Geçtiğimiz sezon tamı tamına 52, ondan önceki sezonda da 55 televizyon projesi hakkında yazılar karalamışım. Bu sene ise Yan Odadan Filmler’in derdine düşüp neredeyse her diziyi es geçtim. Kasım’da finalini yapmış, ama hakkında bir şeyler söylemek istediğim yapımlar bile var. Dolayısıyla eski Oscar Boy geleneklerinden Tembelin Günlüğü’nün formatını alıp ekrana tamamen veda etmişler ve pek bayılmadığımdan kısa kesmek istediklerim için bir parti düzenleyelim istiyorum. Parti dediğim de sırf çeneden ibaret işte, anlayın. One, two, ready, go!
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
VICE PRINCIPALS (2. Sezon)
İlk sezonun her karaktere eşit ekran süresi tanımak isteyen pasaklılığından sonra ikinci sezonun tamamen Danny McBride’ın canlandırdığı Neal Gamby’e odaklanan akışı pek iyi geldi Vice Principals’a. Yeteri kadar izleyiciye ulaşamamış komedilerden bir şansı en çok hak eden yapım olsa da HBO’nun düşük reytingler sebebiyle, hikâye de çok tükenmeden veda ettirmesine sesimi çıkaramıyorum. Yalnız şu gözler Kimberly Hebert Gregory’nin biraz daha çıldırdığını görmek, Walton Goggins’in komedide yaptığı egzersizleri hayranlıkla izlemek isterdi. Bana sorarsanız, bir büyük başarısı da dolaylı yoldan ABD’deki eğitim sistemini tiye alıyor oluşu. Bir de adamların hiç çekinmeden, ülkenin güneyinde kalan herkese salt geri zekâlı muamelesi yapmasını hayranlıkla takip ediyorum. Eleştiri, hür düşünce özgürlüğünde sınırları yok. Muasır medeniyetler seviyesi dedikleri bu olsa gerek. MVP: Danny McBride
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
THE MINDY PROJECT (6. Sezon)
Ortalama bir ofis komedisi olarak başladığı yayın hayatına sonraki sezonlarda doksanların tüm romantik komedilerinden aldığı ilhamla bol referanslı bir TV harikasına dönüşen The Mindy Project, kadrosundan birileri ayrıldıkça çok da kan kaybetti esasında. Mindy Kaling ile birlikte diziyi ayakta tutan Chris Messina’nın buradaki rolünü film kanadındaki işleri sebebiyle askıya alması da tuz biber oldu. Son sezonun neredeyse her bölümü bir facia ve aynı zamanda da dizinin daha önce denediklerinin kötü birer tekrarı. Fox ile başlayıp Hulu’da devam eden yolculuğunda, kadın merkezli öyküsünün bir POC tarafından yazılıp oynanması haricinde pek bir esprisi kalmadı kısacası finale doğru. Dolayısıyla altıncı sezona yokmuş gibi varsayıp önceki sezonlarda yarattığı kalp kırıklıklarıyla hatırlamak istiyorum ben Mindy’i. Malum hep beraber Danny zamanı güzel gözyaşı dökmüş, nihayet kavuştuklarında da “When you get what you want, but not what you need.” türküleriyle içlenmiştik. MVP: Mindy Kaling
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
YOU’RE THE WORST (4. Sezon)
Sizi bilemeyeceğim, ama ben fena hâlde yoruldum bu modern ilişki ahkâmlarından. FX’in kardeş kanalına (FXX) pek de iyi sayılmayacak reytingleri sebebiyle transfer edilen You’re the Worst, “quirky” (ne yazık ki tam bir Türkçe karşılığı yok) olacağım derken iyice suyunu çıkardı. Seksin, özgüven eksikliğinin, ailevi problemlerin yön verdiği kadın – erkek ilişkilerinde artık bağlanma problemleri, ne istediğini bilmeme, bildiğini sandığın anda çark etme mevzularını döne dolana o kadar çok kullandı ki artık hiçbir çırpınmasına tepki veremiyorum. Karşımızda durmadan çırpınan karakterlerinden ve anti-kahraman gibi davranıp aynı zamanda sempatik olmaya çalışmalarından, bununla birlikte ilgi dilenmelerinden çok ama çok sıkıldım. Hani izleyen 5-10 kişiden biri olduğunuz için övündüğünüz, adı minik hayran kitlesinin dışına taşmamış diziler vardır ya, onlardan biri bile değil artık You’re the Worst. Ortalama gevezelikleriyle terk edilmeyi bekliyor. MVP: Aya Cash
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
LAW & ORDER: TRUE CRIME (1. Sezon)
Kızıp sinirlensek de televizyonda trendler yaratan Ryan Murphy’nin etkisini izlemeye devam ediyoruz. Şimdi de yıllanmış TV dizisi Law & Order’a American Crime Story ile ilham olmuş. True Crime adı altındaki bu yeni antoloji Amerikan tarihinden meşhur cinayetleri ekrana taşımaya devam edecek önümüzdeki yıllarda. Startı da oldukça enteresan bir vakayla, Menendez Kardeşler ile vermişler. Televizyon kraliyetinden Edie Falco’nun ıslatılmak isteyen perukları arz-ı endam eylediği proje, klasik “Kim, neden, nasıl?” sorularını soran o yöntemsel yapımlardan biri gibi başlıyor. Sonrasında ise seyircinin taraf tutması için biraz ısrarlarda bulunarak yolunu kaybediyor; fakat magazinsel değeri haricinde de oldukça enteresan bir vaka olması sebebiyle ilgiyi ayakta tutmayı başardığını inkâr edemiyorum. Yani belki iyi yazılmış demek mümkün değil. Çünkü toplum üzerindeki etkisinden çok hânenin içerisinde olup bitene çok takıntılı True Crime. Yalnız çok çok iyi oynanmış bir dizi. Kadroda bir tane dahi çürük yumurta yok. Menendezler’i canlandıran Gus Halper ve Miles Gaston Villanueva’dan tutan Josh Charles ve Julianne Nicholson gibi duayenlere kadar herkes döktürüyor. MVP: Edie Falco (Leslie Abrahamson)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
SHAMELESS (8. Sezon)
Müstehcenliği sağolsun muhtemelen soft pornoya dahi yükselinmesine sebep olan bir bastırılmışlıkla yetiştirilmiş canım ülkemin canım abazaları tarafından baş tacı edilen Shameless’a da bu hengamede değinmemek olmaz. Komedi ile drama arasında bir denge yakalamışken son birkaç yılını istisnasız hıçkırarak ağlatmaya harcayan Showtime dizisi, eski formuna geri döndü. Neyse ki Gallagher ailesinin dinamiklerinin değişmesi sebebiyle eskisi gibi kakafoni tadında tartışmalar izlemiyoruz. Çocuklar büyüyüp Frank de az buçuk durulunca verdikleri kavgaların cepheleri değişti. Ve bu çil yavrusu gibi dağılma hâlinin de diziye çok iyi geldiğini düşünüyorum açıkçası ben. Çünkü Fiona’nın gönül maceraları ve Frank’in alkol ile paraya olan tarifi imkansız bağlılığıyla geçecek yıllara daha fazla sessiz kalamayacaktık. Şimdilerde maddi manevi sıkıntılarının da ötesinde birey olabilmek adına fena sayılmayacak sınavlar verdiriyor karakterlerine. Daha ne olsun? MVP: Cameron Monaghan
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
CRASHING (2. Sezon)
Bu dizinin varlığından benim haricimde herhangi bir insan evladı haberdar mıdır acaba? ABD’deki komedi sahnesi ile pek ilgili olmamdan ötürü sektörde payı bulunan neredeyse tüm komedyenlerin bir sahnede gözüktüğü Crashing’e çok geç başlamış ve çabucak da tutulmuştum. Yalnız Phoebe Waller-Bridge’in şahanesi ile karıştırılmasın. Bu direkt Pete Holmes adındaki bir komedyenin, devler ligine çıkma mücadelesinde başına gelenlerin iyice sulandırılmış bir anlatımı. O küçük kulüplerde sahne alan ünlü ünsüz herkes de şöyle bir kapısından uğruyor Crashing’in. Absürt mizahını bu mesleği icra edenlerin ortak kaderiyle yoğurmuş ve merkeze de eşinin onu aldattığı adamla ev arkadaşı olacak kadar basiretsiz bir adam kondurmuş. Bol desibelli kahkahalar eşliğinde hazmedilecek bir komedi olmasa da HBO’nun giderek daralan, daha doğrusu dramediye kayan güldürü seçkisinde hoş bir seçenek. Yalnız bu aksilikler treninden ne zaman inecek ve Pete’in biraz olsun büyümesine ne zaman izin verecek diye de merak etmiyor değilim. E bu da can neticede. MVP: Pete Holmes
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
THE CHI (1. Sezon)
Master of None’ın meşhur “Şükran Günü” bölümünü yazan ve buradaki katkısıyla Emmy alan Lena Waithe’i hatırlıyor musunuz? İşte bu hanımefendi, Showtime destekli The Chi’de kendi cemaatinin, tendaşlarının (Yeni Türkçe?) çektiği sıkıntılardan bir potpuri yaparak zamane siyah üstünlüğü anlatısına farkındalığıyla katkıda bulunmak istemiş. Pilot bölümünü hiç de fena bulmamakla birlikte siyahilerin uzun yıllardır sesi kısıldığı için bizzat bu eylemi gerçekleştirenler tarafından denenip tutmamış formüllerle yeni tanışıyor olması, tek bir projeye 100 adet toplumsal sorun sığdırmaya çalışması ve bunun bir noktada Yaprak Dökümü misali buhran müsabakasına dönüşmesi diyecek pek bir şey yok. Ben büyük bir inatla, elbet bir yerde en azından sorunların birkaçını çözerler ve dizinin mesaj verme kaygısı ekonomikleşir diyerek izlemeye devam ettim. Fakat Lena Waithe’in dizisinde bir tek Emrah eksik. Kaldı ki Jason Mitchell acıklı acıklı eğdiği kaşlarıyla bu boşluğu bile doldurmakta. Tek bir artısı var, Moonlight çıkışlı Alex R. Hibbert döktürüyor! MVP: Ntare Guma Mbaho Mwine
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
FRESH OFF THE BOAT (4. Sezon)
Ne yaparsanız yapın, yılda 22-23 bölüm oynayan network komedilerinin sonu genelde hep tekrar oluyor. Fresh Off the Boat da üç senelik anlı şanlı yayın hayatında bu sezon hep cepten çalarak aynı çukura düştü. Önce olumlu taraflarını konuşalım… Dizinin yazarları Randall Park’ın da en az Constance Wu kadar yetenekli olduğunu kavradığı için harika bölümler ve sahneler yazıyor artık Park’ın karakterine. Fakat Modern Family’nin Phil’i hesabı hep aynı damara oynadıkları gerçeğini de kimse değiştiremez. Hudson Yang’in, yani dizinin anlatıcısı konumundaki Eddie’den de yük biraz olsun alındı. Zaten en sıkıcı, bölümün temposunu düşüren öykücüklerin baş kahramanı Eddie. Ve ağırlığın büyük bir kısmının, çocuk oyuncular arasındaki esas yetenek Ian Chen’e verilmesiyle o sarkan bölümlere de çare olundu bir güzel. Ama bunların haricinde önemli bir gelişme yok. Anne yine hırslı, yine hesapçı, yine aileci, yine kuralcı. Baba da hep sakar, hep romantik, hep umutsuz, hep şanssız. Yeter! MVP: Ian Chen
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
THE MICK (2. Sezon)
Ve son olarak The Mick… Hunharca iptal edilen ve birbirinden yetenekli kadrosuna rağmen yayından kaldırılan The Mick’in çılgınlıklarıyla dolup taşmaya ne kadar ihtiyacım vardı halbuki. Fox’un çok izlenmemesine karşın her bölümünde kahkahalara boğan müthiş komedisi, birkaç muazzam bölüm haricinde biraz yerinde saydı bunu kabul ediyorum. Muhtemelen bütçe kısıtlaması sebebiyle gelen lokasyon değişikliğinin dizinin akışına pek iyi davranmadığını düşünüyorum. Fakat Sabrina, Chip ve Ben’in teyzeleriyle büyümeleri sonucunda nasıl yetişkinlere dönüşeceklerini merak ediyordum. Şimdi sadece üç harika genç yetenekle tanışmış olduğumuz için şükrediyorum. Sofia Black-D’Elia, Thomas Barbusca ve hatta minik Jack Stanton’ın bile bundan sonraki projeleri ne olacak hep beraber göreceğiz. Belki böylesine dinamik bir yapımla yolları kesişmez; ama en azından komedide ne kadar başarılı olduklarını gayet iyi kanıtladılar. Kaitlin Olson da It’s Always Sunny in Philadelphia setine dönüp at koşturur artık, ne yapalım? MVP: Kaitlin Olson