Yönetmen: Guy Ritchie | Oyuncular: Charlie Hunnam, Àstrid Bergès-Frisbey, Djimon Hounsou, Aidan Gillen, Jude Law, Eric Bana, Kingsley Ben-Adir, Craig McGinlay, Tom Wu, Neil Maskell, Freddie Fox, Annabelle Wallis, Bleu Landau, Mikael Persbrandt, Poppy Delevingne | Senaryo: Guy Ritchie, Lionel Wigram, Job Harold, David Dobkin | 126 dakika | Aksiyon, Drama, Macera
Sinema denilen merete sevdalandığım yıllarda izlediğim için 1981 tarihli Excalibur’u herkeslerden çok seviyor olabilirim. Bu meşhur efsanede ağabeyini öldürerek tahta oturan kötü amcanın rahatı yeğeninin bir gün çıkıp gelmesiyle bozuluyor ve Kral Arthur olarak bilinen genç adam zorbalara karşı bir halk kahramanına dönüşüyor. Shakespeare’ın Hamlet’i yazarken de ilham aldığı efsane 5. yüzyılda İngiltere topraklarında hükümdarlık yaptığı söylenen bir kralın öyküsü. Öyle ki Orta Çağ’da geçen çoğu edebiyat mahsulünde benzer Arthuryen yiğitler mevcut. Tek adam, aranan kişi, yok efendim “the one”… Buyrun size kaynağı. Şimdi gelelim biz bu söylenceden nemalanan Guy Ritchie’ye. Dehidrasyonla belirginleştirilmiş adonislerin, zayıf dişi yumrukla parçalayıp kan kusturanların, iyiyle kötünün karayla ak kadar birbirinden uzak olduğu filmlerin babası, sinemasındaki tüm belirgin özellikleri tek bir potada eriten eğlenceli, Sherlock Holmes serisiyle açtığı yoldan ilerleyen bir gişe filmi yaratmış. Her şeyden evvel amacı görsel anlamda şöleni tattırmak, gürültüsü patırtısıyla adrenalin bazlı hazlara hizmet etmek. Ama bunun yanı sıra dillere pelesenk olmuş anonim halk nesrinin de tüm detaylarına teker teker değiniyor. Tahtın tesirinde korkunç bir kral, büyünün karıştığı alengirli çelmeler ve tabii ki köylünün püripak efendisi. Oldum olası atmosfer filmleri yapmayı seven Guy Ritchie, gişede kötü çuvallasa da ben kafa meşgul eden ama hazmı kolay eğlenceliklerini seviyorum sanırım. Jude Law’a cuk oturan karakteri ve alelade kesilmiş bir ağaç parçası kadar rol yapamayan Charlie Hunnam’dan neredeyse sempatik bir adam çıkarmasını başarılı buldum. O zorlama Ada mizahını bile hızlı kurguyla yedirip filmin genel ciddiyetinin (artık ne kadar ciddiyse) yanında sırıtmamasını sağlamış. Kulağımda Daniel Pemberton’ın haşarı melodileri de çınlıyor izlediğimden beri. Bu minvalde bir yapımın yapabileceğinin maksimumu bu iken müşkülpesentlik edip kötülemeyeyim şimdi. Olduğu ve olabileceği kadar “iyi”. Fesat Mukayese: King Arthur: Legend of the Sword > Monty Python and the Holy Grail a.k.a. The Century of Yawn