Yönetmen: Aneesh Chaganty | Oyuncular: John Cho, Michelle La, Debra Messing, Sara Sohn, Joseph Lee, Steven Michael Eich, Ric Sarabia, Sean O’Bryan, Kya Dawn Lau, Megan Liu, Alex Jayne Go | Senaryo: Aneesh Chaganty, Sev Ohanian | 102 dakika | Drama, Gerilim
Birkaç SNL skeci, Web Therapy ile başlayan akım ve hatta Modern Family’nin sırf Emmy için yapılmış “Hailey nerede?” bölümü… Bir gün bilgisayar ekranını kayıda almak suretiyle oluşturulan bu teknoloji güzellemeleri bir alt türe dönüşürse şaşırmayacağım. John Cho’nun performansıyla öne çıkan ve Sundance’teki başarıyla sonlanan prömiyerinden sekiz ay sonra sessiz sedasız sinemalarımıza da uğrayan Searching, bahsini ettiğim anlatım üslubunu sonuna kadar kullanıyor. Filmin tamamı, David isimli ana karakterimizin bilgisayar ekranında geçmekte. Hatta nostaljinin en âlâsını yaşatarak Windows’tan Macintosh’a evrilişimizle açıyor perdeyi. Bir taraftan da Pixar’ın Up’ı misali önsözünü oluşturuyor ve David’in eşi kansere yenik düştükten sonra kızına tek başına ebeveynlik yapmak zorunda kalan bir baba olduğunu aktarıp esas hikâyeye giriş yapıyor. Sonrasında ise 16 yaşındaki genç kızın kaybolması ve babasının her türlü sosyal medya hesabını, teknolojinin bireylere sunduğu ufak dedektifçilik imkânlarını kullanarak kızına ulaşma çabasını izliyoruz. Panik ile umutsuzluk bağları arasında moral bozucu bir gelgitin izini sürüyor kısacası Searching. Ama bunu başarıyla mı yapıyor pek emin değilim. Dışarıdan çok orijinal gözükmesine rağmen kısa sürede eskiyen fikri zaten başlangıç noktasında sihirini kaybediyor. Film, ne yazık ki ilerleyebilmek ve öyküye katmanlar ekleyebilmek adına David’in paranoyaklaştığı ve neden bilinmez odaya gizli kameralar yerleştirerek erkek kardeşini sorguya aldığı kısıma kadar kabul edilebilirliğini muhafaza etse de kısa sürede çingene çeyizine dönüşüyor. Hele ki Razzie ile taçlandırmalık bir oyun sunan Debra Messing de komplo teorilerine yeni anlamlandıran kazandıran karakteriyle arz-ı endam edince geriye pek bir malzeme de kalmıyor hâliyle. Dolayısıyla yapabildiklerinden ziyade yapamadıklarının hesabını tutabiliyorum Searching’in. Mesela tüm bu hengamede her türlü sosyal medya platformunu kullanıp, kalabalıklar içerisindeki yalnızlığımızı dışarıdan değil içeriden bir gözle anlatırken ilgisini bir anda kaybedip daha gizemli olan tarafa, cinayete, katile, kurbana kaptırıyor gönlünü. Hayır öyle bir çağa geldik ki çünkü, parlak fikirlerle dünyamıza giren Black Mirror bile bir babaanne edasıyla tembih çeker oldu milyonlara. Dolayısıyla yönetmen/senarist Aneesh Chaganty’nin yolunu kısa sürede kaybetmesi tüm mesajı yaralıyor. Komutla çalışmasına rağmen hayatlarımıza hükmeden cihazların eşliğinde linç kültürünün de hakkından gelecek, bilhassa genç jenerasyonun kendi eylemlerinin sorumluluklarını almamasını yetiştiriliş biçimlerine bağlayacak, yine aynı kalabalığın sansasyondan beslenebilmek adına riyakarlıktan kaçınmamasıyla dalga geçecek derken bayat bir twist‘i bırakıveriyor önümüze. Kalanı da kabahat üstüne kabahat, ajitasyonla kavrulmuş bir 21. yüzyıl mırıltısı zaten. Neresini sevip okşasak? Üçüncü nesil Koreli-Amerikalı bir genç kızın aidiyet problemlerini travmalarından öteye taşıması mı cazip gelir? Yoksa John Cho’nun tüm bu mekaniklik içerisinde üstünü başını yırta yırta ne kadar yetenekli olduğunu kanıtlaması mı daha büyük bir öneme sahip? Bilemedim. Tek emin olduğum trendlerin araç değil amaç olduğu Searching’te. Bu sebeple de dijital ile reelin kesiştiği yerde ne söylese boş. Her türlü samimiyetsiz gelecek bize zaten. Fesat Mukayese: You’ve Got Mail > Searching