Eleştiri

The Insult

Yayınlandı

on

Yönetmen: Ziad Doueiri | Yönetmen: Adel Karam, Kamel El Basha, Rita Hayek, Camile Salameh, Diamand Bou Abboud, Talal Jurdi, Christine Choueiri, Julia Kassar, Rifaat Torbey, Carlos Chahine | Senaryo: Ziad Doueiri, Joelle Touma | 112 dakika | Drama

Yabancı Dilde En İyi Film yarışının bilinmezliği arasında, komiteye ve gönüllü Akademi üyelerine gösterilen ilk film olmasının da avantajını kullanarak aradan sıyrılıp ilk beşe sızan Lübnan yapımı The Insult, prömiyerini Venedik’te yapmış ve oradan başrolü Kamel El Basha’ya gelen ödülle ayrılmıştı. Tabii böyle referanslar duyunca acaba Ortadoğu’dan yeni bir Farhadi ya da Kiarostami değil de en azından Hany Abu-Assad’ın sinema diline yakın bir film mi izleyeceğiz beklentisiyle oturdum Ziad Doueiri imzalı filmin başına. Ama öyle bir yanılgıya düşmüşüm ki kelimelerle ifade etmek mümkün değil. Türkçe’ye adı “Hakaret” olarak çevrilmiş yapım bir kere her şeyden evvel seyircisinin zekasına onur kırıcı bir saldırı olarak ele alınabilir. Doueiri, ısrarla kendi vatanında ve aynı atmosfere hakim diğer üçüncü dünya ülkelerinde ne olduğunu bildiğine dair büyük bir ısrar gösterse de çok çok dışarıdan bakıyor olana bitene. Hakaret için birbirini kurşunlamadan ufak bir kaburga kırığı ile yargıya başvurulmasını geçtim mahkeme sahneleri de fazla Amerikan dizisi izlemiş bir senaristin kendi ülkesindeki bürokrasiden bihaber olduğunun en büyük göstergesi. İstisnasız herkesin kötü performanslar sergilediği The Insult’da sadece bizim gibi ülkelerde değil, dünyanın her yerinde farklı ırklarla varlığını sürdüren, günümüze özel tahammülsüzlüğün Lübnan menşeili bir uzantısını seyirciye aktarma gayreti var. Yalnız o kadar yersiz ayrıntılarla ve çatısız dramatizasyonlarla boğuyor ki Doueiri anlatısını, ciddiye alabilmek mümkün değil. Toplumsal sorunların aile içerisinde açtığı yaralara ve genel ile ferdî arasındaki dikenli ilişkiye bizim bulunduğumuz coğrafyadan daha temelli argümanlarla bakabilen, eleştirebilen sinemacı çok. The Insult’ın da Lübnan tarihindeki kilit döngülere ve bunun çağdaş yansımalarına el açtığını görünce beklenti içerisine girmemi bu sebeple doğal karşılıyorum. Ama yok, Doueiri’nin elindeki verilerle uyduruk mizansenini doğru noktalardan birbirine dikecek, güzel elbisesini astarla sağlamlaştıracak yetisi mevcut değil. Sen Lübnanlı Hristiyan şuraya, sen Filistinli mülteci buraya… Bir de yanınıza hikâyeye zerre katkısı olmayacak, Law & Order izleye izleye kavrulmuş baba – kız iki avukat verelim, ki pembe diziden hâllice öykümüz iyice çorbaya dönsün. Batı’da böyle filmlerin baş tacı edilmesinin de beni şaşırtmadığını eklemem gerek. Çünkü biz onları tanıyacak kadar çok izlesek, okusak, çizsek, gezsek, tüketsek de onlar okyanusun bu tarafında Avrupa sınırlarını aştığı anda ilgilerini kaybediyor. Yaşayanı, yaşananı öğrenmek gibi bir niyetleri yok. İşte böyle The Insult gibi ve hatta Mustang gibi kendi anlayış biçimlerine indirgenmiş vasatlıkları bir yerlerde ağırlayıp vicdanlarını rahatlatmakla yetiniyorlar. Yalnız burada Deniz Gamze Ergüven’in yüksek ağaçlardaki sorunlu perspektifi de mevzubahis değil. Düpedüz yönetmen/senarist Doueiri, Hollywood’a bir film armağan ettiğinin bilinciyle ilmek ilmek işlemiş vasat senaryosunu. Bir Mahsun Kırmızıgül filmi ajitasyonuyla yapılan finaline rağmen Oscar’a aday olduğunu da görünce bir gün bizim türkücüden dönme yönetmenlerimizin de en azından daha iyi oyunculuklarla uluslararası platformlarda başarı elde edeceğine inancım artıyor.
Fesat Mukayese: İstanbullu Gelin > The Insult

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version