Yönetmen: Kevin Macdonald | 120 dakika | Belgesel, Biyografi
Oscar Boy’dan film içeriğini tamamen çekip sadece televizyon yazsam ne güzel olur demeçlerim bir gün sonlanırsa blogu ve hayatımın kalanını belgesellere adama ihtimalim de mevcut. Bir de bu sene belgesel sevdamı iyice kucaklayıp yıl sonunu beklemeden harekete geçme kararı almamla birlikte iyice açıldım, açıldıkça saçıldım. Filmekimi programından Torrentekimi seçkisine transfer olan Whitney de tam üstüne denk gelmiş oldu. Adı sebebiyle insanın aklına direkt 20. yüzyılın gördüğü en iyi kadın vokalist Whitney Houston’ı getiren yapım ünlü şarkıcıyı çocukluğundan ölümüne kadar yakınlarının ağzından dinleme fırsatı yakaladığımız tipik bir biyografi. Kurallı, Whitney’nin hayatındaki bütün önemli detaylara ve insanlara sırayla değinen bir anlatı. Kronolojik sırayı da takip ederek bu geleneksel havasını her şekilde koruyor. Sorduğu sorular oldukça basit: Whitney’in yeteneği doğuştan mıydı? Şan şöhret onu ne kadar değiştirdi? Ve en nihayetinde ölümüne sebep olan uyuşturucuya bulaşmasındaki etkenler nelerdi? Fakat bu kadar özel bir hayat hikâyesini ekrana taşıyor olmasına rağmen etki alanını büyütmeye çalışmıyor kameranın arkasındaki Kevin Macdonald. Filmin bir nevi kırılma noktası sayılabilecek sır açığa çıktığında bu tür taciz vakalarının uzun vadede yarattığı psikolojik sonuçları sorgulamaya girişmiyor. Siyahi bir şarkıcı olarak çocukluğunda yeteri kadar kara olmamakla ezilen Nippy’nin (ailesinin Whitney’e seslenme şekli), büyüdüğünde de bembeyaz bir pop dünyasında yükselmeye çalışırken nelerle karşılaştığını göstererek daha büyük sualler yöneltmeye yeltenmiyor. Odağı sade ve sadece eşi benzeri asla gelmeyecek efsanevi diva. Ve Macdonald öyle hayran ki anlattığı bu yıldıza, medyanın pek üzerine düşmediği, daha doğrusu öncesini sorgulamadığı bağımlılığını anlatacağı kısma hazırlıyor sadece kendini. Filmin daha ilk dakikalarında olası teorilerinden birini kucağımıza bırakıp finale kadar pek çok seçenek sunuyor önümüze. Whitney’nin şeytanlarıyla baş başa kalmasına annesinin baskısı mı, babasının para hırsı mı, Bobby Brown’ın kıskançlığı mı, cinsel kimliğini bir türlü keşfedememesi mi neden oldu derken bakıyoruz ki tüm anlatı bu soru üzerine şekillendirilmiş. Dolayısıyla Houston’ın mirasına ilgi duymayan bir izleyici için bu belgeselden zevk almak epeyce güç olacaktır. Tabii ben VH1 Divas Live kuşağının bir parçası olduğumdan Whitney’den Aretha’ya, Celine’den Mariah’ya, Barbra’dan Bette’ye kadar herkese aç olduğum için bu hayat öyküsünü de gözlerim yaşlana yaşlana hem keder, hem de zevkle izledim. Kabul ediyorum, bir Hallmark kolaycılığı yok değil. Fakat ekranın bir köşesine yılı not etmeden ufak tefek görüntülerle hangi zaman aralığını anlatmaya çalıştığını hatırlatması ve Whitney’nin annesi Cissy’i günah keçisi ilan etmemesi bana pek iyi geldi. Basından sakınılan kızının kaderi de açık edildiğinde artık göz pınarlarım kurumuştu zaten. Artık bir sonraki takıntımı bulana kadar başa sarıp sarıp “So Emotional”, “I Have Nothing”, “Greatest Love of All” dinlerim, ne yapayım? Festival sırasında beni kulaklıkla, gözlerim yaşlı yakalarsanız sistemimden The Bodyguard soundtrack’ini atmama da yardımcı olursanız sevinirim. Fesat Mukayese: Chris Brown > Bobby Brown