Yaratıcı: Jenji Kohan | Oyuncular: Taylor Schilling, Laura Prepon, Michael Harney, Kate Mulgrew, Uzo Aduba, Danielle Brooks, Natasha Lyonne, Taryn Manning, Selenis Leyva, Adrienne C. Moore, Dascha Polanco, Nick Sandow, Yael Stone, Jackie Cruz, Lea DeLaria, Elizabeth Rodriguez, Laverne Cox, Beth Fowler, Annie Golden, Laura Gomez, Diane Guerrero, Vicky Jeudy, Julie Lake, Emma Myles, Jessica Pimentel, Abigail Savage, Constance Schulman, Lori Tan Chinn, Tamara Torres, Lin Tucci, Kimiko Glenn, Dale Soules, Lori Petty, Emily Althaus, Blair Brown, Ruby Rose, Rosal Colon, Daniella De Jesus, Shannon Esper, Kelly Karbacz, Miriam Morales, Jolene Purdy, Amanda Stephen, Brendan Burke, Catherine Curtin, Joel Marsh Garland, Matt Peters, Alysia Reiner, Alan Aisenberg, Mike Birbiglia, Beth Dover, Jimmy Gary Jr., James McMenamin, Nick Dillenburg, Evan Arthur Hall, Mike Houston, Brad William Henke, Emily Tarver, Michael Torpey, Michael Chernus, Tanya Wright, Ian Paola, John Magaro | 60 dakika | Netflix
| A+ |
Televizyondaki devrimin neresinden yakalarsınız bilmiyorum, ama hala dizilerin filmleri solladığı şu manzarada ürkek davranıyorsanız Orange Is the New Black yeni bir başlangıç yapmak için doğru adres olabilir. Peki neden? Bir kere her şeyden evvel ırkçılığın ve cinsiyet ayrımının tez konusundan ana gündeme dönüştüğü 21. yüzyıl Amerika’sında özgürlükler ülkesinin gerçek manzarasını bu diziden daha iyi verebileni yok. Beyaz, siyah, Latin, Asyalı demeden Yahudi’den Müslüman’ına kadar o ülkenin toprağına taşına ucundan tutunan herkes bu dizide var, hem de kadın kimlikleriyle. İkincisi bu dizi bir sene öncesinde çekilip repo yapılmasına rağmen ileriyi görebildiği için takdiri hak ediyor. #BlackLivesMatter etiketi öyle ya da böyle, belki biraz kapsama alanını büyüterek Litchfield hapisanesinin rutubetli koridorlarındaki yerini aldı. İşin güzel tarafı bıçak sırtı meselelerin hepsine girizgahı yapıp seyircisini saatlerce gerim germektense dozunu yavaş yavaş artırarak, bir yandan da her şeyi tiye alan üslubuyla servis ediyor yemeğini. Üçüncüsü ise dizide ana ya da yardımcı karakter olmayışı. Eğer Orange Is the New Black’in dünyasına adım atmış ve bir karakterin tadına doyamadıysanız er ya da geç senaristler sizi o güzide insanın hayatına da sokuyor. Eşit muameleyi görmeyen tek bir kadın yok bu dört duvarın arasında. Bu kadar övgüya sıraladıktan sonra da dördüncü sezon için bir şeyler söyleyeyim. Büyük düşünmektense minik adımların atıldığı üçüncü yılından sonra Emmy’nin de yüz çevirdiği Netflix dizisi her zamankinden daha iyi bir dönüş yapmış. Çünkü artık aşamayacakları bir engel, girmeye cesaret edemeyecekleri bir tartışma konusu kalmadı. Son iki bölüm dramayla komediyi buluşturanların ders niyetine izlemesini gerektirecek kadar muazzam inşa edilmiş hikayelere sahip. Jenji Kohan’e ve casting çalışmasının arkasındaki herkese ben bir seyirci olarak teşekkürü borç bilirim. İyi ki böyle toplumsal bilince sahip diziler var da aşamadığımız okyanusları, 13 bölümlük televizyon projeleriyle fethediyoruz. MVP: Herkes! Ama özellikle Samira Wiley, Danielle Brooks, Michael Harney, Natasha Lyonne, Kate Mulgrew… Neyse ben duramayacağım sanırım.