Yönetmen: Guillermo del Toro | Oyuncular: Sally Hawkins, Michael Shannon, Octavia Spencer, Richard Jenkins, Doug Jones, Michael Stuhlbarg, Lauren Lee Smith, Nick Searcy, David Hewlett | Senaryo: Guillermo del Toro, Vanessa Taylor | 119 dakika | Drama, Fantastik, Macera
Olağana aykırı mevcudiyetlerin ağa babası Guillermo del Toro, karanlık varlıklarının evreninde bu defa Oscar istasyonunu ziyaret ediyor. Toprağı sıkınca Rus fışkıran Soğuk Savaş Amerikası’nda gizli bir devlet tesisi, bu ortamda çalışan dilsiz bir kadın ve konuşmadan fiziksel meşk eylediği yüzergezer bir insansı… Her filmini ezber edilmiş masallara daha çepelli perspektifler eklediğini ileri sürerek pazarlayan Del Toro’nun teknik emeği güçlü, yeni oyuncağı özetle. Fakat engel tanımayan aşkı, sevgiyi, paryaların el birliğini duygu bakımından kupkuru bir yere kondurmuş bu kez. Filmin çıkış noktasının üzerine hikâye kurulurken upuzun bir yapılacak işler listesi göz önünde bulundurulmuş. Önce istatistiki verilerin gereği yerine getirilip Sally Hawkins’in karakteri soyuluyor, haşlanmak üzere olan yumurta metaforuyla benzer bir banyo küvetinin içerisinde mastürbasyona davet ediliyor ana karakter. Ardından 21. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vurmuş hassasiyetler ziyaret ediliyor. Richard Jenkins’in karakteri sürekli eşcinsel kimliğiyle ağıza alınıyor, Octavia Spencer’ın varlığı da elbette (Ne sandınız?) gözle görülür ırkçılığın malzemesi oluyor. Bitti mi? Hayır. Henüz sinemaya selam çakmadık. Bilin bakalım Sally Hawkins’in dairesi nereye konuşlanmış? Tabii ki de bir sinema salonunun üst katına! Del Toro’nun daha jenerikte büyüleyen set tasarımından, pastele bal bulamış renk paletinden, ufak tefek kurallarla oynayan klasik öykücülüğünün yettiğini düşünmek ne haddimize. O sinema aşkını başka türlü nasıl anlayacaktık? Evdeki televizyonda beliren klasik Hollywood filmlerinin yine genel iskelete zerre katkı sağlamamış varlığına henüz gelemedim bile. Spencer’ın küstah ve dürüst yardımcı kadını, Michael Shannon’ın kötü adamı, Michael Stuhlbarg’ın kötücülü elinin tersiyle itmiş iyi yürekliliği kariyerlerindeki alıştığımız tiplemelerin son model yansımaları olarak ekleniyor üstüne. Daha devam edeyim mi? Sırf göze hoş geldiği için mantık sınırlarını zorlayan koca bir odayı kıytırık havluyla havuza dönüştürüp insanla insanımsıyı seviştiriyor, o yetmiyor The Artist benzeşi mini müzikal sekansıyla bir kez daha Oscar’a ne kadar muhtaç olduğunun altını çiziyor Del Toro. Biraz Amelie, biraz Hugo, biraz Edward Scissorhands… Orijinal fikirler kuş olmuş, dağa kaçmış. Ve inanın 120 dakikalık fennî zırvalıklarından akılda kalan tek sahne The Help-vari bir orta parmak güzellemesi. Üzülüyorum. 2017’de bile hâlâ ödül almak için yapılmış, formu az da olsa bilimkurguya kaymasına rağmen Oscar dilenen filmler baştacı ediliyor, o da yetmiyor Venedik’ten Altın Aslan’la dönüyor. Dünyanın şirazesi kaydı tamam da bari eğlence sektörüne dokunmayaydınız. Del Toro’nun kof balonu Şubat sonuna kadar uçmaya devam edecek mi, bekleyip göreceğiz. En fazla gimmick kasan Hawkins’i ödüle kavuşturmasına tahammül edebilirim, daha fazlası beni salondaki oksijensizliğime ışınlar, orası kesin. Ama yaptığım güzel bir çıkarım oldu The Shape of Water sonrası: Aynı millete tabi olduğu dostları Alejandro González Iñárritu ve Alfonso Cuarón’un altın heykelciklerine aşermiş demek ki. Şişmesin diye elini yalayıp sürdüğü uzuvlarının başına gelecekler filmografisinin sonraki safhalarında başımızı ağrıtabilir, haberiniz olsun. Fesat Mukayese: Hidden Figures > The Shape of Water