Yönetmen: Taylor Sheridan | Oyuncular: Jeremy Renner, Elizabeth Olsen, Gil Birmingham, Jon Bernthal, Julia Jones, Kelsey Chow, Graham Greene, Martin Sensmeier, Tyler Laracca, Gerald Tokala Clifford, James Jordan, Eric Lange, Ian Bohen, Hugh Dillon, Matthew Del Negro, Teo Briones, Tantoo Cardinal, Apesanahkwat, Althea Sam | Senaryo: Taylor Sheridan | 107 dakika | Drama, Suç
Hell or High Water ile beklenmedik bir başarı elde eden senarist Taylor Sheridan’ın, 2001 tarihli Vile pek duyulmamış bir korku filmi olduğundan, ilk yönetmenlik denemesi muamelesinde bulunduğumuz Wind River isimli projesi, adından ziyade filmi sinemaya getiren dağıtımcı şirketin skandallarıyla anıldı. Neyse ki ekonomik anlamda bir hissedar olması haricinde Weinstein adıyla herhangi bir bağı bulunmadığından Sheridan ile filmin yapım ekibi kendilerine hemen başka bir yuva bulup yollarını ayırarak Jeremy Renner’ın olası Oscar kampanyası için önlerindeki tüm engellerden kurtuldular. Fakat keramet sahibi, elinin dokunduğu mucizelere gebe kalan biriyle buluşmaması hâlinde bu yarı pişmiş dramanın ödül sezonunda adından söz ettireceğini düşünmek aşırı hevesli bir vargı olur. Çünkü vaat edilenleri yerine getirmesine bir sözüm olmasa da tamamen sakat bir politikliğin ürünü var karşımızda. Kışın tam zamanlı çöküşünü gerçekleştirdiği buz gibi bir Wyoming manzarasının içinden Yerli Amerikalı maktul ile sosyal bilincin aç noktalarına etki etmek isteyen Wind River, ölünün arkasından izlerini süren resmî ve gayri resmî olmak üzere iki ayrı kanun insanını yapbozun parçalarını birleştirirken görüntülüyor. Sheridan, kış mevsiminin sükûnetini de kullanarak sessiz ve sakin, hatta neredeyse savunmasız bir neo western yaratmaya gayret etmiş. Yetmişli yılların kovboy klasiklerinden ustalıkla o koşturmacayı ve vahşi doğanın da insan hayatının bir parçası olduğunu kabullenmiş taşra insanını alarak, gerilim türünün yeni sayılabilecek koşullarıyla bir araya getirmek istemiş belli ki. Yalnız sıfır ivmeyle yoluna devam eden çizgisel hikâyesinde katlanarak büyüyen çaresizliğin o ana kadar hiç bahsi geçmeyen, sanki sonradan akla gelen bir düşünceymiş gibi yerli ve kadınlarla bağdaştırıldığı bitiriş büyük bir içtensizliğin işaretçisi. Wind River ve artık benzerlerini çok görmeye başladığımız şuurlu, farkında filmlerin en büyük sorunu altı çizilmese pekâlâ izleyici tarafından istenilen yere çekilebilecek, tekst içerisinde saklanmış bir mesajın tadını kaçırması. Kadın cinayetleri ve hele ki Yerli Amerikalılar’ın 21. yüzyılda bile kendi topraklarında gördüğü faşizme dair endişe sahibi olmanın bir günahı yok. Sıkıntı, kurulan olay örgüsünde son çeyreğe kadar önem teşkil edilmemiş bir kahramanlığı soyulmasında. Halbuki kusurlarına rağmen janrın modern yorumlamaları arasında hiç de fena sayılmayacak bir başarımı var Wind River’ın. Zira büyük bir çoğunluğu bürokrasi sayılabilecek, takriben prosedür ile ilgili safsatalara odaklanmış tansiyonsuz bir öyküyü alıp pastoral hüsünlerle süsleyebilmiş. Muvaffakiyetlerinin bütününü tek kalemde silen “Ben bu soğukta boşuna film çekmedim.” ziyanını affetmek de elbette seyirciye kalıyor. Jeremy Renner’dan da söz etmeden olmaz… Adı türlü Oscar tahminlerine uzaktan olsa da dahil edilen aktör masaya görmediğimiz bir şey getirmese de filmin bağlayıcı elemanı olduğu düşünüldüğünde, tam hissiyatı veren performansıyla Wind River’ı sırtladı diyebiliyorum. Yazdıklarımı tekrardan gözden geçirdiğimde vardığım sonuç ise affedilmez günahlar işlemesine rağmen affedici bir şekilde yaklaşabilmişim sanıyorum Taylor Sheridan’ın üzerindeki pası attığı (yönetmenliğe) geri dönüşüne. Aceleye gelmemiş bilinçlendirme tasarılarında görüşmek üzere diyelim, böyle dağınık kalsın. Fesat Mukayese: Yine de… Wind River > Insomnia