğini düşünürsek karşı koymanın bir anlamı kalmıyor.
[review]