Yönetmen: David Ayer | Oyuncular: Will Smith, Joel Edgerton, Noomi Rapace, Lucy Fry, Édgar Ramírez, Ike Barinholtz, Happy Anderson, Dawn Olivieri, Matt Gerald, Margaret Cho, Brad William Henke, Jay Hernandez | Senaryo: Max Landis | 117 dakika | Aksiyon, Fantastik, Suç
2018’de her hafta iki orijinal film yayınlamaya hazırlanan Netflix daha şimdiden acaba içerik kalitesini kaybediyor mu sorularıyla boğuşurken yılın sonuna bu tartışmaları iyice harlandıracak bir filmi saklamış: Bright. En son Suicide Squad sebebiyle yerden yere vurulan David Ayer, kariyerindeki bir diğer mihenk taşı, Training Day ile 21. yüzyıl çizgi roman uyarlaması anlayışını birleştirdiği yeni filminde seyircisini bir sabır sınavına tabi tutuyor. Orta Dünya’nın hayatımıza kattığı orklar, elfler, büyücüler, periler ve bilumum doğaüstü yaratıkları modern Los Angeles’da halkın bir parçası hâline getirmiş ve inatla varlığını sürdüren faşizmi bu bol makyajlı habitatla yeni bir alegori kurarak anlatmaya çalışıyor. Her ırkın kendine ait mahallesi, o da yetmezmiş gibi zümre içerisinde bile dişin uzun, saçın kısa, cebin dolgundan doğan çatışmalar ve tüm bu süreçte beyazlaştırılan “insan” ırkının sanki çevredeki en hoşgörülü varlıklarmış gibi servis edilmeye çalışılan imajı var Bright’da. Kurşun sıyırıp geçsin diye de başrole Will Smith konmuş ki hani beyazları çamaşır suyuna yatırarak günahlarından arındırmaya çalışmadığımı bilin dercesine. Özünde epey eğlenceli bir fikir olduğunu inkâr edemeyeceğim. Fakat hâlâ hassaslığını koruyan bir meseleye böyle destursuz dalan başka bir anlatı da hiç izlemedim sanırım. Bright’ın ezberledikleri hep kulaktan dolma, Eski Ahit’den. Irkçılığın zaman içerisinde aldığı yeni formu değerlendirebilecek bir gözlem yeteneği yok ne yazık ki ve bunu biz okyanusun bu tarafından idrak edebiliyorsak, her şeyin boka sardığı, beyaz öncüllüğünü savunanların fikirlerini yüksek sesle söyleyebilecek cesareti kendinde bulduğu topraklarda yaşayanlar düşünün Bright hakkında neler hissetmiştir. Ayer’ı kariyerinin bu yeni aşamasında bir nebze olsun takdir etmemin sebebi kameranın arkasında kendini aşırı ciddiye almak yerine eğlenmeye gayret etmesi. Suicide Squad’ı izlerken aldığım aynı umursamaz tavır burada da var. Ama madem tabiatın gücünü gösterdiği varlıkları kullanarak yeni bir yetki alanı ve buna bağlı olarak sosyal bir devrim yaratıyorsun, nerede bizi ikna edecek istihza becerilerin? Zıplayamayan, hantal, neredeyse kafasız ve ancak başarısız bir emniyet görevlisi olabileceğini iddia ettiği bir ırk var resmen David Ayer’ın. Ve ne enteresandır ki daha evvel karısıyla çıkıp Akademi’den alamadığı adaylık üzerine bunu ırksal bir savaşa dönüştüren Will Smith kendi camiasına huzursuz ve rencide eden bir tutumla yaklaşan senaryoya evet demiş. Tekstten bağımsız acayiplikleri, makyajın endüstride geldiği son nokta bir yana dursun, Bright koca bir çöp yığını. Ve akıtıyor, koku yapıyor, izini bıraktığı yerler de yapış yapış oluyor. Problemli keşmekeşini iyice dikkatimiz dağılsın diye aksiyon numaralarıyla bezemek de pek bir işe yaramamış tahmin edersiniz ki. Nasıl bir torbaya koyarsanız koyun, üzerine çiçek resmi de yapıştırsanız, parfüm de sıksanız çöp çöptür neticede. Üç dakikada filmden daha çok şey anlatmayı başardığı için bir tek Bastille’in David Ayer’a armağan ettiği parçaya şapka çıkarıyorum. Kalanı derhal Odayeri köyü, düzenli depolama tesislerine… Fesat Mukayese: Suicide Squad > Bright