X yönetmenin tek bir filmini izlemedim demenin suç sayılmadığı Oscar Boy topraklarında, size örnek teşkil etmek için yazıya bir itirafla başlamak istiyorum: Blade of the Immortal, benim ilk Takashi Miike filmim. Planlı kaçışın ya da başına oturup da acı çekmenin sebep olduğu bir uzak kalma durumu değil bu. Bir sinema alaylısı olarak kendi kendimi eğitme gayreti gösterirken, neden bilmem bir Miike filmi çıkmadı hiç karşıma. Ama her şeyin sebebi vardır kader kısmetçiliğiyle önümüze bakıp, en azından ilk buluşmamız keyifli geçti demeli galiba. Kariyerini samuraylı hicivlere ayıran Japon yönetmen, nostaljik yakuzalar ve kaftanlı gangsterleri ile fantezi dünyasına hizmet eden bir hikâye sunuyor huzurlarımıza. Asıl meselenin 50 yıl öncesinde geçen siyah-beyaz mücadelesini izlettikten sonra ana karakter Manji, ölümsüzlük kılıcıyla zamanın ötesinde bir başka serüvenin konuğu oluyor. Neredeyse tamamı bol bol hesaplaşma, meydan okuma ve yüzleşme dolu Blade of the Immortal’ın. Zaman akışında lineer bir sıralaması olsa da öykünün bağlayıcı elemanları alışılmışın epey dışında ve hatta akla uygun olmayan çılgınlıklarla dolu. Yalnız bu 18. yüzyıl kara komedisinin, kullandığı renk paletiyle tezat oluşturan keyifli bir kasveti, çaresizlikten türemiş destansı bir hâli var. Miike, epizodik anlatımında hep büyük finaline yatırım yapıyor olsa da hem bir yönetmen olarak kurduğu mizansenlerle eğlenmeye, hem de seyircisine acımasızlığı marifet bilen karakterleriyle bir eğlence sunmayı arzuluyor. Yaşı 800’ü geçmiş eksantrik büyücüsü, efendisi için yüzlerce adamın kanını döken savaşçısı ve birbirinden renkli karakterlerini özümsemek herkesin harcı değil, bunu kabul ediyorum. Ancak optik aldatmacalarını da bir yana koyup, yarattığı sonsuz kasırganın etki alanına girerseniz tutturduğu – neredeyse duygusal – samuray türküsünü melodrama öykündüğü anlara rağmen kucaklamamak namümkün. Buradaki kırmızısı bol kıyımın adaletsiz olduğu da öne sürülebilir. Ne de olsa Miike, tüm notalara kusursuzca basıp seyirciye sadece şunu soruyor: Anlamsızlıklar denizinde kaybolmaya var mısınız? Ağır ipeklerden cüppelere, iki ucu bileylenmiş mızraklara, kınında durmayan kılıçlara bel bağlamış, meditasyondan ve laf salatası yapan felsefelerden uzak, net ve kendi janrında örneklerini pek izleyemediğim için karşılaştırma yapamasam da izlediğim her filme oranla orijinalliğin suyunu çıkaran bir muzurluk örneği Blade of the Immortal. İntikam sosuna bulanmış söylencesinin, cinsiyet politikası yaparken kadını hiçe sayan kudret tanımlamasının sallapatiliğine rağmen baş döndürücü hem de. Biraz da muhtaç olduğunuz ve hatta ihtiyaç duyduğunuzu bilmediğiniz atmosfere bağlıyorum bu beğenimi. Beyini egzersizle yormayan aşırılığı, space opera türünü yeryüzüne indiren kural tanımazlığı pek iyi geldi. Sanki bir Tarantino filmi izlemişim de, sadede gelene kadar türlü gevezeliklerle oyalanmamışım, yönetmenin (ya da senaristin) egoları tatmin olsun diye vaktim çalınmamış gibi bir his. Beni Takashi Miike’nin özveri dolu dünyasına davet ettiği için bile değerli esasında. Bir sonraki buluşmamız şimdiden beni heyecanlandırıyor. Fesat Mukayese: Blade of the Immortal > The Hateful Eight