Yönetmen: James Foley | Oyuncular: Dakota Johnson, Jamie Dornan, Eric Johnson, Eloise Mumford, Rita Ora, Luke Grimes, Victor Rasuk, Max Martini, Jennifer Ehle, Kim Basinger, Marcia Gay Harden, Bruce Altman, Arielle Kebbel, Callum Keith Rennie, Robinne Le, Brant Daugherty, Amy Price-Francis, Tyler Hoechlin, Ashleigh LaThrop, Fay Masterson, Hiro Kanagawa | Senaryo: Niall Leonard (uyarlama), E.L. James (roman) | 105 dakika | Drama, Romantik, Gerilim, Kahverengi
Çaktırmadan neden bestseller listelerinde yer aldığını asla anlayamadığım deli saçmasının beyazperdedeki tüm yansımalarını tükettim ya, kendime hayret ediyorum. Neyse ki Kristen Stewart’tan sonra Hollywood’un yeni mimiksiz Tumblr divası olmaya hazırlanan Dakota Johnson ve modellik kariyerini askıya alıp oyunculuğa geçiş yapan Jamie Dornan’ı buluşturmuş Fifty Shades serisi sona eriyor. Ve üçlemenin kanlı canlı IQ testi özelliği taşıyan önceki instalasyonlarının mirasına da saygı duyarak yine mantık çerçevesinde her şeyin arpalama motivasyonlu olduğu, tabir-i caizse, aptalca bir senaryoyla yapıyoruz bu vedayı. Yani en azından turnusolluk kulvarında kimselerin eline su dökemediğine ve bir şekilde tutarlı olduğuna alkış tutulabilir. Açıkçası E.L. James hanımefendinin kitaplarından uyarlanan bu orta yaş rüyasından nefret etmenin bile bir zevk verdiğini söyleyemiyorum; çünkü aklı başında, Edi’yle Büdü’yü mukayese edebilen her izleyicinin üç aşağı beş yukarı benzer tepkiler verdiği, üretilmesinin arkasındaki güdüyü kati surette çözemediği bir proje bu. BDSM’in yaş kısıtlaması gelmesin diye soft pornoya evrildiği, ten tene değsin diye dağları delen, ovaları aşan, evine oyuncaklı zindanlar yaptıran esas oğlanın bir anda aşkın kollarına düştüğü filmde neredeyse yeni Türkiye’nin ATV’si tarafından yapılmış bir yaz dizisi gibi çünkü her şey. Kaldı ki üçüncü dünya ülkelerinin “Zengin koca bul, tüm sorunların çözülsün.” kafa yapısına da hizmet eden bir genç kız rüyası pazarlanıyor zaten. Dolayısıyla bunca benzerlikten ortaya hunharca sevişip, bir hiç uğruna dudak büken bir çift çıkmasını da hoş karşılamak gerek galiba. Fifty Shades Freed’i E.L. James’in bu noktaya kadar kat ettiği yoldan ayrı bir değerlendirmeye tabi tutmanın bile bir manası olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Bu sefer evlenmiş, çocuk sohbeti yapan, eskiye göre daha çok sevişen, ama yine dünyanın her yerinde drama severlik (a.k.a. Kezban Kezbanovalık) olarak tabir edilen nazla oradan oraya koşturuyoruz. Araya biraz heyecan serpiştirilmek istenmiş. Çünkü filmdeki tüm erkek karakterlerin bir saplantı hâline getirdiği kızımız tabii ki de yine pazarda adam ağzı görmeden sevişen Christian Grey’in görüş alanından çıkarak yüksek güvenlik önlemleri alınmış her tesise uluslararası bir suçluymuş gibi girebiliyor. Yani nasıl anlatsam bilmiyorum… Tekstin süzgeci andırmayan tek bir sayfası yok. Embesil, kafasız, ahmakça gibi kelimeleri de kullanmaktan olabildiğince kaçınmak istiyorum; fakat izin vermiyor işte. Kendimi ille de zorlayıp, en azından bir konuda övgü yağdıracaksam müzik kullanımında Fifty Shades’in asla hayal kırıklığına uğratmadığını söyleyebilirim. Enstrümental parçalar konusunda Lifetime filmlerini aratmayan melodilerine tabii ki de tahammülüm yok. Ama Liam Payne’den Dua Lipa’ya, yeni jenerasyonun pop starlarını bu maskaralığa parça armağan etmeye ikna edebilmişler. Ne de olsa, bizim ülkemizde nüfusları pek yüksek değil fakat, Amerika’da Fifty Shades damgalı her şeye para saçan bir güruh mevcut. Kaldı ki ilk filmden The Weeknd’in “Earned It” isimli parçası da Oscar’a aday olmuştu. En azından buna yarıyor diyerek, perdenin Fifty Shades’den kurtuluşuna içelim şimdi. Hadi kadehler havaya! Fesat Mukayese: Love > Fifty Shades Freed