Yönetmen: Alex Garland | Oyuncular: Natalie Portman, Jennifer Jason Leigh, Gina Rodriguez, Tessa Thompson, Tuva Novotny, Oscar Isaac, Benedict Wong, Sonoya Mizuno, David Gyasi | Senaryo: Alex Garland (uyarlama), Jeff VanderMeer (roman) | 115 dakika | Drama, Bilimkurgu, Macera
Paramount’un ilk test gösterimi sonrası “çok entelektüel” (gülerler) ve “çok karmaşık” (göz devirirler) bulunması sebebiyle Netflix’e pasladığı Annihilation, bilimkurgu türünün yeni nesil temsilcileriyle düştüğü çukurdan kolay kolay çıkamayacağının son işaretçisi. 28 Days Later, Sunshine, Never Let Me Go senaryolarındaki imzası haricinde Ex Machina’da da yönetmenlik koltuğuna oturan Alex Garland kelli felli bir filmografi inşa ederken moda olanları takip etmek yerine öncü olduğu janrda sündürülmüş ne varsa hepsini bir bohçaya tıkıyor ve hedef izleyicisinden merhamet dileniyor. Çünkü önceki işlerinin lüks sayılabilecek hizmet anlayışına kıyasla Annihilation self servis çalışan, kötü yazılmış ve kötü oynanmış, iki saati bulan maskaralığının sadece son çeyreğine yetecek bütçesini eşit dağıtamayan, mantık hatalarını kurutup ipe dizmiş bir ayıraç. Araklanmış fikirlerini (araklamakta sorun yok, mesele arakladıklarına yeni anlamlar kazandıramamasında) itinayla teşhir etmeden evvel bir çıkış noktası bulmaya bile gayret edilmemiş. Gidenin dönmediği, dönse de benliğini bulamadığı, dünya üzerine konuşlanmış balondan bir evrende – bu balon tanımlaması filmin bütününe bir metafor olarak da alınabilir pekâlâ – yalnızlığını unutmaya çalışan, kişisel yolculuğu uğruna filme “renk” katsın diye kadroya alınmış karakterlere köpek maması muamelesi yapan ana karakteriyle iyi bakılmadığı için plastik bitkilerle yamanmış arka bahçede evcilik oyunu izletiyor esasında. Yok oluşumuz, kendimizi daha az tehlikeli birincil habitatımızda bile tüm sarmaşıklardan korumamıza rağmen öz yıkımımızın kitabını yazmamız gibi bir yerden yapılan okumalar takdire şayan. Bu bir anlamda Garland’ın pek de akıllı sayılmayacak filminde seyircisinin onun bilmem kaç ayda uyarladığı senaryodan bile daha iyi zihin egzersizi yapabildiğini kanıtlamakta. Ama bu kaygılı, vay insanoğlunun hâline telaşının süslenmeye ihtiyacı var. Hikâye anlatma sanatı eğilip bükülmeye razı olsa da bari işi adabına uydurup, ana karakterine kabul edilebilir motivasyonlar yükleyebilseymiş diyor insan. Alien’ın storyboard‘undan tek bir satıra dokunulmadan alınmış iskelet öyküde allahtan bozma ana karakterin tüm serüveni tek bir çizik almadan tamamlamasını geçtim, Youtube gibi mecralarda ve iTunes benzeri tempo bazlı görselleştirici kullanan programlarda kolayca elde edebileceğiniz son 10 dakikadaki vasatın biraz üstündeki görsel oyunu için böyle aptal yerine konulmayı hak etmediğimize inanıyorum. Tabii ne var? Aklıselim olduğuna inanmak istediğim, internetin ücra köşelerinden doldurduğu mazotla çalışan izleyici optik illüzyonlara doyamadığı bir noktaya geldi. Daha bundan iki yıl evvel, Arrival isimli efekt oyununun, içler acısı senaryosuna rağmen afiyetle yendiğine şahit olduk. İşin kötüsü, Arrival en azından daha evrensel bir histen dem vurup, besleyenin büyütenin kendinden sonraki nesillere iyi bir gelecek teslim etmesi ve insanı doğadaki tüm canlılardan ayıranın duygusal zekası olması üzerinden yürüyor. Buradaki mikro tümevarımın ise gerçek hayattaki karşılığı bir dakika bile kafa yorulmayacak cinsten. Yalnız böyle düşününce de Annihilation’ı, kendi sezonunda “en iyiler” arasında kabul etmesine çılgınca karşı çıktığım bir filmin artılarını görebilmemi sağladığı için tebrik etmek istedim. Gelen gideni aratır derler ya, işte tam olarak durumum bu. Fesat Mukayese: RHS Chelsea Flower Show > Annihilation