Yönetmen: Alexander Payne | Oyuncular: Matt Damon, Christoph Waltz, Hong Chau, Kristen Wiig, Jason Sudeikis, Maribeth Monroe, Udo Kier, Rof Lassgård, Ingjerd Egeberg, Søren Pilmark | Senaryo: Alexander Payne, Jim Taylor | 135 dakika | Bilimkurgu, Komedi, Drama
Yalın bağımsız sinemanın tek karakter etrafında parende atabilen ağa babası Alexander Payne, kariyerindeki beyaz suçluluk duygusundan beslenen filmlere kardeş yapmış. Downsizing, The Descendants ve About Schmidt’de de benzer hikâye yapısını gördüğümüz azınlık bir ırk tarafından kurtulan, gözü açılan beyaz adam anlatısının en yeni versiyonu. Yalnız öncüllerinden farkı çok daha iyi bir fikirle yola çıkmış olmasına rağmen sergilerken betona çakılması olması. İlk taslaktaki zekice fikri yakın gelecekte bilim adamlarının insanları 5 inçe (yaklaşık 13 cm) kadar küçültebilmesinden ibaret. Hatta dünyanın bu buluşa alışması, kendilerine garantili bir yaşam formu oluşturması ve bir anlamda süregelen ekonomik, psikolojik, sosyal problemlerini tarifi imkansız bir grup operasyonla askıya alması hicivden de öte yüksek konseptli cesurca bir hile. Hayat yüzde bire küçülünce para artıyor, nüfus yoğunluğunun önüne geçiliyor. Çok sevimli şakaları da var. Rüyalarınızdaki eve orta sınıftan bir çalışan olmanıza rağmen ulaşabilirsiniz; fakat bu devasa malikanenin içine girebilmek için küçülmeniz gerekiyor diye tokat niyetli bir mesajı çıkarıp suratınıza vuruyor. Toplum içerisinde daha yukarı tırmanabilmek için ezilen bedenler, hiçe sayılan değerler, klasik Alexander Payne imzası olarak sıradan eril bireyin bitmeyen memnuniyetsizliği… Hepsi bir noktaya kadar yerli yerinde ve eser miktarda gündeme geliyor denilebilir. Sıkıntı, garip bir şekilde filmin de kayda değer tek performansını veren Hong Chau’nun öyküye dahil olmasından sonra başlıyor. Bir şekilde ucundan tuttuğumuz toplumsal bilinçten bihaber ırkçı mizahla oluşturulmuş karakter, beyaz adamın neredeyse ruhani yolculuğunda Kuzey’in göz boyayan dağı taşı kadar yere sahip aslında. Her daim daha ekonomik bir perspektiften insanoğlunun geldiği noktayı eleştiren Payne, bu sefer ölçeği büyütüp yönünü kaybetmiş. Varoluşa dair sorunlarının hepsini sadece Uzak Doğulu değil, aynı zamanda coğrafya değiştirince değersizleşen karakterinin ayağını ampüte ederek iyice kısıtlıyor. Üstüne üstlük farkındalıklara oynamak isterken, stereotiplerden stereotip beğenen bir karikatür yaratmaktan da geri kalmamış. Tüm bu dikkat dağıtıcı etkenler yetmiyormuş gibi, son olarak seyircisine değil filmin temeline vurucu darbeyi ekolojik bir rüzgâra yenik düşerek vuruyor. Amerika’dan, dünya ekonomisinden, iletişim problemlerimizden, ırkçılıktan, sosyal statülerin sebep olduğu engellerden, fiziksel elverişsizliklerden dem vurduğu yetmiyor, bu sefer de çevreci bir mesaj için okyanusu aşıp kıta değiştiriyor. Nasıl pasaklı, nasıl sorunlu, nasıl trajik ve nasıl istemsizce komik… Downsizing’in takdir edebildiğim iki parçası var: İlk yarım saat; çünkü oldukça vurucu sayılabilecek bir kısa film bile olabilirmiş. Prodüksiyon başlamadan evvel ne kadar da keyifli ve özgün bir fikir ortaya çıkarıldığını anlamanıza yetiyor. İkincisi de görsel efektin de desteğini alan göz boyayıcı setleri. Girdiği her evin, odanın ve en önemlisi bütçenin nasıl bir fotoğraf karesi oluşturacağını bilerek inşa edilmiş her şey. Detaylarda boğulmak, Matt Damon’ın dikkat dağıtıcı oyunundan uzaklaşmak için harika bir adres. Ama geri kalanı ve bilhassa Chau’nun övgüler alabilecek karakterizasyonuyla biraz noksanlarını yok ettiği Vietnamlı kadın, başkası adına utanma hâlini vaat ediyor. Fesat Mukayese: Ted > Downsizing