Yönetmen: Aisling Walsh | Oyuncular: Sally Hawkins, Ethan Hawke, Kari Matchett, Zachary Bennett, Gabrielle Rose, Greg Malone | Senaryo: Sherry White | 115 dakika | Drama, Biyografi, Romantik
Haksızlık üzerine kitaplar yazdıracak kadar alçak sonuçlarla dolu Akademi tarihi bu yıl adalet kavramından ne kadar yoksun bir sistemin parçası olduklarını kanıtlarcasına Sally Hawkins’i Maudie yerine sırf cebi politika oyunlarına elverişli diye The Shape of Water’la aday etmeye hazırlanıyor. Hawkins’in fiziksel nitelikleri haricinde performansındaki nüanslara da yansıyan dönüşümünde öyle takdire şayan bir düşünülmüşlük var ki, mızmızlanmamak elde değil. Ama önce bir Oscar sohbetinden kopup (ne kadar mümkünse) değerlendirmeye alalım… Maudie, otuzlu yılların Kanadası’nda, ülkenin en doğusundaki eyaletten kırsal manzaralarla, Nova Scotia’nın gururu, halkın sanatçısı, benim de bu film sayesinde tanıma fırsatına eriştiğim Maud Lewis’i konu alıyor. Başta romatizmal eklem iltihabı hastalığına sahip olması sebebiyle toplum tarafından dışlanan ve farklı, çirkin, yalnız, tekilliğe mahkum olduğuna inandırılmaya çalışılan Maud bu bastırılmışlığı reddederek kendi kaderini çizmek için önemli adımlar atıyor. Biraz tesadüfen, biraz da yeteneklerinin yardımıyla çizilen mecburi bir rota bu. Utangaçlığıyla gülümseten Maud’un hayatına sanatıyla eğip büktüğü, yıllar içerisinde aksiliğinden koparamasa da sevgisiyle yeşeren Everett da girince tablolarındaki canlı renklere iyice can katan bir yuvası oluyor. O kadar masum, niyeti o kadar belli bir film ki Maudie, öfkeyi, sevinci, hayal kırıklığını hep dozunda bırakmış. Biraz epizodik sayılabilecek bir kurguya tabi tutulmasının finale doğru ölçeği büyüyen zaman atlamalarını inorganikleştirdiğine şüphe yok. Tesir son çeyrekteki uzatılan mizansenlerle bakın bir biyografi yapıyoruz şovuna dönüşüyor. Ancak sosyal dışlanmanın dik âlâsını yaşayan ana karakterini anlayabildiği ve göze çarpan eksikliklerinin yarattığı psikolojiden gözyaşı iktisatı inşa etmeye çalışmamasıyla, klasik biçimiyle gözle görülür bir biçimde tezat yaratan tanıdık bir samimiyet hissini kucaklıyor. Haddinden fazla sevdiğimi inkar etmediğim filmi benim için asıl değerli kılan da yazının başında belirttiğim muazzam Sally Hawkins performansı. Kariyerinde henüz “o rol” ile buluşamadığını düşündüğüm aktris, ucu taklide değebileceği için pek de yanaşmadığım yaşamış/yaşayan karakter canlandırmaları arasında kolayca ayrı bir yere yerleştirilebilecek, doyurucu bir oyun koyuyor ortaya. Aşırıya kaçmanın kâr ettiği bir kadına can vermesiyle de alakalı olabilir bu alkışlarım Ethan Hawke ile kelimeler yerine mimik ve jestlerini kullanarak tutumlu portreler çiziyor olması haricinde sanat hakkında çok bir şey söyleyemiyor olsa da filmi o iki büklüm hâlinde bile kameraya sırtı dönükken harikalar yaratarak ayakta tutuyor Hawkins. Happy-Go-Lucky’deki zihinlere kazınan açık oyununun aksine, uzun bir aradan sonra o rolün artıklarını kullanmadan cömertçe oyununu icra ettiği de ilk proje ayrıca. Kesin olan şu, bu film yılı son nefesini verirken zihnimin bir köşesinde Maud Lewis ve hakkında çok az şey bildiğim bu kadını benim için ilgi çekici kılan Sally Hawkins olacak. Neresi klişe, neresi olmamış siz hesap edin. Benim kalbime dokunacak bir yer buldu ne de olsa. Fesat Mukayese: Maudie > Frida
Çok da şeyyapmamak lazım. Hani aslında başka yıldaki bir performansı ile ödülü hak edip başka sene teselli diye ödül alanlar vardı ama bu gözler Kate Winslet’in Revolutionary Road dururken The Reader ile ödül aldığını da gördü. Neden? Çünkü The Reader daha cafcaflı bir proje idi.
Metin
7 Kasım 2017 at 16:00
Çok da şeyyapmamak lazım. Hani aslında başka yıldaki bir performansı ile ödülü hak edip başka sene teselli diye ödül alanlar vardı ama bu gözler Kate Winslet’in Revolutionary Road dururken The Reader ile ödül aldığını da gördü. Neden? Çünkü The Reader daha cafcaflı bir proje idi.
Umur
9 Kasım 2017 at 14:16
Ben Reader’daki performansını da seviyorum yalnız Kate Winslet’in 🙂