Eleştiri

BPM (Beats Per Minute)

Yayınlandı

on

Yönetmen: Robin Campillo | Oyuncular: Nahuel Pérez Biscayart, Arnaud Valois, Adèle Haenel, Antoine Reinartz, Felix Maritaud, Mehdi Touré, Aloïse Sauvage, Simon Bourgade, Catherine Vinatier, Saadia Ben Taieb, Ariel Borenstein, Théophile Ray, Simon Guélat, Jean-François Auguste, Coralie Russier, Samuel Churin | Senaryo: Robin Campillo, Philippe Mangeot | 140 dakika | Drama

Şahsi sebeplerden pek takip edemediğim son Cannes’da Altın Palmiye’yi alamayıp en iyi eleştirileri toplayan film olmuştu BPM (Beats Per Minute, 120 BPM ya da isim olarak en son neye kararlaştırıldıysa.) yanlış hatırlamıyorsam. The Class’de dört duvar arasına sıkıştırdığı insanlarla iki lafın belini kırıp sosyo-realist söylemlerin röntgenini çekmesiyle tanıdığımız Robin Campillo’nun imzasını taşıyor bu dört başı mamur queer tarihi filmi. Yönetmen koltuğuna da yerleştiği yeni hikâyesinde bir zamanlar üyesi olduğu Act Up organizasyonunun (AIDS’e karşı mücadeleyi amaçlayan, seksenlerin sonunda aktif olarak çalışmış bir örgüt) idari düzenleniş biçimi üzerine bizi bilgilendirdiğine ikna olup direksiyonunu daha kişisel, daha duygusal ve fikirden ziyade insan barındıran bir anlatıya kırıyor. İlk yarının tamamına hakim öğretici tartışma ve eylem anlarındaki komün hissi, ikinci yarıda yerini düpedüz aşka yüzünü dönmüş ve böylece tekilleşmiş bir anlatıya bırakıyor. Bu iki parça arasındaki bağın yeteri kadar organik olduğu savunulamaz belki ama BPM’in işleme sebebi Campillo’nun da zamanında gönül verdiği meseleye ışık tutarken aynı ateşle kavrulmuş gerçek insanları anlatabilmesiyle alakalı. Davasını çözümlediğiniz karakterler için düzenlenen ısınma turları sonrası iş kimin Act Up mesai saatlerinin haricinde hangi mesleği icra ettiğini öğrendiğimiz kilit sahneye geldiğinde o dakikaya kadar bu insanların özgeçmişlerine ihtiyaç duymadığınızı anca anlıyorsunuz. Kan bağıyla olmasa da, seçilerek edinilmiş ailesinin arasına davet ediyor yani izleyicisini. Fikir birliğine vardığınız noktada ekranda beliren yüzlerle ahbap oluyorsunuz. Daha sonrasında yüzleştiğimiz travmaların beklenenin üzerinde bir tepki yaratması da tamamen karakterlerle kurduğumuz tarifi imkansız ilişkiden sebep. Eğer ille de bir sıkıntı dile getirecek olursam yönetmenin ardında sinema kokulu, akılda kalıcı kareler bırakma arzusunu gündeme taşıyabilirim. Sayısının fazla olduğunu düşündüğüm kulüp sahnelerinin bizi Arnaud Rebotini gibi başarılı bir müzisyenin ezgileriyle tanıştırmaktan başka bir işe yaradığı şüpheli. Halbuki tekdüze akademikliğindeki iniş çıkışlar, aynı dalgaya farklı tepkiler veren aktivistler unutulmayacak lahzalar yaratmaya yetiyor. Politik olmaktan asla çekinmeyen senaryosu ve aktörlüğü bencilce ele almayıp sahne arkadaşlarıyla vals yapan oyuncuları sayesinde benzerine rastlanmamış, göz pınarlarını çoraklaştıran bir samimiyet sarıyor bütünü. Hakkında çok da bir şey bilmediğine ikna olduğum bir meseleyi, benim gündemime taşıyabildiği için bile değerli esasında. Çok da uzak olmayan bir tarihten, militanlığın en hakikatlisini ele almış, adını da taşıdığı yaşam belirtisinden aşırmış, koca yürekli bir film. İddialı sözler etmek pek işim olmasa da, BPM’in dokunamayacağı bir yürek olduğuna inanmak istemiyorum. Gönül isterdi ki sinema salonunu bir sonraki seans için terk etmeyeyim, Edward tarafından yüz üstü bırakılmış Bella Swan gibi karnımı tuta tuta kıvrandığım yerde anırarak ağlayayım. Artık gözyaşlarım bizi aralarına alan arkadaş grubunda yaşadığımız büyük kayıp için mi, yoksa Campillo’nun oynattığı kalemindeki ustalığına hasetlendiğimden mi diye sorgulaması size kalmış.
Fesat Mukayese: BPM > Dallas Buyers Club

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version