Oscar Boy Özel
Altın Küre gevezeliğine var mısınız?
Acaba podcast sırasında mı yorumlasam diye uzun uzun düşündükten ve kayıtta bazen 4 kişi olmanın yan etkisiyle (bir de çakma moderatörlüğümü de ekleyin) pek çok şeyi dile getirmeyi unuttuğumdan oturup Altın Küre gevezeliği yapmaya karar verdim. Hollywood Yabancı Basın Birliği (HFPA), bugün açıkladığı adaylarıyla eleştirmenlerin değil de sektörün içinde fink atanların ne düşündüğüne dair ufak bir önizleme sundu biz ödül sezonu takipçilerine. Akademi ile uyuşmak pek huyları değil. Hatta Altın Küre’yi Oscar’ın bir göstergesi olarak kabul etmek, buraya aday olanın Oscar beşlisinde de kolayca kendine yer bulacağını düşünmek ya da HFPA tarafından görmezden gelinen yapımların Oscar yarışından tamamen silindiğine inanmak düpedüz saflık olur. Aksine artık Oscar’ın oylama dönemi bir hafta ötelendiği için Altın Küre ve SAG gibi önemli gruplardan darbe yiyen filmlerin arayı kapatmak için daha çok zamanı var ellerinde. Başlık başlık ilerleyelim ve kimin aldığı/alamadığı adaylık ne işe yarayacak onu konuşalım.
Kâra geçenler
- Nocturnal Animals: Kabul edelim, Tom Ford’un filmin kampanyası için HFPA üyelerine parfüm yolladığını ve bu parfümlerin kurallar gereği geri iade edildiğini duyunca tek bir adaylık koparamaz demiş, ihtimalleri çöpe atmıştık. Tamamen yanılmışız. En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Aaron Taylor-Johnson) dallarına sızmış bu iki saatlik boş parfüm reklamı. Michael Shannon yerine Taylor-Johnson’ın aday edilmesi tam da Altın Kürelik bir hareket. Yalnız Nocturnal Animals daha evvel de HFPA tarafından takdir görmüş stilize, ortalamanın çok üzerine geçmeyen ve ödül almak için yapıldığı her halinden belli filmlere benziyor. O yüzden Oscar yolunda çok şanslı olacağına inanmak gülünç olur. Tabii şimdilik… Meslek birlikleri birer birer Tom Ford’un filminin adını vermeye başlarsa düşen tansiyonumuzu kimler düzeltir artık bilemiyorum.
- Hell or High Water: İşte buna bir anlam yükleyebilmeniz mümkün. Ana dili İngilizce olmayan, birinci ya da ikinci nesil göçmenlerle dolu 100 kişilik bir gruptan bu kadar Amerikan bir filmin adaylık çıkarması önemli bir durum. En İyi Film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Jeff Bridges) ve En İyi Senaryo gibi üç mühim kategoride hem de. Benim Hell or High Water’la ilgili tek şüphem bu senenin favori filmi La La Land’le aynı şirket tarafından dağıtılıyor olması. Bu kadar küçük dağıtımcıların Oscar’ın En İyi Film dalına birden fazla filmini soktuğu görülmüş şey değil. Ki bu da bizi Hacksaw Ridge’in ihtimallerine getiriyor…
- Hacksaw Ridge: Yine önden itirafımı yapıp, Hacksaw Ridge’den delice nefret ettiğimi ve aldığı tek bir adaylığa bile destek vermediğimi söyleyeyim. HFPA’in konuk listesinde sıkça adını gördüğümüz Mel Gibson’a kucak açması çok şaşırılacak bir şey sayılmaz. Hatta affetmelere, küllerinden doğmalara, yok efendim kariyerini revize etmelere bayılan bir grup olduğunu düşünürsek Mel Gibson filminin aldığı üç adaylık (film, erkek oyuncu, yönetmen) sıradan bile sayılabilir. O yüzden heveslenirken iki kere düşünmeli, hatta bu kucak açma davasında Akademi’nin pek de hevesli olmadığını hatırlamalı.
- Florence Foster Jenkins: Meryl Streep, Hugh Grant ve En İyi Film adaylığını zaten bekliyorduk diyorsunuz eminim. Peki ya Simon Helberg’ü ne yapacağız? HFPA’in oylama döneminde henüz ağdalı kampanya dönemine girmemiş bir yapımın 4 adaylık birden alması şaşılacak şey. Bu demek oluyor ki Meryl Streep’in Oscar yarışında beş ya da altıncı sırada olduğunu iddia ederek fena saçmalamışız. Evet, hâlâ Oscar yarışında saf dışı bırakılması mümkün. Ama bu kaosu çayını yudumlayarak evinden takip ederken bile adı sayesinde yer aldığı film beklenenin üzerinde performans verebiliyor.
Yaralananlar
- Silence: Martin Scorsese’ye olan sevgilerini göstermekten çekinmemiş bir grup Silence’ı izlemesine rağmen aday etmiyorsa orada bir durup düşünmek gerek. Oscar’daki En İyi Film ve En İyi Yönetmen adaylığı ihtimalleri sona ermiş değil. Muhtemelen izleyince daha iyi kavrayacağız bu gelen tepkiyi. Ama şu bir gerçek ki aynı şekilde çok geç gösterime girip HFPA’in son anda izlediği The Wolf of Wall Street bile 2 adaylık almıştı. Tabii bu komedide değil, çılgınca bir yarışa şahit olan dramada yarışıyor orası ayrı.
- Fences: Denzel Washington’ın yönettiği filmlere doğuştan zaaflı HFPA, Fences’ı ne film, ne de senaryo dalına almış. Denzel Washington ve Viola Davis haricinde tek bir yerde adı geçmiyor. Bu da son dönemde giderek artan çatlak seslerin boşuna olmadığını kanıtlar nitelikte. Eğer Oscar zamanı geldiğinde de iki oyuncusu haricinde tek bir yerde adını göremezsek (gerçi uyarlama senaryo dalı epey boş) pek şaşırmayacağım.
- Jackie: Critics’ Choice tarafından En İyi Film dalına alınmayan Jackie bu sefer de Altın Küre’den bir darbe yedi. Bu yılın Carol’ı olmak üzere emin adımlarla ilerliyor. Hatta biraz Inside Llewyn Davis’e de benzetilebilir. İyi sinemaseverlerin bayıldığı, ama endüstrideki yılda 10 filmden fazlasını izlemeyenlerin fazla “karanlık” bulduğu yapımlardan biri olacak. Tabii Akademi’de bambaşka bir oylama sistemi mevcut. Teknik branşlardan destek gelmesi halinde Jackie’nin ben yine En İyi Film dalına ucundan da olsa tutunabileceğine inanıyorum.
- Taraji P. Henson: Aynı zamanda televizyon ödülü veren bir grubun, hem de her sene elinde 10 tane kadın oyuncu adayı çıkarma lüksüne sahip bir grup bu, Taraji P. Henson’a (Hidden Figures) yer ayıramaması pek hayra alamet değil. Film özgün müzik dalına sızabilmeyi başarsa da genelde bu kategoride Akademi’yle benzer seçimler yapmayı pek başaramıyor HFPA. Henson’ın Empire ile tanınırlığını kullanamaması büyük bir çuvallama kısacası.
- Sully: Erken vizyon tarihi bu film için epey sıkıntı yaratacak diyordum, yanılmamışım. Tom Hanks ve Clint Eastwood’un bu uyduruk Amerikan masalını hatırlatmak için mücadele etmiyor oluşu da bir etken tabii. Yalnız Tom Hanks, HFPA gibi onu fazlasıyla seven bir grup tarafından Joel Edgerton ve Viggo Mortensen gibi isimleri kullanarak dışarı itiliyorsa sorun büyük.
Nötr
- La La Land & Moonlight: İkisi de ne bir adım ileri gitti, ne de bir adım geri. Mümkün olan her kategoriye sızmışlar. Yarıştaki favori konumlarını uzunca bir süre de korumaya devam edecekler.
- Manchester by the Sea: Lucas Hedges’ın yokluğuna rağmen bu cephede de bir sıkıntı yok. Viola Davis’in ayağı takıldığı anda Michelle Williams, Oscar’ı tutmak üzere bekliyor olacak. Hedges’ın Aaron Taylor-Johnson ve Simon Helberg’lü bir beşliye girememesi de hüsran değil, zafer olabilir ancak.
- Toni Erdmann: Son dönemde Akademi’yle epey benzerlik göstermeye başladı Altın Küre’nin yabancı film dalı. Toni Erdmann’ın da Oscar, BAFTA ve türevlerini cukkaya indireceğinin işaretini bazen garip seçimlerle saçmalama potansiyeline sahip HFPA tarafından aday edilmesi veriyor.
Biraz da TV konuşalım…
- Ben size demedim de HFPA yeni dizileri sever diye (a.k.a. içimdeki Kakça). The Crown, Stranger Things, This Is Us ve Westworld’lü En İyi Drama Dizisi kategorisi buram buram Altın Küre kokuyor. Dün gece Critics Choice’da Thandie Newton’ı görünce, dedim alın size egzantrik kadınları seven Altın Küre için harika bir alternatif! Yanılmamışım.
- Trendleri takip ettiklerini The Americans adaylıklarıyla daha iyi anlıyoruz. Emmy gibi bu dizinin potansiyelini fark etmeleri dört yıllarını aldı. Hem de en zayıf sezonla. Hayat ne garip…
- Komedide ise Atlanta’ya açmışlar kollarını. Oyunculuk dallarında Divorce ve Insecure’a da rastlamak mümkün. Ama En İyi Komedi Dizisi kategorisine girebilen tek yeni yapım Donald Glover imzalı FX projesi.
- Gilmore Girls: A Year in the Life nerede? PARDON? NE DEMEK ADAY ETMEDİK? NE DEMEK BEĞENMEDİK? BU BİR SAVAŞTIR!
- Rachel Bloom, Gina Rodriguez, Issa Rae, Charlotte Rampling, Olivia Colman… Aktrisseksüel olmanın keyif verdiği güzel günlerden geçiyoruz.
- Bir de son olarak The Night Of’a öpücük kondurmak istiyorum. Yayınladığı dönemi oylaması içerisine alan her mini dizi ödülünde adı geçmesi şart. Şimdiden eskiyen The People v. O.J. Simpson ile Courtney B. Vance’i değil de John Turturro’yu ödüllendirler umarım.
Altın Küre adaylarına bu linkten ulaşabilir ve ödüllerin dağıtılacağı 8 Ocak için gün saymaya başlayabilirsiniz.
Ahmet
13 Aralık 2016 at 14:58
Mel gibson a olan nefretin yüzünden hacksaw ride i aşağılamaktan vazgeçmeyip kalitesizliğine atıp tutuyorsun ama tahmin edilenden fazla adaylık aldı (genel olarak ödüllerde) bana kalırsa oscarda da best picture adaylığını alıp seni bir kez daha morartacak gibi ;))).
Umur
13 Aralık 2016 at 15:05
Çok cahilsin, keşke ölsen diyeceğim ayıp olacak. Tahminlerimde Hacksaw Ridge var zaten benim. Akademi’nin bu filmi beğenecek kadar ortalama film zevklerine sahip olduğunu kestirebiliyorum. Benim anti semitist bir adamı sevmiyor oluşumla alakası yok. Hayatında Braveheart’dan başka film izlememiş 15 yaşında çocukların diline düşmemle de alakası yoktur muhtemelen.
İyi günler bakkalcı.
Ahmet
19 Aralık 2016 at 19:29
Kusura bakma ama seni morartacağını söylerken tahmininde yanılıp yanılmamandan değil, gibson a olan nefretin yüzünden moraracağını düşünmüştüm, keza ilk yorumlarından beri film hakkındaki her görüşünde gibson ın kişiliğine değinmen objektifliği bozuyor, bahsettiğim nokta bu.
Bu arada siteni takip eden tayfa hakkındaki realist bakışından etkilendim, umarım ilerdeki film eleştrilerine de bu gerçekçi bakışı yansıtabilirsin. :))
Kolay gelsin tripkolik, takma bu kadar.
Umur
19 Aralık 2016 at 19:31
Log off.