Yönetmen: Paul Verhoeven | Oyuncular: Isabelle Huppert, Christian Berkel, Anne Consigny, Virginie Efira, Laurent Lafitte, Charles Berling, Alice Isaaz, Judith Magre, Vimala Pons, Jonas Bloquet, Lucas Prisor, Raphaël Lenglet | Senaryo: David Birke (uyarlama), Philippe Dijan (roman) | 130 dakika | Drama, Gerilim
| A |
Sonunda bir filme göğsümü gere gere yüksek puan verebildiğim için o kadar mutluyum ki… Beni bir hayal kırıklığından diğerine sevk eden festivalde Elle adeta ilaç gibi geldi. Total Recall ve Basic Instinct (hatta içler acısı Showgirls) gibi kült yapımların beyni Paul Verhoeven, 2006’dan beri terk etmediği Avrupa’da bu sefer Fransa’yı gözüne kestirmiş. Geçtiğimiz yıl Mustang ile Oscar’a aday edilen ülke, 2016’da da yabancı film kategorisi için Elle’i gönderdi hatta. Efendim işinde başarılı, özel hayatında da biten evliliğinin ardından ne istediğini çoktan çözmüş bir kadının ansızın evine giren bir yabancı tarafından tecavüz edilmesiyle başlıyor Elle. Bıçak sırtı bir konuyu daha ilk dakikada eline aldığı yetmezmiş gibi benzer öykülerde alıştığımız, yaşanan travmayla gelen doğal çöküntüyü kabul etmeyen ve başından geçen korkunç olayın asla onu tanımlamasına izin vermeyen bir kadın var karşımızda. Michele her şey yetmezmiş gibi kendi evinde yaşadığı olay sonrası, öyle ki bu konuyu yakın dostlarına bile uzunca bir süre açmıyor. Partneriyle aktif bir şekilde cinsel hayatını sürdürüyor ve hatta yeni komşusunun cazibesine karşı koymak için de çaba sarf etmiyor. Verhoeven’ın baz aldığı roman sadece muazzam kadın karakteri konusunda bonkör değil. Kurban damgası yemeyi reddeden Michele, Verhoeven’ın tanıdık oyunbazlıklarıyla “Tecavüz eden kim?” sorusunu filmin gündeminde epey geriye düşürüyor. Tabii Huppert’in kariyerini tanımlayacak nitelikteki büyük oyunu Michele’den gözlerimizi alamamamız, her şeyi lehine çevirdiği anda bir sonraki manevrasını merak etmememizin tek sebebi. Hani taş gibi derler ya, işte öyle, Elle taş gibi bir film. Black Book’la seyirciyi ikiye bölen Verhoeven’ın kıvam bulduğu olgunlaşmış vizyonuyla seyirciyi kuklaya dönüştürmekten çekinmediği -neredeyse- bir başyapıt. Ve tıpkı birkaç sene önce izlediğimiz Gloria’da olduğu gibi Amerika’nın asla bu kusursuzlukta unutulmaz kadın karakterler yaratamayacağının ispatı.
Filmi izledim, sıcağı sıcağına yazıyorum: Tek kelimeyle harikulade bir oyunculuk. Oscar’la taçlandırılmaması çok büyük kayıp…Film de son yıllarda izlediğim en başarılı yapımlardan…
Serhan
1 Mart 2017 at 23:06
Filmi izledim, sıcağı sıcağına yazıyorum: Tek kelimeyle harikulade bir oyunculuk. Oscar’la taçlandırılmaması çok büyük kayıp…Film de son yıllarda izlediğim en başarılı yapımlardan…