Yönetmen: Elijah Bynum | Oyuncular: Timothée Chalamet, Maika Monroe, Alex Rose, Thomas Jane, Maia Mitchell, Emory Cohen, William Fichtner, Jack Kesy | Senaryo: Elijah Bynum | 107 dakika | Drama
Jennifer Lawrence’ın büyüsüne kapıldığımız ilk zamanlarda sırf heyecan verici bir kariyerin başlangıcına şahit oluyoruz diye bir gazla House at the End of the Street’i izlediğimi hatırlıyorum. Ama anlaşılan aradan yıllar geçmiş ve ben akıllanmamışım bu acı deneyime rağmen. Şimdi de Call Me by Your Name ile yörüngesine takıldığımız Timothée Chalamet ne yapmış diye, bağımsız Amerikan sinemasının yeni kalesi A24’un dağıtımcılığını üstlendiği Hot Summer Nights için geçtim ekran karşısına. 2016’da California, Nevada, Maine ve Massachussettes gibi dört büyük eyalette kenevir kullanımının yasallaştırılmasıyla birlikte tekrardan eğlence sektörünün kilit espri malzemelerinden birine dönüştü yaramazlık yaptıran otlar. Martha Stewart’la Snoop Dogg’u buluşturan realite şovdan tutun da tüm sohbet programlarının açılış monologlarına kadar sabah akşam yüksek diyarlarda yapılan gezileri dinliyoruz. Hot Summer Nights da alt tür olarak ele alınabilecek stoner dramaların yıllanmış klişeleriyle eli yüzü düzgün bir gençlik filmi yaratmaya çalışıyor. Kaosu olduğu gibi kucaklayan, betona çakılmadan ayağa kalkabilen tek bir karakterin bulunmadığı, tüm erillerin dişilerle buluşturulduğu bir düzenek içerisinde hem de. Filme dair tüm pozitif izlenimlerimin “Aaa ne güzel, demek ki Chalamet sadece Elio ile sınırlı kalmayacak. Bu rolde bir an olsun minik Eliomuz’u görmedim.” ile sınırlı olması beni de üzüyor; fakat uyuşturan yeşillerle muhattabın sırf paranoya ve şehvetle sınırlı olduğunu düşünerek zaten Hot Summer Nights kendi kuyusunu kendi kazmakta. Cape Cod burnunun manzarasını arka planına alarak -neredeyse- belgesel tarzındaki virgüllü güzergâhı ve dozunu kaçırdığı anlatıcısıyla Hot Summer Nights’ın ekranın diğer tarafına geçirebildiği boğan sıcaklığın kalanı doldurulmaya hiç çalışılmamış. Şans eseri bölgenin afili torbacısıyla kurulan bir dostluk, bu torbacının disfonksiyonel bir ilişkiye sahip olduğu kızkardeşiyle kesişen yollar ve nihayetinde topraktan kan fışkırtan, hayal kırıklıklarının sponsorluğunda kötü bir final. Öyle ki dramatik bir yere sürüklendiğimize sadece 13 yaşındaki dış sesin öyküyü ballandırarak anlatması sebebiyle ikna oluyoruz. Yoksa cinsiyetçi dilinin, karizma yoksunluğu çeken kötü adamının ve Chalamet haricinde kadronun seksenlerden kalma kötü bir soft pornoda oynuyormuş gibi hareket etmesinin olur bir tarafı yok. Tüm eksilerine rağmen kurduğu fanteziyi satın almış olmama da şaşıyorum aslında. Belki çok Marlon Brando ve James Dean izlemiş Alex Roe’nun, belki de serkeş olana zaaflı yönetmen Elijah Bynum’un tüm esin kaynaklarından VHS kasetinde izlemeye layık, nostaljik etkisi sanıldığından büyük bir kargaşa yaratmasındandır bu. Hormonların kontrol ettiği güdülerle içine daldığı uçsuz bucaksız, ergenlik denilen puslu aralıkta tüm tehlikeleri saniyelik bir rahatlama anı için göze alışı da ellilerden başına buyrukluğu, yetmişlerden katarsisleri, doksanlardan renkleri çalan formüle karşın istediği etkiyi yaratabiliyor. Bunun yerine izlenecek pek çok şey var, neden vaktimi senin bile beğenmek için bir taraflarından sebepler uydurduğun filme harcayayım diyorsanız da cevap belli: Timothée Chalamet. Beautiful Boy ile gelmesi muhtemel Oscar’a hazırlık olur, fena mı? Fesat Mukayese: Hot Summer Nights > Twitter’da boşa harcanacak iki saat (Neden Twitter? Çünkü Chalamet sevmeyen Törkiş film ahalisi bu mezbahada ikamet ediyor.)
Emre Saydam
8 Ağustos 2018 at 20:26
Bence bu film tam anlamıyla koca bir F sebebi anlatıyımı
KLİŞE
ÇOK KLİŞE
ÇOK ÇOK KLİŞE