Eleştiri

God’s Own Country

Yayınlandı

on

Yönetmen: Francis Lee | Oyuncular: Josh O’Connor, Alec Secareanu, Ian Hart, Gemma Jones | Senaryo: Francis Lee | 104 dakika | Drama, Romantik

LGBT sinemanın bir alt tür olmaktan çıkıp yavaş yavaş cinsel kimliklerden bağımsız kategorize edildiğini görmek istediğimizden God’s Own Country gibi bu kulvarda kalıplaşmış formülleri kullanarak 2000ler’in ilk yarısından bir sinema diliyle çırpınan filmler izlemek biraz sinirlerimi bozuyor. Kuzey İngiltere’nin kırsalıyla nam salmış topraklarında geçen, Yorkshire’ın pastoral güzelliklerini arka fonuna yerleştiren öyküsü babası felç geçirmiş Johnny isimli genç kahramanımızın etrafında dönüyor. Çiftlikte işlerin büyük bir kısmını yüklenmek zorunda kalan, fakat zorla edindiği kaderini sahiplenmek istemeyen genç adam gündüzleri biriktirdiği kızgınlığı, isyanı gece olunca lokal barlarda içip orada burada hunharca sevişerek atıyor. Dokunmayıp tüküren, anın tadını almayıp kabaca taarruza geçen Johnny’nin her eylemi içindeki dinmeyen ateşin bir yansıması gibi. Derken çiftlikteki hayatlarına Romanya asıllı, akıllı, gururlu, naif ve çalışkan bir adam dahil oluyor. Sonrasında da önce canını okuduğu bu yabancı, Johnny’e tüm içgüdülerini dizginlemeyi, duygularını doğru bir şekilde dışa vurmayı, sabrı, metaneti, aşkı ve tutkuyu öğretiyor. Halk arasında Tanrı’nın bıraktığı gibi diye anılan bir coğrafyaya, insan elinin değmediği bir yere mevzilendiği için God’s Own Country, Yorkshire ile ana karakterinin hamlığı arasında bir bağ kurmasına itiraz edemem. İkinci çeyrekte Brokeback Mountain’ın storyboard‘undan nemalanmasına da göz yumdum diyelim. Ama tensel heveslerinden başka inanılabilir bir katarsis yaratamamasının affedilir tarafı yok. 2000ler’in başına ait dememin başlıca sebebi de bu. Artık libidosunun haricinde var olabilen eşcinsel karakterler görmek istiyorum ben beyazperdede. Babasının hastalığına üzülen, ama bir taraftan da bencilce düşünüp ailesinin üzerine bıraktığı yüklere isyan eden bir adamın izini sürebilecekken yatakta, ovada, yerde, küvette, portatif tuvalette, ara sokakta sevişen adamlar/kadınlar izletme hevesi niye? Erotizmde bir sıkıntı yok, ama bir anlam teşkil edebilse keşke o mahrem anlar. İşin daha da kötüsü, yereli karikatürize ediyor God’s Own Country. Bir noktadan itibaren aksanlar öyle bir noktaya ulaşıyor ki Yorkshire sakini aile tek heceli kelimelerle iletişim kurmaya başlıyor. Soluk beyaz tenlere, griye çalan havaya yabancı seyirci “Ülkem öldü. Artık havaya bir kurşun sıksan evladını kaybettiği için acı çeken bir anneye çarpar.” gibi çiğ göndermelerle oyalanıyor. Oğlunu iş üstü basmaya giden babanın yığılıp kalması gibi klişelere, evin büyükannesinin gizli gizli hareket eden torunu ve sevdiceğine ait prezervatifi odanın orta yerinde bulması mantıksızlığına henüz gelemedim. Bu arada o prezervatifi de klozete atacak, sifonu çekecek, yaptığı spiral hareketi uzun uzun gösterecek kadar da toy God’s Own Country. Belki kucaklamak istediği saflığı kendi sinema diline de aktarıp, daha evvel hiç film izlememiş bir yönetmen tarafından çekilmiş hissiyatı yaratılmak istenmiştir kim bilir. Tek emin olduğum kısım, God’s Own Country’nin ucuz bir LGBT yemi olduğu. Sonuna en meşhur gay sanatçılardan birinin şarkısını koyup hâlâ anlamayanların kör gözüne parmağını sokacak kadar da aymaz ayrıca.
Fesat Mukayese: Shaun the Sheep Movie > God’s Own Country

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version