Eleştiri

Disobedience

Yayınlandı

on

Yönetmen: Sebastian Lelio | Oyuncular: Rachel Weisz, Rachel McAdams, Alessandra Nivola, Anton Lesser, Bernice Stegers, Allan Corduner, Nicholas Woodeson, Liza Sadovy, Clara Francis, Mark Stobbart, Caroline Gruber, Alexis Zegerman | Senaryo: Naomi Alderman (roman), Sebastian Lelio, Rebecca Lenkiewicz (uyarlama) | 114 dakika | Drama, Romantik

Babasının ölüm haberini aldıktan sonra Ortodoks Yahudi ailesinin yanına, Kuzey Londra’nın din safsatalarından daha soğuk köşesine geri dönen Ronit’le açılıyor Disobedience. İtaatsiz olanı tepelemek yerine sepetleyen cemaatiyle tekrar aynı havayı solumak zorunda kalması sonucunda, cesaret edemediklerinden sebep hayal kırıklıklarına ve büyük korkularına da geri dönmüş oluyor inançları temelden sarsılmış ana karakterimiz. Naomi Alderman’ın romanından uyarlama öykü zaten itikat kaynaklı çarpışmaların modern bir yorumunu yapmaya çalışıyor. Gerçi esas metinin amacından da pek emin değiliz. Çünkü iki kadın arasındaki yoğun ve sözde kompleks çekimi merkezine konduran filmin bir Halil Sezai şarkısı kadar bile değeri olmayan iman isyanında ısrarlı bir ifade kıtlığı mevcut. Filmin gelmeye çalıştığı tek bir nokta var, o da ağız ağıza, diz dize iki kadın. Mutlak mutsuzlukları, kanatlarının kırılmış olması, geçtim cinsiyetlerini birey olarak kaybettikleri güç öyle geri plana atılmış ki… Tüm bu titiz, “Tanrım izin vermeden asla.” yasakları meseleyi daha da ilginç kılabilmek adına öylesine serpiştirilmiş etrafa. Duygusal anlamda yatırım yapmanızı isteyip olağanüstü frijitliğiyle etrafta salınan bir sevgili edasında kendini kaybediyor. Sorunlarına merhem olacakmış gibi muamele ettiği tükürük alışverişine çıkan yokuşta da bu sebepler sağolsun, seyircisinin ilgisini tamamen kaybediyor. “Kıt” tanımına dönecek olursak… Dünyanın neresine giderseniz gidin müritlerini at gözlüğü ile kutsayan her düşünce akımında olduğu gibi pasifleştirici baskı burada da hakim. Ama Disobedience’ın bunun üzerine koyabildiğini, keşife çıktığı yeni bir toprakla muhattap ettiği iddiasında bulunmak Charlie Brown’ın öğretmeni konuşmuşçasına yersiz bir laf kalabalığı olur. Beni üzen taraf, Şili çıkışlı yönetmen Sebastian Lelio’nun gözle görülür düşüşü. Gloria’nın eşsiz hamlığından sonra ne A Fantastic Woman ismindeki ısmarlama politik doğruculuk, ne de Disobedience adındaki ikna edebilmek uğruna bin takla atan seküler enkazın kabul edilebilir bir tarafı yok. İşin garibi kaleminin değdiği her senaryoyla kredisini benim nezdimde harcarken, uluslararası platformlarda değeri durmadan artıyor. Yalnız varoluşsal sancıları ile boğuşan iki kadın rolünü teslim ettiği Rachel Weisz ve Rachel McAdams hanımefendilerin metafizik sınırlarını aşan berbat performansları konusunda dünyanın geri kalanıyla hemfikirizdir diye umuyorum. Biraz da aralarında organik bir şekilde asla kurulamayacak kimyanın, Disobedience’dan alıp götürdüğü pek çok şey olduğunu kabul etmek gerek. Tamam, senaryo ağır yük taklidi yapan tonla balon diyaloga ev sahipliği yapıyor. Evet, katarsislerin zorlama bir sevişme sahnesine bağlanmasının da affedilebilir bir tarafı yok. Ama neden bilmem, inatla tüm irinimi iki Rachel’a akıtmak istiyorum. Bir tarafta kariyerini sırf estetik durabilmek üzerine şekillendirmiş bir yıldız, diğer tarafta da yer aldığı filmlerin beşinci dakikasında yolunu kaybeden bir başka aktris olunca ne beyazla grinin vals ettiği odalar, ne de ağırlık yapsın diye bileğine kiloluk betonarme bağlanmış davaların bir değeri olmuyor.
Fesat Mukayese: Böyle Mi Olacaktı? > Disobedience

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version