Yönetmen: Roar Uthaug | Oyuncular: Alicia Vikander, Dominic West, Walton Goggins, Daniel Wu, Kristin Scott Thomas, Derek Jacobi, Nick Frost, Jaime Winstone, Hannah John-Kamen, Antonio Aakeel, Duncan Airlie James | Senaryo: Evan Daugherty, Geneva Robertson-Dworet, Alastair Siddons (uyarlama), Crystal Dynamics (oyun) | 118 dakika | Aksiyon, Macera, Fantastik
Windows 95’ten korkmaz iken demolarıyla yeşillendiğimiz bilgisayar oyunu Tomb Raider, vaktizamanında Angelina Jolie’li bir (hatta tutunca ikincisini de ısmarlayıverdiler) versiyonla sinemalarımıza konuk olmuştu. Öyle ki yağmurluk kumaşından dikilmiş, mayodan bozma tulumuyla Sinema dergisinin kapağında parıldadığını bile hatırlıyorum köfte dudaklı Lara Croft’ın. Uyarlamanın yeniden çevriminin dirilişinin adaptasyonunun (oeh) bir kez daha uyarlanmasından rafları dolduracak yeni bir ürün çıkarmaya, sütü sağa sağa değirmen kurutmaya bayılan Hollywood, hazır kadınları güçlendiriyoruz derken bu oyundan perdeye transfer olmuş karakteri de tekrardan karşımıza çıkarıyor. Yalnız bu versiyonda Angelina’nın imajıyla örtüşen orijinal Lara yerine 2013’te zamana ayak uydurmuş yeni nesil Tomb Raider’ın etkileri hissedilmekte. Ana karakterimize bir kırılganlık eklenmiş, o düz duvarı tırmanan Amazon kadınının yerini daha inandırıcı, hevesli, zeki ve genç bir kadın almış. Ve tabii hazır modifiye etmişken bir de orijin öyküsünü eklemişler metinin bir yerine. Hâl böyle olunca da alışmış kudurmuştan beter derler ya, bir kalemde silip atması kolay oluyor içinde bulunduğumuz sinema yılında gösterime giren Tomb Raider’ı. Bizim nesilin ezberlediklerini unutturan bir evrene adım atıyoruz çünkü. Tamam yine tapınaklar, üstün tarih bilgisi, kıvrak zekâ ve temel dövüş teknikleri yerinde. Yalnız tüm parçaları birbirine bağlayan kadının toyluğu bir yabancılık yaratıyor. Hâlbuki senaryo tasarlanırken Alicia Vikander’a teslim edilen Lara Croft’ı yeniden inşa ettiklerini ısrarla hatırlatmaya çalışıyor franchise‘ın yeni sahipleri. Bu da bir kız çocuğu, üstelik hayatta en çok değer verdiği insanın kaybıyla sınanmış biri diyor. Kostüm departmanında Croft’ın ciddiye alınması için sarf edilmiş efordan hiç bahsetmiyorum bile. Taytlarla et parçasına dönüştürmek yerine, hareket kabiliyetini sınırlayan kılıkları doğaüstü güçleri olanlara bırakayım, benim yaptıklarım nasıl göründüğümden daha mühim diyor. Ama müşkülpesentlik etmemize sebep olacak o kadar çok şeye tanıklık etmişiz ki bir türlü ikna olamıyoruz bu role Vikander eşliğinde getirilen yoruma. Sorun sadece görsel hafızamızdan, nostalji sevdamızdan kaynaklı da değil. Cılız macerasının davetkâr bir katmanı yok. Ne sonunu tahmin ettiğimiz babanın hikâyeye girişiyle doyuyoruz, ne motivasyon eksikliği çeken kötü karakterini kızıp ekrana doğru hadi kızım, alt et şu herifi çığlıkları atıyoruz. Cetvelle çizilmiş bir düzine olay, üzerine geçmiş ve bugünle hesaplaşma, bunlar yetmezmiş gibi bir de olası devam filmlerine göz kırpan tembel işi bir final… Bu mu yani? Piksel kusturan görselleri sağolsun, bir nesili göz hastalıklarıyla tanıştıran Tomb Raider’a böyle mi selam çakacaktık? Hani birini çok seversiniz, sonra artık kim bilir hangi sebepten araya dağlar girer, özlemiyle kavrulup yıllar sonra kavuşursunuz, ama ağzınızda kekremsi bir tat kalır ya… Durup sorarsınız kendinize acaba hep mi böyleydi, yoksa o mu değişti diye. İşte 2018’in Lara Croft’ı için de tam olarak bunu hissediyorum. Çocuktuk be gülüm, çocuktuk çocuk. Fesat Mukayese: Temple Run > Tomb Raider