Yönetmen: Lynne Ramsay | Oyuncular: Joaquin Phoenix, Ekaterina Samsonov, Alex Manette, John Dorman, Judith Roberts, Alessandro Nivola | Senaryo: Jonathan Ames (kitap), Lynne Ramsay (uyarlama) | 89 dakika | Drama, Gerilim
Joaquin Phoenix’in 2017 Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kucakladığı, Filmekimi’ne uğrayacak iken son anda esas dağıtımcısı tarafından pazardan çekilip gösterimleri ertelenen You Were Never Really Here’la sonunda buluştuk! Bu geç kavuşmanın Taxi Driver referanslarıyla anılan, kaçırılıp seks yapmaya zorlanan genç kadınları kurtarmayı misyon edinmiş kapüşonlu kahramanıyla iyi anlaşabilmiş olmayı çok isterdim; fakat 2013 tarihli Jonathan Ames kitabından beyazperdeye adapte edilen hikâyenin başı sonu epey kurak. Anlatım üslubunu çoğunlukla görsel anlamda, belki cafcaflı değil ama, doyurucu bir atmosfer (hatta simetri takıntısı) etrafında oluşturan Lynne Ramsay, kasıtlı olarak baskıcı ve anlaşılmaz bir resim çiziyor yine. Jonny Greenwood’un manipülasyona meyilli müzikleri eşliğinde, keskin ses efektlerini de sos diye üzerine sıkıp ilhamlarına cömert davranan bir modern hayat tuvali üzerinde hareket ediyor. Farkına vardığınız bir kötü adam yok, herkesin akı karası birbirine karışmış. Ama tabii amaçsız şiddet, manevi anlamda çorak bir baş karakterle yine entelektüel bir çöp yaratmış ister istemez Ramsay. You Were Never Really Here’ın başlangıç noktasıyla “sinefil” zaaflarını sömürdüğü finali arasında çok büyük bir mesafe kat edilmemesine rağmen bolca yakın çekim, trafik ışıklarının boğduğu odağını kaybetmiş sahneler ve güvenlik kameralarıyla sınırlanan grafik anlar seyirciyi kandırarak finale sürüklemeye çalışıyor. Tek notaya takılmış anlatısının başka bir marifeti de yok açıkçası. Ismarlama estetiğinin fazlaca uzatılmış video klip serseriliği içerisinde zaten ne gölgede kalan devlet adamlarına, ne yeraltında iş gören karanlığa, ne de rahatlık duygusundan epeyce yoksun paranoyasına merak salmak mümkün. Durmadan çığlık atan koca bir provokasyon âdeta. Kasvetli varoluş sancıları, melankoliyle bütünleştirmeye gayret ettiği klostrofobisi o kadar sinsi, o kadar boş ki… Sinemayla ilgili nefret ettiğim tüm homurdanmalar tek bir filme toparlanmış sanırsınız. Siyaha, lacivertin en koyusuna, kahverengiye, ve kör eden sarılara bulanmış bir eziyet. Üçüncü dünya ülkelerindeki sinemaların bir türlü sorunlarını tamamlayamadığı devlet kavramıyla da uzaktan cilveleşip duruyor tüm bu süreç içerisinde. Sonuç? Yine sıfır. Öyle ki Ramsay’in geçmişine tekrardan bir göz atma isteği uyandırdı bu pasaklı gerçek – düş kokteyli. Benzer numarala aldandığım bir boşluk mu itti beni yönetmenin sinemasından hoşlanmaya, yoksa tek hıçkırık You Were Never Really Here mı, gerçekten bilmek istiyorum. Joaquin Phoenix’in de aldığı oyunculuk ödülüyle büyük problemlerim olduğunu dile getirmem gerek. İlk kez ekran dışı personasının rolün gerektirdikleriyle bu kadar birbirine karıştığını görüyorum. Bu da pop psikoloji çıkarımlarıyla bilek kestiren filmdeki güya doğalcı oyununu katlanılmaz kılıyor. Ordu, FBI, savaş anahtar kelimeleriyle havaya ateş eden, alkollü bir gecenin susuz sabahında görülen kabusu andıran filmler size uyuyorsa önden buyurun. Ben parçaları bir anlam teşkil eden, ele aldığı meselenin ağırlığı altında ezilmeyen tekstlere ve yönetmenlere vakit ayırmaya devam edeceğim. Fesat Mukayese: This Is Where I Leave You > You Were Never Really Here