Eleştiri

22 July

Yayınlandı

on

Yönetmen: Paul Greengrass | Oyuncular: Anders Danielsen Lie, Jon Øigarden, Thorbjørn Harr, Jonas Strand Gravli, Ola G. Furuseth, Ulrikke Hansen Døvigen, Isak Bakli Aglen, Maria Bock, Tone Danielsen, Sonja Sofie Sinding, Turid Gunnes, Kenan Ibrahamefendic, Monica Borg Fure, Ingrid Enger Damon, Seda Witt, Anja Maria Svenkerud, Hasse Lindmo | Senaryo: Paul Greengrass (uyarlama), Åsne Seierstad (kitap) | 143 dakika | Drama, Suç, Tarih

Memoirs of a Geisha kepazeliğini hatırlıyor musunuz? Çok satan bir roman, Chicago ile gelecek vaat eden yönetmenler listesinin zirvesine yerleşmiş Rob Marshall, üçü kazanılmış altı dalda Oscar… Peki o filmin Çinli oyunculara İngilizce konuşturarak Japonya’ya ait bir hikâyeyi perdeye taşıdığını da hatırlıyor musunuz? Çünkü ben aklımdan bir türlü çıkaramıyorum. Ve benzer enkazlar görünce de ağzımın tadıyla bulaşırım diye başına oturmaktan büyük keyif alıyorum. Netflix bünyesinde seyirciyle buluşan 22 July’ın Norveç tarihindeki en büyük katliamlardan birini yerli oyunculara aksanlı İngilizce konuşturarak anlatması aymazlığı bir yana dursun, Paul Greengrass tarafından yönetilmiş olması da iğneleme ziyafetimin değerini artırıyor gözümde. Küçükken teknisyen olmak isteyip bir şekilde yolu kamerayla kesişmiş Greengrass, mühim olaylardan insan faktörünü çıkarıp tamamen bürokrasiye ya da alet edevata yoğunlaştığı üslubunun yeni bir versiyonu için kollarını sıvamış. Ama tabii anlatma hakkının bulunmadığı bir olayı, neredeyse dünyanın en gelişmiş adalet sistemine sahip coğrafyalardan birinde katilden ziyade herkesi suçlayarak ve ajitasyon branşındaki başarısızlığını da kanıtlayacak nitelikte kupkuru bir duyguyla servis ederek kendi anlayışsızlığının yeni bir temsiline yelken açıyor. 22 July, Grengrass’ın içerisindeki caniyle tanışmak için birebir. Filmi izlerken yönetmenin çekmekten en çok keyif aldığı kısmın yetmişin üzerinde gencin takır takır tarandığı o korkunç ilk çeyrek olduğunu hissediyorsunuz. Sonrası o kadar umrunda değil ki… Ne evlatlarını yitirmiş aileleri umursuyor, ne bir şekilde hayatta kalmayı başaranların travmalarına odaklanabiliyor. Ana karakteri leyla oluyor, ama Greengrass’ın aklı sürekli çekmeye doyamadığı teröristinde. Kapı aralığından onu gözetleyip ruhunun derinliklerine inmeye çalışırken Utoya adasındaki cansız bedenler de bir araç olarak sonlandırıyor anlatısındaki görevini. Biraz Deniz Gamze Ergüven’in bu sene izlediğimiz Kings’ini de hatırlattı bana. Gerçi hanımefendi çok daha tinsel bir noktadan tutmuştu özünü anlamadığı öyküsünü. Greengrass’ın yetki ve değerlerini kapının önünde bıraktığı 22 July’ında ise tüm duygular figüran. Fakat beslendikleri yerler çok benzer. Bir elimde kamera, diğerinde kalem, hadi tutun beni bakalım. Her şeyi anlatırım, hem de istediğim gibi anlatırım. Avluya üst üste çocuk sererim, olmadı telsiz anteni çekerim. Ne olmuş ne bitmiş bilsem ne olur, bilmesem ne olur? Sözün özü, 22 July boğaza koca bir yumru olarak yerleşmeyi hak eden gerçek bir olayın en sorunlu penceresinde nöbet tutuyor. Ceset dolu bir odaya geri dönmek için zaman kolluyor, olayları hiç işlem görmeden perdeye taşıyayım derken Greengrass sinemasından alışık olduğumuz üzere kendi mastürbasyonunda boğuluyor. Şimdi gözüm Erik Poppe versiyonunda. Onu da izleyip kim hakkından gelmiş mukayesesi yapacağım bir güzel. Belki Poppe bu ve benzeri katliamların izdüşümleri ile daha dişe gelir bir çıkarım yapma becerisini gösterir, ben de Greengrass’ın çoktan sonlanmış olması gereken kariyerinden bir başka defolu film izlediğimi unuturum.
Fesat Mukayese: Gerçek Kesit > 22 July

1 Comment

  1. Serhan

    7 Kasım 2018 at 14:48

    Yine 2018 Norvec yapimi ”Utøya 22. juli ” filmini de izlemeni tavsiye ederim. Amerikan versiyonunu izlemedim dolayisiyla karsilastirma yapamayacagim ancak Norvec versiyonu izlemesi oldukca zor, yer yer akicilik problemleri olan ama muhakkak (anlattigina gore) bu filmden cok daha obektif bir film

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version