Yönetmen: Dee Rees | Oyuncular: Carey Mulligan, Jason Clarke, Garrett Hedlund, Jason Mitchell, Mary J. Blige, Rob Morgan, Jonathan Banks, Kelvin Harrison Jr. | Senaryo: Dee Rees, Virgil Williams (uyarlama), Hillary Jordan (roman) | 134 dakika | Drama
12 Years a Slave ve Selma’yı fazlasıyla takdir etmiş, beğendiğini yüksek sesle söylemekten de çekinmeyen bir izleyici olarak Hollywood’taki değişim rüzgarlarının bilhassa siyahi sinemada pirüpak sosyal sorumluluk projesini andırmasını anlayışla karşılıyorum sanırım. Çünkü üstünlük yanlısı endüstri standartları öyle bir özümsenmiş ki artık, kaybedilen yılların acısı henüz çıkıyor. Beyaz adam çeyrek asır evvel yüzlercesini çekip sırasını savmışken, onlar kendi tarihlerini anlatmak için daha yeni fırsat buluyor. Stüdyolar, geçtim ırk çeşitliliğini, kadın yönetmenlere büyük projeleri emanet etmeyi bile anca akıl edebildi. O yüzden sırf bunları düşünmek Mudbound’u beğenmeye zorlamışken beni, didaktik üslubuna bu denli takılmış olmam kendi kendimi hayal kırıklığına uğratmama sebebiyet verdi. Kariyerine queer bir öyküyle, Pariah ile başlayan yönetmen Dee Rees ümmetinin hikâyelerini anlatmaya Bessie ile devam etmişti. Mudbound’da endişelerinin ölçeği hem ekonomik, hem de cast anlamında iyice genişlemiş. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesi ve sonrasında Mississippi’nin taşralarını izletiyor bu defa bize. Hillary Jordan’ın aynı adlı romanından uyarlanan yapımda, önce biri siyah biri beyaz iki farklı ailenin yaşam mücadelelerini oldukça minik bir pencereden tadıyoruz. Döngü tamamlandığında tarafların oğulları savaştan dönüp, hem post travmatik stres bozukluğu hem de dünya değişirken yaprak kıpırdamamış memleketlerinin kontrolsüz gazabıyla boğuşuyor. Çok da net bir çizgi çekmiş Dee Rees anlatısına. Altını çize çize ucu Ku Klux Klan’nin ayinlerine uzanan değişmezlik bir tarafta, cenk meydanında omuz omuza mücadele verdikleri için ülkenin politik geçmişine aldırmadan çağ atlayarak belli bir dayanışma ahlakı oluşturmuş gençler diğer tarafta. Çok da yetenekli aktörler iş görüyor bir de o minik zaman dilimi içerisinde bütünüyle başkalaşan iki karakteri resmederken. Jason Mitchell ve Garrett Hedlund, siz ne dersiniz bilmiyorum ama, öykünün kilit karakterlerinden kayda değer performanslar sağmış. Benim sıkıntı çektiğim noktaya gelecek olursak… Mudbound’un iyi uyarlanamadığını düşünüyorum. Dee Rees belli ki roman formundayken büyük bir hayranlık beslemiş bu tekste. Eminim, kitaptan beyazperdeye yapılan transferde makaslanmış pek çok mizansen, diyalog, karakter, anı mevcuttur. Fakat Alexander Payne’in erken dönem işlerinde bile tanık olmadığımız kadar çok dış ses kullanarak yedinci sanattan uzaklaşıp beşinciye dönmüş yüzünü. Her karede ne hissettiğini cümle aleme ilahi bir noktadan yayın yaparak cümle cümle açıklayan tavır, olay örgüsündeki boşlukları tamamlıyor tamamlamasına ama devamlılık hissini de tek kalemde siliyor sanki. Ve tesirli anlarının hepsini de son 20 dakikaya ayıracak kadar cimri davranıyor ayrıca. Üstelik zirveye yol aldığımıza ikna etmeden yapıyor bunu. Filmin finalini beklerken yeni bir perspektif getirmiyor, sadece örneği az bir manzarayı fazlasıyla temiz işçiliğini konuşturarak huzurlarımıza sunuyor. Galiba ilk kez yazının başında adını verdiğim filmleri beğendiğim için beni ayıplayanları anlıyorum. Hayal gücümüzü tarih için çalıştırdığımızda gözümüzün önüne gelecek cilalı kadrajlar için teşekkür ederek eve dağılmaktan başka çare yok bu sefer. Fazlasına kaçmadan kadrini bilelim yeter. Fesat Mukayese: Rosewood > Mudbound