Eleştiri

The Sea of Trees

Yayınlandı

on

Yönetmen: Gus Van Sant | Oyuncular: Matthew McConaughey, Ken Watanabe, Naomi Watts, Katie Aselton, Jordan Gavaris | Senaryo: Chris Sparling | 106 dakika | Drama

| F |


Hollywood’un kiralık yönetmenleri arasında Ang Lee ile Ridley Scott’dan sonra ilk akla gelen, hâlâ iş bulabilmesine inanamadığımız Gus Van Sant, Milk sonrası zaten pek de parlak olmayan kariyerinin dip noktasını çoktan ziyaret etti ve görünene bakılırsa vurgun yiyip geri dönmeye pek niyeti yok. Cannes’da gösterildikten sonra hiçbir yerde vizyona uğramadan, hatta DVD ve benzeri kayıtları da sessiz sedasız piyasaya sürülen The Sea of Trees sadece 2016’nın değil, belki de sinema tarihinin en kötü filmi. Neden? Bir kere fetch‘den sonra insanlığa kazandırılmak istenen en “olmamış” şey, Matthew McConaughey kısıtlı yetenekleriyle koca bir enkazı toparlama sorumluluğuna atanmış. The Sea of Trees konusu olmayan bir kara delik. Filmin insanlığa kazandırdıkları, vermeye çalıştığı mesaj tıpkı mekan olarak kullanılan orman gibi koca bir sessizlikten ibaret. Homurdanan koca adamlar, bir arada herhangi bir anlam ifade etmeyen cümleler, aşırı duygu yüklemesinden ağdaya dönmüş diyaloglar ve üzerinde mutlaka gelinlikli kız bulunduran ucuz romantik romanlardan miras bir anlatım. The CW bile vakti zamanında bembeyaz kadrolarıyla reyting rekorları kırarken böylesine fırsatçılığa, duygu sömürüsüne izin vermemişti. Neyse ki Gus Van Sant’in giderek Lasse Hallström’e çalan üslubu bende vadesini doldurdu. O yüzden hayal kırıklığından çok fikrimi tasdikledi denilebilir. Belki büyük bir salonda kalabalıkla izleseydim hep beraber kahkaha atar, The Sea of Trees’in seyrini keyifli bir hâle dönüştürürdük. Böylesi Çin eziyeti.

3 Comments

  1. Şükrü

    5 Ekim 2016 at 13:31

    Fikirlerini değiştireceğini düşünmüyorum ama Brokeback Mountain, Crouching Tiger, Hidden Dragon, Sense and Sensibility, The Ice Storm, The Wedding Banquet gibi birbirinden apayrı türlerde başyapıt çekmiş bir yönetmene kiralık demene katılamayacağım.

    Keza Ridley Scott’ın sadece Blade Runner’ı yeter. Alien ve Thelma & Louise de cabası.

    Mesele senaryo yazmaksa Scorsese de yazmıyor. Goodfellas’tan bu yana tarihe geçecek bir film yaptığı da söylenemez. Taxi Driver, Raging Bull çekmesi yeterliydi zira. Ama aynı adam The Departed gibi gereksiz bir film de çekti.

    • Umur

      5 Ekim 2016 at 13:34

      Mesele senaryo yazmak değil bence. Mesele söylediğin filmlerin ortak tek bir karakteristik özelliklerinin bulunmaması. Brokeback Mountain, Crouching Tiger, Hidden Dragon, Sense and Sensibility, The Ice Storm, The Wedding Banquet… Hepsi iyi senaryoları olan filmler. İyi bir yönetmenlikten ziyade, her şeyin kaosa dönüşmemesini sağlamış bir şef var başlarında. Scorsese’yi kiralık yönetmenlerden biri olarak sıralamıyorum, çünkü üzerinde Scorsese imzası olmasa da o filmin Scorsese’ye ait olduğunu çözebiliyorum. Ang Lee’nin herhangi bir filmini yönetmenini bilmeyerek izledikten sonra aynı tepkiyi verebileceğimizden şüpheliyim.

      • Şükrü

        5 Ekim 2016 at 16:26

        Ben meseleye böyle bakmıyorum. Dediğim gibi Ang Lee çok farklı türlerde filmleri o türün gerektirdiği en iyi biçimde yönetiyor. Bence bu kiralık yönetmenliğin çok ötesinde bir şey. Kiralık deyince aklıma Ang Lee gelmez yani. Pek sevmediğim Life of Pi başka bir yönetmenin elinde rezil bir film olabilirdi. Ama Lee yönettiği filmlere level atlatıyor.

        İçimde kalmasın diye yazdım 🙂 Ang Lee’yi yedirmeyiz 🙂

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version