Yönetmen: Mia Hansen-Løve | Oyuncular: Isabelle Huppert, André Marcon, Roman Kolinka, Édith Scob, Sarah Le Picard, Solal Forte, Élise Lhomeau, Lionel Dray, Grégoire Montana-Haroche, Lina Benzerti | Senaryo: Mia Hansen-Løve | 102 dakika | Drama
| A- |
Düşündükçe çoğalan, içimizde büyüyen filmler kervanına katılmak için gelmiş Things to Come uzak topraklardan. Isabelle Huppert’in işini yapıp malikanesine dönen kafamızdaki mesafeli aktris imajını Elle ile kırdıktan sonra yeteneklerini dünyaya bahşetme bonkörlüğünde bulunduğu bir Mia Hansen-Løve filmi bu. Ekrana dokunsak etini hissedecekmişiz gibi bir gerçeklik hissi veren ana karakteri hem özel hem de iş hayatında geç gelen hayal kırıklıklarıyla rayına oturmuş dünyasının parçalarına ayrılışını seyrediyor. Seyretmek de her hecesine bakarak seyretmek hem de. Geldiği noktaya kadar dikkatli bir şekilde yerine oturttuğu taşlar onun darbelerine inat olduğu yerden fırlarken kontrol edemediği gerçeklerle tam da kendine göre bir baş etme metodu geliştiriyor. Kitapları, felsefe temalı sohbetleri yeğliyor kocasının itaatsizliğinden, annesinin ilgi muhtaçlığından uzaklaşıp. Ama öyle entelektüel bir seviyeye merdivenle çıkıp seyircisini dipsiz kuyularda da bırakmıyor. Ağlaması da gülmesi de hep bir sebepten, sinirden, isyandan, dışa vuramamaktan. Bir de kader ortağı bir kedi, Neruda var yanı başında. Vahşi doğaya salındığında tıpkı ana karakterimiz gibi afallayan hayvancık da asimile olup koca bir fareyi ağzına sıkıştırıp dönüyor evine. Ve tüm bu ani gelişmelerin ortasında yeniden ben olabilmeyi öğrenmeye çalışan komplike kadına Isabelle Huppert can veriyor. Elle’de harcadığı nüansların yerini burada su olup aktığı yola göre şekillenmiş bir performans alıyor. Hansen-Løve’ın da payı büyük birkaç yerden ödülle dönen bu oyunda. Huppert’e teslim ettiği kanının son damlasına kadar Parisli kadın, kaşmir süveterleriyle sarıp sarmalamalık kırılganlığında yeniden büyüyor. Dizinlediği kitaplarından yalayıp yuttuğu kelimelerle tarif edilmiş fâni hayatın uygulamasında betona yapışıyor, dizleri paramparça oluyor. İşte böyle bir şey sinema. Farklı kulvarlardan, farklı coğrafyalardan bambaşka birikimler, bambaşka yaşanmışlıklar. Ama hissettirdikleri gittiğiniz her yerde aynı. Otobüs sahnesinde gözyaşlarından kahkahalara dönüşen meram, hadi bunu da atlattık hissiyatının üzerine gelen çat sesli kapı kapatmasıyla her zerresi hakikat.